Azrail Nasıl Ölecek?
Öyle bir gün vardır ki Allah'ın can almakla mükellef kıldığı Azrail dahi canını Allah'a teslim edecek. Peki Azrail ne zaman ve nasıl ölecek?
"Ölüm meleğinin canını Allah Teâlâ alacaktır.
Nitekim rivâyet edildiğine göre Allah Teâlâ -her şeyi en iyi bildiği halde- tüm canlıların ölümünü gerçekleştirdikten sonra ölüm meleğine:
“Yarattıklarımdan kim kaldı?” diye sorar. Melek:
“Yâ Rabbi, kimin kaldığını sen daha iyi bilirsin; ama bu zayıf kulundan başka kimse kalmadı.” der.
Bunun üzerine Allah:
“Ey ölüm meleği! Nebîlerime, rasüllerime, velîlerime ve kullarıma ölümü tattırdın. Ben bütün gaybları çok iyi bilen olduğum halde ezelî ilmimde şu hüküm verilmiştir: Zâtım hâriç her şey yok olmaya mahkûmdur. İşte şimdi de sıra sende.” buyurur.
Bunun üzerine melek şöyle yalvarır: “İlâhî, şu senin ölüm meleği kuluna merhamet et ve ona lütfunla muâmelede bulun! Çünkü o zayıftır.”
Allah Sübnânehû Teâlâ: “Sağ elini sağ yanağının altına koy, cennetle cehennem arasına yat ve canını ver!” buyurur. O da bu şekilde Allâh’ın emriyle ölür." (Ruhu'l-Beyan Tefsiri)
HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR
Kalbin dirilişi ve rûhâniyetin inkişâfı, ancak nefsâniyetten vazgeçebilmekle mümkündür. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de âdetâ bunun usûlünü ifade sadedinde:
“Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız!” buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 26)
Hakîkaten fânî dünyâ hayâtı, ebedî âhiret hayâtı yanında kısacık bir an gibidir. Ânı sonsuza tercih etmek, yâni anlık zevkler uğruna ebedî saâdeti zâyi etmek hangi aklın kârıdır?
Bastığımız toprak, bugüne kadar gelen milyarlarca insanın cesetleriyle doludur. Sanki üst üste çakışmış sayısız gölge gibi… Onlar da iki kapılı bir hân olan bu cihâna bir kapıdan girdiler, sonra nefsânî veya rûhânî davranış ve hislerle dolu dar bir koridor olan dünyâ hayâtını yaşadılar, en nihâyet mezar kapısından geçip ebedî âleme intikâl ettiler. Yarın bizler de aynı durumda olacağız. Bir gün gelecek ki, o günün yarını olmayacak! O gün, hepimiz için meçhul bir gün!
İşte tefekkür-i mevt, o meçhul gün gelmeden evvel ölümü çokça hatırlamaktır. Nefsânî taşkınlıklardan uzaklaşarak Rabbimizin huzûruna hazırlanmanın dâimî bir şuur hâline getirilmesidir. Gâye; ölümün ürkütücü manzaralarından kendimizi koruyup, ölümü güzelleştirebilmektir.
Rabbimizin beyânı çok açık ve nettir:
“Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Biz’e döndürüleceksiniz.” (el-Ankebût, 57)
Velhâsıl hayat ve kâinât, ilâhî bir ibret dershânesi… Bizlere düşen de, bu dershânenin ihlâslı ve gayretli bir talebesi olabilmek… Fânî bir misâfirhâne olan dünyâda kalıcı edâsıyla oturma gafletine düşmemek...
İnsan tefekkür-i mevt netîcesinde nefs engelini aşarak âhiret azığını iyi tedârik edebilirse, ölüm, hayâl ötesi muazzam ve mükemmel olan Allah Teâlâ’ya vuslatın mecbûrî bir şartı olarak addedilir. Böylece, ekseriyetle insanlarda soğuk ürpertilere sebep olan ölüm duygusu, vuslat heyecanına dönüşür. Böyle ölümler, tasavvuf yolunun büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin tâbiriyle âdeta bir “Şeb-i Arûs”, yâni düğün gecesidir…
Hâsılı tefekkür, en fazla muhtaç olduğumuz hasletlerden biridir. Rûhumuzun inkişâfı, îmânımızın kuvvet kazanması, ibâdetlerimizin huşû ile edâsı, muâmelâtımızın istikâmet bulması ve gönül ufkumuzun sadece dünyâ planda sıkışıp kalmaması, tefekkür hasletini lâyıkıyla yaşamamıza bağlıdır.
Rabbimiz, şuur ve idrâkimize olgunluk ihsân eylesin! Allah Rasûlü’nün, sahâbe-i kirâm’ın ve evliyâullâh’ın tefekkür iklîminden gönüllerimize hisseler ikrâm