Bakara Suresi 202. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kuran Meali ve Tefsiri

Bakara Suresi 202. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 202. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Bakara Suresi 202. Ayetinin Arapçası:

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ نَص۪يبٌ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

Bakara Suresi 202. Ayetinin Meali (Anlamı):

İşte yaptıkları iyiliklerin âhirette karşılığını alacak olanlar bunlardır. Allah, hesabı pek çabuk görendir.

Bakara Suresi 202. Ayetinin Tefsiri:

 “Hums” yani kahramanlar, yiğitler diye anılan Kureyş ve müttefikleri vakfeyi sadece Müzdelife’de yapıyor: “Biz ehlullahız; Allah’ın has kullarıyız. O’nun Harem’inde oturanlarız. Harem’den dışarı çıkamayız” diyorlar ve Arafât’ta diğer insanlarla birlikte vakfe yapmayı kendileri için küçüklük sayıyorlardı. Çünkü Arafât “helâl” bölgeydi; Harem bölgesinin dışındaydı. Diğer Araplar ise Hz. İbrâhim’in dinine uyarak Arafât’ta vakfe yapıyorlardı. İnsanlar sel gibi Arafat’tan boşanıp gelince, Kureyş ve yandaşları Müzdelife’den çıkıyorlardı. Bu âyetle Allah Teâlâ, onlara Arafât vakfesini emrettiği gibi, Arafât’tan çıkışlarının da diğer insanlarla birlikte olmasını istemiştir. (Buhârî, Tefsir 2/35)

198 ve 199. âyetler, bir taraftan müslümanların arefe günü Arafat’ta bir bütün olarak vakfe yapmalarını, oradan bir mahşer topluluğu görünümünde, Allah’ı zikrederek, O’ndan af ve mağfiret talep ederek Müzdelife’ye doğru akmalarını, oradan da yine Minâ’ya doğru kitleler halinde hareket etmelerini emretmekte; diğer taraftan da o büyük kalabalığın bir bölgeden diğerine seller gibi boşanıp akmasını tasvir etmektedir.

İslâm’dan önce Araplar, hac amellerini tamamladıktan sonra Minâ’da belli bir yerde otururlar, atalarını yâd ederler ve onlarla övünme yarışına girerlerdi. 200. ayetle bu yanlış âdet kaldırılmakta, bunu yerine müslümanlar daha kuvvetli ve daha coşkulu bir şekilde Allah Teâlâ’yı zikre davet edilmektedir. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, II, 404) Dolayısıyla hac ile elde edilen ahlâkî güzellikler, manevî yücelikler ve kudsî intibalar hacdan sonra da devam ettirilmelidir. müslümanlar, bu ulvî ibâdetle elde ettikleri bilgi, irfan ve tecrübe ile, şirkin bütün izlerini silip tevhidin hakikatine doğru yol almalı, nefsin her türlü şehvet ve gururunu kırmalı, ruhlarındaki hakikati idrake engel olacak lekeleri temizlemeli ve zikir, dua, istiğfar ve tazarrû ile daimî bir surette sadece Allah’a yönelmelidirler.

200. âyetin devamında Allah’tan sağlık, bolluk, çocuk gibi sadece dünyalık şeyler isteyen, âhiretle alakalı hiçbir talepleri olmayan kimseler kınanmaktadır. Böyleleri için âhirette, herhangi bir sevap, nimet veya güzelliğin sözkonusu olmadığı haber verilir. Nitekim bu mânayı açıklayan diğer âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“Dünya hayatını, onun göz kamaştırıcı süsünü ve şatafatını arzulayanlara, bu gayeye yönelik yaptıkları çalışmaların karşılığını dünyada tastamam veririz. Onlar bu hayatta hiçbir haksızlığa uğratılmazlar. Fakat onlar öyle kimselerdir ki, kendileri için âhirette ateşten başka bir şey yoktur. Dünyada yaptıkları şeyler orada tamamen boşa gidecektir. Çünkü, iyilik nâmına yaptıkları işler, inanç ve iyi niyetten yoksun olduğu için, hiçbir değer taşımamaktadır.” (Hûd 11/15-16)

“…Kim de âhireti bırakıp sadece dünya kazancını isterse ona da ondan bir parça veririz; fakat onun âhirette bir nasîbi olmaz.” (Şûrâ 42/20)

201-202. âyetlerde ise Allah’tan hem dünya hem de âhiret iyiliğini isteyenler ve cehennem azâbından Allah’a sığınanlar methedilir ve dünyada yaptıkları sâlih amellerin, dua ve istiğfarların mükafatının âhirette onlara verileceği müjdelenir.

201. âyette geçen حَسَنَةٌ  (hasene) lügatte “iyilik ve güzellik” mânasına gelir. Elde edilince insanı sevindiren bütün nimetleri ifade eder. Bununla birlikte tefsirlerde “hasene”ye şu mânalar verilmiştir: “Dünyadaki hasene; sâlih insanların Allah’tan istedikleri sıhhat, yeterli maişet ve hayırlı işlerde muvaffakiyettir. Âhiretteki hasene ise âhiret sevabıdır.” (Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 121) “Dünyadaki hasene; mal, ilim ve Kur’an’ı anlamaktır. Âhiretteki ise cennettir.” (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, II, 410)

Allah Resûlü (s.a.s.) bu duayı çok okur (Buhârî, Deavât 55) ve okunmasını tavsiye ederdi. (Müslim, Zikir 23) Nitekim Enes (r.a.)’ın anlattığı şu hâdise buna güzel bir misal teşkil eder:

Resûlullah (s.a.s.) son derece zayıflamış bir hastayı ziyâret etti ve:

“–Allah’a bir şey için dua ediyor musun veya O’ndan bir şey istiyor musun?” diye sordu. Hasta:

“–Evet; «Allahım! Bana âhirette vereceğin cezayı bu dünyada hemen peşin olarak ver!» diye dua ediyorum” cevâbını verdi. Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“–Sübhânallah! Senin buna gücün yetmez. «Rabbimiz bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azâbından koru (Bakara 2/201) diye dua etsen olmaz mı?”

Bunun üzerine adam bu duayı yaptı ve şifa buldu. (Müslim, Zikir 23; Tirmizî, De‘avât 71/3487)

Haccın amellerinden olan Minâ’da şeytan taşlama ve teşrik tekbirleriyle ilgili olarak da şöyle buyruluyor:

Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Bakara Suresi 202. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...