Bakara Suresi 10. Ayetinin Meali, Arapçası, Anlamı ve Tefsiri
Bakara Suresi 10. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 10. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Bakara Suresi 10. Ayetinin Arapçası:
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Bakara Suresi 10. Ayetinin Meali (Anlamı):
Kalplerinde bir hastalık vardır; Allah, hastalıklarını daha da artırmıştır. Yalan söylemeleri sebebiyle onlar için can yakıcı bir azap vardır.
Bakara Suresi 10. Ayetinin Tefsiri:
Bu âyet, münafıklarda bulunan kötü sıfatların
kaynağını açıklamaktadır. Buna göre onların sergiledikleri her türlü kötü tutum
ve davranışların temelinde sahip oldukları söz konusu hastalık
yatmaktadır. Kalplerinde bulunan
hastalıktan maksat, maddî kalplerine arız olan bir hastalık değil, şahsiyetsizlik
ve inkârlarından kaynaklanan yalan başta olmak üzere nifak, cehâlet, şüphe,
haset gibi insanı helâke sürükleyen mânevî kalbin hastalıklarıdır. Cenâb-ı Hak,
benzer bir ifadeyi münafıklardan ayrı olarak henüz iman ile mutmain olmayıp
kalplerinde bir nevi şüphe veya tereddüt kalmış olanlar için de kullanmaktadır.
(Enfâl 8/49; Ahzâb 33/12, 60)
Münafıklar, her insan gibi, fıtraten kalpleri temiz ve
hastalıksız olarak yaratılmışlardır. Sözü edilen hastalık bizzat kendilerinden
kaynaklanmıştır. Yanlış düşünce, tutum ve davranışları sebebiyle kalplerinin
safiyetini kaybetmesine ve hastalanmasına kendileri yol açmışlardır. Aslında bu
hastalığın tedavisi mümkündür. Fakat bunu samimiyetle talep etmek gerekir.
Halbuki münafıklar böyle bir talep ve gayrette bulunmadıkları, gönüllerdeki
hastalıklara şifa olan Kur’an’a sarılmadıkları gibi, tam aksine hastalıklarını
artıracak yollara tevessül etmektedirler. Erken teşhis ve tedavi edilmeyen
maddî hastalıkların zamanla daha da ilerlemesi gibi, mânevî hastalıklar da
vaktinde tedavi edilmedikleri sürece artar ve derinleşir. Cenâb-ı Hakk’ın, insanların
iman-küfür gibi kalbî hallerine ve psikolojik durumlarına yönelik koymuş olduğu
kanun (sünnetullâh) böyle cereyan etmektedir. Bu gerçek, âyet-i kerîmede her
şeyin yaratıcısı olması cihetiyle “Allah Teâlâ, onların hastalıklarını daha da
artırmıştır” şeklinde ifade edilmiştir. Ayetin bu kısmı, “Allah onların
hastalıklarını artırsın!” şeklinde de anlaşılmıştır. Böylelikle münafıklar,
Allah’ın lânetine uğrayan azılı inkârcı gruplardan olmuşlardır.
Münafıkların hastalıklarını artıran sebepler arasında,
İslâm davetinin günden güne yayılıp gelişmesi ve bunun karşısında toplum
içindeki mevkilerini kaybetme endişesi, başta savaş olmak üzere nefse zor gelen
bir takım sıkıntıların ortaya çıkması ve inen her yeni âyetin ilâve
yükümlülükler getirmesi sayılabilir. Daha da önemlisi onların ilâhî lutuf ve
inâyetten mahrum bırakılmış olmalarıdır. Bu durumda olan kimseler, kalbî
sıkıntılardan, ruhî bunalımlardan ve çeşitli keder ve endişelerden bir türlü
yakalarını kurtaramazlar.
Âyetin son kısmı olan “Yalan söylemeleri sebebiyle
onlar için pek elem verici bir azap vardır” ifadesi, münafıkların dünyada
ve özellikle âhirette acı verici, daimî bir azap içerisinde kalacaklarını
bildirir. Kıyâmet günü, onların kalpleri hasret ve pişmanlıktan yanacak,
mü’minlerin nâil oldukları büyük nimetleri gördükçe kaybettiklerinin acısıyla
perişan olacaklardır. Esas acı ve sıkıntıyı ise sonu olmayan cehenneme girmekle
tadacaklardır.
