Bakara Suresi 2. Ayetinin Meali, Arapçası, Anlamı ve Tefsiri
Bakara Suresi 2. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 2. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Bakara Suresi 2. Ayetinin Arapçası:
ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Bakara Suresi 2. Ayetinin Meali (Anlamı):
Kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan şu yüce kitap, müttakîler için bir yol göstericidir.
Bakara Suresi 2. Ayetinin Tefsiri:
“Kitap”tan maksat, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Arapçada “yazılı belge” anlamında da
kullanılan kitap ismi, Kur’an’ın Allah Resûlü (s.a.s.) zamanında yazıldığını
gösterir. Kur’an elimizde olmasına rağmen, ona uzağı gösteren ذٰلِكَ edatı ile işaret edilmesi, onun yüceliğine ve anlamlarının
derinliğine dikkat çekmek içindir. Gerçekten
Kur’an’ın şanı pek yücedir. Beşerî gücün muttali olamayacağı birçok ilim ve hikmetleri
de ihtiva ettiğinden, her ne kadar kitap olarak elimizde ise de, taşıdığı
sırlar ve hakikatler itibariyle bizim idrakimizden yüce bir ufuktadır, her
şeyiyle kolayca keşfedilir bir mâhiyette değildir. Bu sebeple ona, uzakta olan
bir şeyi gösterir gibi işaret edilmiştir. (Râzî, Mefâtîh, II, 12)
Şüphe
diye tercüme ettiğimiz اَلرَّيْبُ (rayb) kelimesi,
“yakîn”in yani kesin bilgi ve kanaatin zıddıdır. Kişinin bir konu hakkında
kararsız ve tereddüd içinde olmasını ifade eder.
Bu
kadar izzet ve şerefe sahip olan Kur’an’da hiçbir şüphe yoktur. Yani akl-ı
selîm ile ve ön yargılardan arınmış bir şekilde incelendiğinde onun:
·
Allah Teâlâ’dan geldiğinde,
·
Vermiş olduğu bilgilerde,
·
En doğru yola götüren bir kılavuz ve rehber olduğunda hiçbir
şüpheye yer yoktur. Bu bakımdan Kur’an hakkında asla şüpheye düşmeyiniz.
Âyette,
şüphenin insanlarda değil, kitapta olmadığı bildirilmiştir. İnanmayanlar onun
hakkında şüphe içinde olabilirler ama o, haktır ve doğrudur. Nasıl güneşin
varlığından şüphe etmek ona bir zarar veremez ise, Kur’an’ın doğruluğundan
şüphe etmek de onun doğruluğuna bir eksiklik getirmez.
Hidâyetin
iki temel mânası vardır. Birincisi delalet etmek, rehberlik yapmak ve yol göstermektir.
Kur’ân-ı Kerîm’in, Peygamberlerin ve İslâm davetçilerinin hidâyet etmeleri bu anlamdadır.
Âyet-i kerîmede: “Sen de hiç şüphesiz insanlığı dosdoğru bir yola
çağırmaktasın” (Şûrâ 42/52) buyrulur. İkincisi, tevfîk, yâni dosdoğru yola
eriştirip hedefe ulaştırmaktır. Bu mânada hidâyet yalnızca yüce Allah’a
mahsustur. Nitekim Resûlullah’a hitaben: “Rasûlüm! Sen sevdiğini doğru yola
erdiremezsin, lâkin Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Çünkü, doğru yola
girecek olanları en iyi O bilir” (Kasas 28/56) buyrulmuştur.
Kur’ân-ı
Kerîm, “bütün insanlar için hidâyet” olarak indirilmiştir. (Bakara 2/185) Böyle olmakla birlikte onun hidâyetinden
gerçekte müttakîler istifade eder. Bu sebeple Kur’an’ın müttakilere hidâyet
rehberi olduğu özellikle vurgulanmıştır. Kur’an insanları, dünya ve âhirette
kendilerine faydalı olacak, Allah’ın rızâsını kazandıracak ve nihâyet cennet ve
cemâl-i ilâhîye eriştirecek dosdoğru yolu gösterir.
Bir
kısım insanların Kur’an’la buluştuğu hâlde hidâyetten uzak kalması, onu bütün insanlar
için hidâyet vesîlesi olmaktan çıkarmaz. Belli bir hastalığı olan kişinin balın
tadını alamaması onun tatlı olmadığını göstermediği gibi. Bu bakımdan Kur’an’ın
hidâyeti kendisine samimi bir şekilde yönelen gönüllere Cenâb-ı Hak’ın bir
lutfudur.
