Bahâüddin Nakşibend Hazretlerinin Hikmetli Sözleri
Bahâüddin Nakşibend Hazretlerinin hikmetli sözlerinden bazıları...
“Âlem-i kuds fezâsında uçabilmek için iki kanat lâzımdır. Biri, çok amel-i sâlih işlemek, diğeri de kendini kusurlu görmek.”[1]
“Dâimâ Allâh’ın Lâtîf sıfatına sarıl ve O’nun fazl u keremini taleb et! Sakın amellerinin karşılığını bekleme! Kemâlât ve fazîlet olarak söz ve davranışlarından her ne zuhûr ederse etsin, onu hiçlik deryâsına atıp unut! Devamlı nefsinin kusurlarını gör!”[2]
Ubeydullah Ahrâr Hazretleri anlatıyor:
“Bir aziz zât, dünyadan ayrıldıktan sonra Nakşibend Hazretleri’ni rüyasında görmüş ve ona:
«–Ebedî kurtuluşumuz için ne yapalım?» diye sormuş. Hâce Hazretleri şu cevâbı vermiş:
«–Son nefeste neyle meşgul olmak gerekiyorsa onunla meşgul olun!» Yani, son nefeste nasıl ki tamamen Hak Teâlâ’yı düşünmeniz lâzımsa, hayatınız boyunca da o şekilde uyanık olunuz!”[3]
ZİKİR GAFLETİN GİDERİLMESİDİR
“Zikir telkîni, bir kimsenin eline çakmak taşı vermek gibidir. Bundan sonra iyi bir netice oluşması için amel etmek mürîde âittir.”[4]
“Zikirden maksat; yalnızca «Allah» ve «Lâ ilâhe illâllah» demek değildir. Belki sebepten müsebbibe (sebeplerin sebebi olan asıl fâile) gitmek ve nîmetlerin müsebbibden, yani Cenâb-ı Hak’tan geldiğini görmektir.”[5]
“Zikrin hakîkati, gaflet meydanından müşâhede fezâsına çıkmaktır.”[6]
[Yani zikrin lâfızda kalmayıp kalbe intikal ederek davranışlara aksetmesi lâzımdır.]
“Zikir, gafletin giderilmesidir. Gaflet giderildiğinde, sussan bile zikir hâlinde olursun!”[7]
“Namazın erkânı ve ezkârıyla meşgul olup ona tam olarak yönelmek lâzımdır. Bu, mübtedîlerin / daha işin başında olanların durumuna göre değişir. Vudû (abdest) namazında birçok ecirler olduğunu da unutma!”[8]
“Allah Teâlâ, görülen, işitilen, hayâl edilen, düşünülen her şeyin dışındadır. (Kelime-i tevhîddeki) «Lâ (yoktur)» ifâdesinin hakîkati, Allah Teâlâ’yı bu tür şeylerden tenzih etmektir.”[9]
DÜNYEVİ ŞEYLERE GÖNÜL BAĞLAMA
[Zira Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından biri de “Muhâlefetün li’l-havâdis”tir. Yani O, yarattıklarına benzemekten münezzehtir.]
“Her durumda hukûka riâyet etmek, Hak yoluna sülûk edenlerin edeplerindendir. Onun için maksud ve matlûba erişenler; hukuk ve âdâba riâyet etmekle erişmişlerdir.”[10]
“Mâsivâya, yani kulu Allah’tan uzaklaştıran dünyevî şeylere gönül bağlamak, bu yolda gidenler için en büyük gaflet perdesidir.”[11]
“İnsanların, Hak Teâlâ’dan uzak düşmelerinin sebebi, kendilerini uzak tutmaları ve kendi istekleriyle üzerlerine fazla dünya yükü almalarıdır. (Yani nefsânî ihtiraslarının zebûnu olmalarıdır.) Yoksa feyz-i ilâhîde kusur yoktur.”[12]
“Bir mevzuda gönül ehli ve aziz insanlara danışıp istişâre etmenin faydalarından biri de şudur ki, eğer işin sonunda kararın doğru çıktığı anlaşılırsa enâniyete kapılmaktan kurtulursun. Şayet kararın doğru olmadığı anlaşılırsa, kusur ve noksanlığını anlar, yine enâniyete düşmezsin.”[13]
“Bu yolun esâsı, kalbe yönelmektir. Kalp ile de Allah Teâlâ’ya yönelip O’nu çok zikretmektir. [Zira îman; dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir, zihin ile tasdik değildir. Yani zikrin kalbe yerleşerek davranışlara aksetmesi lâzımdır. Neticede kul, her an ilâhî müşâhede altında bulunduğunun idrak ve şuuru içinde olmalıdır.]