Münafıkları, acı veren azaba sevkeden temel sebep,
onların “inandık” sözlerinde yalancı olmalarıdır. Yani gerçekte inkârcı
olmaları sebebiyle bu duruma düşmüşlerdir. Yalan, mutlak olarak, dinî, insanî
ve ahlâkî yönlerden çirkin bir fiil olarak görülmüştür. Bir hadis-i şerifte,
yalancılık, insanı yoldan çıkarıp günahlara sevkeden ana âmil olarak
gösterilmiştir. (Buhârî, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105) Bir başka hadis-i
şerifte ise yalancılık, bu ve benzeri âyetlerden mülhem olarak münâfığın üç
alametinden biri olarak zikredilmiştir: “Münafığın alâmeti üçtür:
Konuştutuğunda yalan söyler, söz verdiğinde yerine getirmez ve kendisine bir
şey emanet edildiğinde hıyânet eder.” (Buhârî, Şehâdât 28; Müslim, İman
107) Hadiste zikredilen üç vasıf, öncelikle itikâdî ve dinî açıdan
değerlendirilmelidir. Günlük hayatta bir mü’minin yalan söyleme, sözünde
durmama ve emanete hıyanet gibi dînen ve ahlâken kötü olan tutum ve
davranışlarda bulunması, onu gerçek münafık grubuna sokmasa da, onu büyük bir günahın
içine düşürdüğü muhakkaktır.
Âyetin sonundaki يَكْذِبُونَ
(yekzibûn) “yalan söylerler” fiili, diğer bir mütevâtir kıraatte يُكَذِبُونَ
(yükezzibûn) şeklinde de okunmuştur. Buna göre âyet, münafıkların çokça ve
devamlı surette yalan söylediklerini veya doğru olanı kabul etmeyip
yalanladıklarını ifade eder. Bu açıklamadan anlaşılır ki, münafıklar yalancı
olmalarının yanı sıra, doğruyu kabule yanaşmama ve onu reddetme hastalığına da
müptelâdırlar. Böyle kimseler eğriyi doğru, doğruyu eğri görür ve gösterirler.
Hak dini benimsemelerine mâni olan temel sebep de işte budur.
Münafıkların kalplerindeki hastalıktan bahseden bu
âyetten, Hakk’a vâsıl olma yoluna girmiş takvâ yolcuları, kendileri için şöyle
bir işârî mâna çıkarmışlardır: Nifak hastalığına yakalanmış bir kimse tedavi
görerek aslî ve fıtrî olan iman haline döndüğü takdirde âhiret azabından emin
olacağı gibi, Allah’a giden mânevî yolculuğunda mürid de, seyr ü sülûküne mâni
olacak inkâr, şüphe, tereddüt hastalıklarından, daha genel bir ifadeyle mâsivaya
meyilden kalbini arındırarak muradını elde etme isteğinde samimi olduğu
takdirde vuslat hakîkatlerine vâsıl ve sıdk bereketlerine nâil olacaktır. Bu
yolculukta mürid, sözü edilenleri yapmaz ve ibâdetleri ihmal ve samimiyetsizlik
türü hastalıklar taşırsa kendisi ile cennet dereceleri arasına engeller konur.
Şayet iradesi hastalıklı olursa bu durumda kendisi ile Allah’a yakınlık ve
münacât makamları arasına engeller konur. Dünyaya yönelen ve hevâsına tabi olan
kimsenin aldanış yurduna bağlanıp kalması, kalbi için büyük bir hastalıktır.
Onun dünya hırsı arttıkça kalbî hastalığı da artar. Nefsânî hevesleri
istikametinde dünyaya dair ne zaman bir şey elde etse, elde edemediği şeylere
karşı hırsı kat kat artar. Hırsla elde ettiği her bir dünyalığın ardından hemen
cezasını da görür. Allah’ın ona verdiği dünyevî cezalardan birisi himmetinin
dağınıklığı, sonra buna bağlı olarak huzursuzluk, kin ve nefret saçan bir
hayattır. Zira o, Mevlâ’sından yüz çevirip bu hayatı tercih etmiştir. Hevâsına
tabi olmayı seçmesi sebebiyle doğru dürüst ne bir fayda ne de rahat yüzü görür.
Mevlâ’sının dostluğundan yüz çevirenin cezası işte budur. (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât,
I, 23-24)
Münafıkların dördüncü vasfı, bozguncu olmalarıdır:
Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Bakara Suresi 10. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...