Kur’an’ın
hidâyeti, inkârdan îmana, sonra da imandan ihsan ve takvâya doğru bir hidâyettir.
İmandan sonraki hidâyetin gerçekleşmesi, ancak ona uymakla ortaya çıkar.
Kur’an’ın Hak kelamı olduğunu kalben kabul etmeyen kâfir ve münafıklar ise onu
gereği gibi tefekkür ve tedebbür etmediklerinden, hidâyetten mahrum kalırlar.
Kur’an, her bir gruba, inanç, düşünce ve amellerine göre bir âkıbet belirler. Âyet-i
kerîmede buyrulur:
“Hiç şüphesiz bu Kur’an, insanları her hususta en doğru yola, en
sağlam ve en isabetli tutuma iletir. Sâlih ameller yapan mü’minlere,
kendilerini çok büyük bir mükâfatın beklediğini müjdeler. Âhirete inanmayanlar
için ise, can yakıcı bir azap hazırladığımızı haber verir.” (İsrâ
17/9-10)
Âyette
Kur’an’ın müttakîler için rehber olduğu haber verilmektedir. Müttakî, takvâ sahibi
olan kimsedir. Takvâ; sakınmak, korunmak, hoşa gitmeyen şeylerden uzak durmak
demektir. Arapça’da bu kelime, canlı bir varlığın kendini her türlü tehlikeden
korumasını ifade eder. Dolayısıyla müttakî:
› Kalbini
küfür, şirk, nifak gibi îtikâdî hastalıklardan,
› Uzuvlarını
büyük ve küçük günahlardan,
› Nihâyet
gönlünü Cenab-ı Hakk’ın râzı olmayacağı her türlü menfi düşünceden koruyan,
diğer taraftan:
› Farz ve
nâfilelerle ilâhî muhabbeti elde etme gayretinde olan, böylece âhirette
cehennem azabından kurtulup cennetle mükâfatlandırılan mü’min kimsedir.
Mânevî
dünyamızın en önemli azığı takvâdır. (bk. Bakara 2/197) Takvânın alt sınırı
küfür ve şirkten korunmak ise de, üst sınırı yoktur. Her müttakînin önünde
devamlı olarak terfi edebileceği daha yüksek bir takvâ mertebesi her zaman var
olacaktır. Bu mânevî yolculuk ölüme kadar devam eder. Allah katında kulun şeref
ve mertebesini belirleyen yegâne ölçü de takvâdır. Rabbimizin:
“Allah katında en şerefliniz, Allah’a karşı saygısı, korkusu ve
O’nun yasaklarından kaçınıp emirlerine itaati en yüksek olanınızdır” (Hucurât
49/13) beyânı bu gerçeği bildirir. Bu îtibarla takvâ, kulun mânevî yücelikler
kazanmasına ve nihayetinde Allah’ın dostluğuna ermesine en büyük vesiledir. Bir
âyet-i kerîmede:
“Allah ise, gönülleri O’nun saygısıyla
dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanların dostu ve yardımcısıdır” buyrulmuştur. (Câsiye 45/19)
Allah
Rasulü (s.a.s.), gerçek takvâya ermenin yolunu şöyle gösterir:
“Kul, harama düşerim korkusuyla yapılması sakıncalı olmayan, fakat vicdanını rahatsız eden bazı şeylerden bile uzak durmadıkça gerçek takvâ sahibi olamaz.” (Tirmizî,
Kıyâmet 19. Ayrıca bk. Buhârî, İman, 1; İbn Mâce, Zühd 24)
Âyet-i
kerîme ve hadis-i şeriflerin beyân buyurduğu takvâ gerçeğini şu örnek ne güzel
izah etmektedir: Hz. Ömer, Übey b. Ka’b’a takvânın mâhiyetini sorunca, o:
“–Dikenli
bir yolda hiç yürüdün mü?” diye sordu. Hz. Ömer: “Evet” deyince bu sefer Übey (r.a.):
“–Peki
böyle bir yolda yürürken ne yaptın?” diye sordu. Hz. Ömer:
“–Paçalarımı
sıvadım ve mümkün olduğu kadar kendimi korumaya çalıştım” dedi. Bunun üzerine Übey:
“–İşte
takvâ da böyledir” cevabını verdi. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, I, 40)
Kur’an
hidâyetinden gerçek mânada istifade edebilecek müttakîlerin sahip olduğu belli
başlı vasıflar, devam eden âyet-i kerîmelerde şöyle haber verilmektedir:
Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Bakara Suresi 2. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...