Yine bu yolun esası, farz ve sünnetleri güzelce edâ etmektir. Yeme, içme, giyme ve oturmada, işlerde ve âdetlerde îtidâl hâlinde olmaktır. Kalbi, kötü düşüncelerden ve vesveseden korumaktır. Kendisine rehber olan üstâdın sohbetini büyük bir nîmet bilmektir. Üstâdının huzûrunda da, gıyâbında da edebe riâyet etmektir.
HELAL LOKMA YEMEDİKÇE MANEVİ MAKSAT HASIL OLMAZ
Bu yoldan maksat, «Devamlı Allah Teâlâ’nın huzûrunda olma»nın idrâki içinde bulunabilmektir. Ashâb-ı kirâm zamanında buna «ihsân» denilmişti. Bu yolda ilerlerken; nefsin arzularını yok etmek, nurlara ve hâllere garkolmak, fenâ ve bekāya ulaşmak, güzel ahlâk sahibi olmak gibi makamlar elde edilir.”[14]
“Helâl lokma yemedikçe (mâneviyat yolunda) maksat hâsıl olmaz!”[15]
“Bizim yolumuzda olan sâlikin, hangi makamda olduğunu bilmemesi lâzımdır ki bu bilgisi ona perde olmasın, tevâzû ve hiçliğini devam ettirebilsin! Zira «Makâmından râzı olan kişi, kendi ilerleyişinin önüne perde çekmiş olur.»”[16]
“Biz, yüce devlete vuslat yolunda bir vâsıtayız. Bizden kopup Hakîkî Maksûd’a erişmek gerekir.”
Yani tâlip, fenâ mertebesine erişip Hak Teâlâ’nın bekāsına ârif olduktan sonra her şeyden sıyrılmalıdır. Bu makam, kâmil ve mükemmiller makâmıdır… Bu makâma vâsıl olan tâlip, faraza ebedî bir ömre nâil olsa bile, yine de mürşidinin kendi üzerindeki terbiye nîmetinin şükrünü edâ etmeye muvaffak olamaz.[17]
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri mânevî hâlleri gizlemeye dâir, şu mânâya gelen beyti sohbetlerinde sıkça okurlardı:
“İçten (Hakk’a) âşinâ ol, dıştan ise habersiz gibi (davran)! Böyle güzel bir usûl, cihanda az bulunur.”[18]
“Cömert birinin evinde bulunan, onun ikramlarına nâil olur. Allah dostlarına hizmet ederek onların gönüllerine girenin de hâli böyledir!”[19]
[1] Abdullah Dehlevî, Mekâtîb-i Şerîfe, s. 232, no: 119.
[2] Reşahât, s. 126.
[3] Reşahât, s. 130.
[4] Muhammed Bâkır, a.g.e, s. 62.
[5] Muhammed Bâkır, a.g.e, s. 78.
[6] Muhammed Bâkır, a.g.e, s. 68.
[7] Yâkub Çerhî, a.g.e, s. 104.
[8] Yâkub Çerhî, a.g.e, s. 97.
[9] İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, II, 200, no: 272.
[10] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 72.
[11] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 78.
[12] Pârsâ, Sohbetler, s. 36.
[13] Pârsâ, Sohbetler, s. 49.
[14] Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, III, 445.
[15] Yâkub Çerhî, a.g.e, s. 115.
[16] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 90.
[17] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 97.
[18] Enîsü’t-Tâlibîn, s. 67.
[19] Reşahât, s. 165.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
YORUMLAR