Bakara Suresi 7. Ayetinin Meali, Arapçası, Anlamı ve Tefsiri
Bakara Suresi 7. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 7. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Bakara Suresi 7. Ayetinin Arapçası:
خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْۜ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ۟
Bakara Suresi 7. Ayetinin Meali (Anlamı):
Allah, küfürdeki inatları yüzünden onların kalplerine ve kulaklarına mühür vurmuştur. Gözleri üzerine de kalın bir perde gerilmiştir. İşte böyle kimseler için pek büyük bir azap vardır.
Bakara Suresi 7. Ayetinin Tefsiri:
Bu âyette, kullarına engin merhametinin tabii bir
neticesi olarak onlara gönderdiği peygamberlerine karşı inkârcıların hakikati
görme, ona kulak verme ve mesajın keyfiyetini idrak etme adına herhangi bir gayrette
bulunmamak suretiyle adeta kendilerini kilitleyerek kalplerini mühürlenmeye
hazır hale getirmeleri beyân edilmektedir.
Ayette geçen اَلْخَتْمُ
(hatm) kelimesi, lügat olarak “mühürlemek” ve “mühür” mânasına gelir. Mektup
mühürlemek, kapı ya da oda mühürlemek gibi giriş ve çıkışa engel olmak
suretiyle bir şeyi emniyete almak da “hatm” kelimesiyle ifade edilir. “Kalp”
ise, Kur’ân-ı Kerîm’de iki mânada kullanılmıştır. Bedenin orta bölgesinde yer
alması ve maddi varlığımızın hayatiyetini sürdürmesinde çok önemli bir öz
olması itibariyle bir et parçası olan yüreğe kalp denildiği gibi, mânevî
varlığımızın özü ve insanî hakikatin merkezi olması yönüyle de nuranî ve rabbânî
latifeye kalp ismi verilmiştir. Çam kozalağı şeklindeki zahirî kalple, insanın
bütün duygularının hayat kaynağı olan manevî kalp, bir hakikatin iki yüzü
denebilecek şekilde iç içedir.
Kalbin ve kulağın mühürlenmesi ise, mânevî
istidatlarının sona ermesi ve içine imanın giremeyeceği bir hale gelip,
üzerlerine “bu kalbin inanması ve bu kulağın hakikat sözünü duyması mümkün
değildir” damgasının vurulmasıdır. Bu haliyle kalp ve kulağın, ilâhî hakikatler
karşısında tamamen duyarsız, idraksiz ve anlayışsız bir hâle gelmesidir. Böyle
kimselerin gözleri üzerinde de, hakikati görmelerine engel olan kalın bir mânevî
perde vardır; Hakk’ın varlığını gösteren âfâkî ve enfüsî delilleri göremezler.
Yüce Rabbimiz, hakka davet için peygamberler göndermiş
ve kitaplar indirmiştir. “De ki: «Gerçek, Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen iman etsin, dileyen
inkâr etsin!»” (Kehf
18/29) âyet-i kerîmesi gereğince insanları tercihte serbest bırakmıştır. Onları
zorla imandan alıkoymadığı gibi, küfre de zorla yönlendirmemiştir. “Allah’a
ve Rasûlü’ne iman edin” (Nisâ 4/136) âyeti bütün insanların imana muhâtap olduğunu
gösterir. “Onlara ne oluyor ki inanmıyorlar?” (İnşikak 84/20) kınaması ise, imandan men’, küfre de
zorlama olmadığının açık delîlidir.
Âyet-i kerîmede “mühürleme” fiili, Cenâb-ı Hakk’a
nispet edilmektedir. Zira vuku bulan bütün hadiseler Allah’a dayanmakta ve
O’nun kudreti ile meydana gelmektedir. Bir davranış ve amelin ortaya çıkması,
isteme ve girişimde bulunma cihetiyle kula, yaratma yönüyle de Allah’a nispet
edilmiştir. Bu bakımdan amellerin neticesinden kul sorumludur. Nitekim inkârda
ısrar edenlerin kalplerinin mühürlenmesi, yaptıklarının bir sonucu olarak
gerçekleştiğini âyet-i kerîmeler şöyle haber vermektedir:
“Aslında Allah, onların kalplerini
inkârları yüzünden mühürlemiştir.” (Nisâ 4/155)
“Önce dilleriyle inandıklarını
söyleyip, sonra kalpleriyle inkâr ettiklerinden dolayı kalpleri mühürlenmiştir.” (Münafıkun 63/3)
Allah Resûlü (s.a.s.), büyük küçük her türlü günahın,
nihayetinde kalbin mühürlenmesine olan tesirini şöyle izah eder:
“Günah ilk defa yapıldığı zaman, kalpte
kara bir leke olur. Eğer sahibi pişman olur, tevbe ve istiğfâr ederse kalp yine
parlar. Etmez de günah tekrarlanırsa, o leke de artar. Sonra arta arta bir
dereceye gelir ki, leke bir kılıf gibi bütün kalbi kaplar. İşte «Aslında onların işledikleri günahlar, kalplerini bütün bütün paslandırmıştır» (Mütaffifîn 83/14) âyetinin mânası
budur.” (İbn Mâce, Zühd 29; Tirmizî, Tefsir 83)
İnkarcıların kalplerinin mühürlenme sürecini
psikolojik bir tahlille şu şekilde açıklamak mümkündür: Bu kimseler, inkâr ve
günah yolunu tutmak suretiyle kalplerinin temizliğini süflî ve nefsânî
amellerle yok ederler. Kendilerine lütfedilen temiz fıtratlarını hayvânî ve
şeytânî sıfatlarla değiştirip bozarlar. Böylece onların temiz ruhları, beş
duyunun şiddetli arzusuna râm olarak çirkin sûret âlemine yönelir ve ulvî
muhabbetlere perdelenir. Sonra da nefsin yoldaşlığına ünsiyet peydâ etmeye
başlar. Rûh, nefisle beraberliği sebebiyle kötü özellikler kazanır. Artık
nefsin güzel gördüğünü güzel görmeye, onun haz aldığı şeylerden haz almaya ve
hayvânî meralardan nemâlanmaya başlar. Nihâyet rûhânî gıdâlardan kesilir, üns
bahçelerinde Hakk ile komşu olmayı ve yüce mekânları unutur. Nefsin esîri olan
insan, hüsran vâdîlerinde şaşkına döner ve şeytanın oyuncağı haline gelir.
