Azı Çoğu Yok Niyet Var!

İçinde yaşadığımız çağda Müs­lümanların payına ne yazık ki keder, ızdırap, yokluk, fakirlik düştü. Dünyanın bir kısmı varlığın çılgınlığını yaşarken, diğer kısmı açlık, yokluk ve ıstırapların pençesinde kıvranıyor. Böylesine bir dünyada benim vereceğim zekatın sadakanın ne kıymeti olur diye düşünmemek gerekir. Çünkü biz, öncelikle kendimiz için vermekteyiz. Alan değil veren kazanmaktadır.

Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe, 60)

Zekât ve sadakaları doğru yerlere ve gerçek ihtiyaçlılara ulaştırmak için gayret edilmeli. Bunun için gerekli özen gösterilmeli. Ancak asıl dikkat edilecek şey, niyet ve samimiyetimizdir. Sadaka hâlis niyetle verildiği takdirde, lâyık olmayan bir kimseye gitse bile onu veren, yine de ecre nâil olur.

SADAKA İLE DEĞİŞEBİLECEK HAYATLAR

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“(Vaktiyle) bir adam:

«–Ben mutlaka bir sadaka vereceğim.» dedi.

Geceleyin evinden sadakasını alıp çıktı ve onu bilmeden bir hırsızın eline tutuşturdu. Ertesi gün belde halkı:

«–(Hayret!) Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş!» diye konuşmaya başladı.

Adam:

«–Allâh’ım! Sana hamdolsun. Ben mutlaka bir sadaka vereceğim.» dedi.

Yine sadakasını alarak evinden çıktı ve onu (bu sefer de bilmeden) bir fâhişenin eline tutuşturdu. Ertesi gün halk:

«–(Olur şey değil!) Bu gece bir fâhişeye sadaka verilmiş!» diye konuşmaya başladı.

Adam:

«–Allâh’ım! Bir fâhişeye (de olsa) sadaka verdiğim için sana hamdolsun. Ben mutlaka yine sadaka vereceğim.» dedi.

(O gece, yine) sadakasını alıp evinden çıktı ve onu (bu defa da bilmeden) bir zenginin eline tutuşturdu. Ertesi gün halk:

«–(Bu ne iştir!) Bu gece de bir zengine sadaka verilmiş!» diye (hayretle) söylenmeye başladı.

Adam:

«–Allâh’ım! Hırsıza, fâhişeye ve zengine (de olsa) sadaka verebildiğim için sana hamdolsun.» dedi.

(Bu ihlâsı sebebiyle) uykusunda o adama:

«–Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgeçirecektir. Fâhişe, belki yaptığından pişman olup iffetli bir kadın olacaktır. Zengin de belki bundan ibret alıp Allâh’ın kendisine verdiği maldan muhtaçlara dağıtacaktır denildi.” (Buhârî, Zekât, 14; Müslim, Zekât 78.)

MADEM Kİ İSTİYOR VERMEK LAZIM

Hiç şüphesiz nice benzerleri yaşanmış olan bu hadîs-i şerîfin bir tecellîsi de Peygamber vârisi bir Hak dostu olan Mahmud Sâmî Ramazanoğlu -kuddise sirruh- Hazretleri’nde görülmüştür. Şöyle ki:

Bir Anadolu yolculukları esnâ­sın­da Ürgüp’te bir kişi otomobillerini çevirerek Sâmî Efendi Hazretleri’nden sigara parası ister.

Bir sehâvet güneşi olan Sâmî Efendi Hazretleri, bazı yol arkadaşlarının muhâlefetine rağmen:

“−Mâdem ki istiyor, vermek lâzım.” diyerek, etrafındakilerin şaşkın bakışları arasında adamın istediği parayı hiç düşünmeden verir. Buna memnun olan fakir de niyetini değiştirip:

“−Şimdi gidip bununla ekmek alacağım.” diyerek sevinçle oradan ayrılır.

İşte Allâh için ihlâsla verilen bir hayrın muhâtabında meydana getirdiği müspet tesir!.. Onun için infakta, muhâtaptan daha çok kendi gönül âlemimizi kontrol ederek, gerçek sehâvete nâil olabilirsek ne mutlu bizlere!. Âmîn! (Osman Nûri Topbaş, Va­kıf-İnfâk-Hizmet )

ALAN DEĞİL VEREN KAZANIR

İçinde yaşadığımız çağda Müs­lümanların payına ne yazık ki keder, ızdırap, yokluk, fakirlik düştü. Dünyanın bir kısmı varlığın çılgınlığını yaşarken, diğer kısmı açlık, yokluk ve ıstırapların pençesinde kıvranıyor. Böylesine çok sıkıntının olduğu ve milyonlarca insanın ihtiyaç içinde çaresizce kaldığı bir dünyada benim vereceğim zekatın sadakanın ne kıymeti olur diye düşünmemek gerekir. Çünkü biz, öncelikle kendimiz için vermekteyiz. Alan değil veren kazanmaktadır. Bu manevi kazanç her şeyin üstündedir. Bizim sorumluluğumuz imkanlarımız ölçüsündedir. Bir kişinin ihtiyacını gidermek, kurtuluşuna vesile olmak hesapların verildiği günde bizim için en büyük kurtuluş sermayelerinden olacaktır.

Hani deniz yıldızı hikayesi var ya, onu bir daha hatırlamak gerekiyor: Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş deniz yıldızlarını denize attığını fark eder ve

– “Niçin bu deniz yıldızlarını denize atıyorsun ?” diye sorar.

Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi, “Yaşamaları İçin” cevabını verince, adam şaşkınlıkla:

– “İyi ama burada binlerce deniz yıldızı var. Hepsini atmanıza imkan yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki ?” der.

Yerden bir deniz yıldızı daha alıp denize atan kişi,

– “Bak onun için çok şey değişti,” karşılığını verir.

Bu kadar sıkıntının ve ihtiyacın olduğu bir dünyada bizim vereceğimiz azıcık bir yardımla ne değişir diye düşünmemek gerekir. Ne kadar verdiğimiz değil; ne niyette ve hangi samimiyette verdiğimiz önemlidir. Bir kişiyi kurtarmak, bir gencin elinden tutmak, bir ihtiyaçlının ihtiyacını gidermek, birinin hidayetine vesile olmak her şeydir. “…Her kim birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır…” (Maide, 32) buyuran Mevla’mızın Alemlere Rahmet Peygamberi de ( sav ) “ …Senin vasıtanla Allahü Teâlâ’nın bir kişiye hidayet vermesi, senin için üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır”. buyurmaktadır. Allah’ın rızasını kazanmak için bir fırsat mevsimi olan şu günlerde yaptığımız maddi ve manevi yardımların çok şey ifade ettiğini bilenlerden olma dileği ile…

Kaynak: Medet Bala, Altınoluk Dergisi, Sayı: 387

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.