Nankörlük edip nimetleri görmezden gelenler, ilâhî yardımdan mahrum kalır ve
hevâlarına yenik düşerler. Tehlikeli uçurumlardan yuvarlanarak nefisleri
dipdiri, kalpleri ise ölü bir hâle gelirler. Bunlara hiçbir uyarı fayda vermez.
Onların kalpleri, dünyevî lezzetlerin verdiği kasvet sebebiyle gayb âlemine
kapalıdır. Böyle kalpler, dünya muhabbetiyle örtülü ve nefse tâbi olmaları
sebebiyle iyice kilitlidir. Bu durumda olanlar için âyet-i kerîmede: “Onlar
Kur’an’ı inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde üst üste
kilitleri mi var?” (Muhammed 47/24) buyrulur. Bunlar kuds
bahçelerinden üns kokusu koklayamazlar. Ancak üzerlerine şekâvet ve bedbahtlık
rüzgârı eser. Neticede kalplerindeki kilitler üzerine bir de mühür vurulur. (Bursevî,
Rûhu’l-Beyân, I, 47)
Şunu da ifade etmek gerekir ki, hiçbir insan bir
diğeri hakkında kalbinin mühürlü olduğu bilgisine sahip olamayacağından, bu
yönde bir hüküm vermesi doğru değildir. Yine bilinmelidir ki, mühürlenen bir
kalbe sahip olan kişinin, Allah’ın dilemesi hariç, imana gelmesi imkânsızdır.
İman etmeden ve kalpleri mühürlü olarak âhirete
göçenlere ağır bir ceza, büyük bir azap hazırlanmıştır. “Azap”; tatlılığın yok
olması, acı, elem ve ızdırap demektir. Çünkü azap, hayatın tatlılığını, lezzet
ve halâvetini yok eder. Azabı tavsif eden “azîm” kelimesinde “büyüklük, çokluk
ve devamlılık” mânaları vardır. Dolayısıyla bu, cehennemde dâimî olarak azâba
uğramak; dehşeti, korkusu büyük; ateşten halkaları, susuzluğu, acı ve ızdırabı
çok olan azâba mahkum olmaktır. Bu, hem tehdit mânası ifade etmekte hem de âhirette
vaki olacak cezayı haber vermektedir. Ayrıca “azâp” ve “azîm” kelimelerinin
nekre olması, gerçek mâhiyetini Allah’tan başkasının bilmeyeceği pek çok ve pek
büyük azap çeşitlerinin bulunduğunu haber vermektedir.
Sûrenin başında önce şeref ve faziletleri sebebiyle
müttakîlerden, sonra onların tam zıddı olan kâfirlerden bahsedildi. Kur’ân
hidâyetine karşı kör ve sağır davranan bu grup hakkında söz fazla uzatılmadan
önemli vasıfları Sadece iki âyette bildirildi. Şimdi de bu iki grup arasında
gidip gelen ve hastalıklı bir şahsiyet sergileyen münafıkların durumuna dikkat
çekilmektedir. Onların hâl ve tavırlarından gelen on üç âyette tafsîlâtlı bir
şekilde bahsedilmiştir. Bu grup üzerinde uzunca durulması, hem tehlikelerinin
daha gizli ve daha büyük olması hem de imana gelme ihtimallerinin bulunması
sebebiyledir. Çünkü düşünce, niyet, hâl ve davranışlarının kötülüğünü ortaya
koymak; tâkîb ettikleri yolun yanlışlığını misâllerle anlatmak sûretiyle münafıklara
tesir etmek mümkündür. Bu vesileyle, kalplerinin yumuşaması ve içinde bulundukları
durumun doğru olmadığını anlayıp bundan vazgeçmeleri umulur. Böylece hastalıkları
iyileşir, manen temizlenir, İslâm’ın emirlerine boyun eğerek şu âyetle istisnâ
edilen kullardan olabilirler:
“Şüphesiz münafıklar cehennemin en
alt tabakasındadırlar. Onları oradan kurtaracak hiçbir yardımcı da bulamazsın.
Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini
tam bir ihlasla yaşayıp bütün samimiyuetleriyle Allah’a yönelenler başka. İşte
onlar gerçek mü’minlerle beraberdirler. Allah mü’minlere pek büyük bir mükâfat
verecektir.” (Nisâ 4/145-146).
Yüce Allah, İslâm toplumu için son derece tehlikeli
olan bu zümre hakkında mü’minleri uyanık tutmak, münafıkları da ihtar etmek
üzere onları ele verecek belli başlı vasıfları şöyle beyân buyuruyor:
Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Bakara Suresi 7. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...