Bakara Suresi 73. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kuran Meali ve Tefsiri

Bakara Suresi 73. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 73. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Bakara Suresi 73. Ayetinin Arapçası:

فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَاۜ كَذٰلِكَ يُحْيِ اللّٰهُ الْمَوْتٰى وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

Bakara Suresi 73. Ayetinin Meali (Anlamı):

“Kestiğiniz ineğin bir parçasıyla öldürülen kişiye vurun” dedik. İşte Allah, aklınızı çalıştırmanız için ölüleri böylece diriltir ve size âyetlerini gösterir.

Bakara Suresi 73. Ayetinin Tefsiri:

Rivayete göre Hz. Mûsâ zamanında hayli zengin ve yaşlı bir yahudi vardı. Çocuğu da yoktu. Kardeşinin çocukları ise oldukça fakir ve çaresiz bir durumda idiler. Amcalarının mirasına ve kan bedeline göz diken bu çocuklar, onu öldürüp bir tarafa attılar. Cinayeti de bir masu­mun üstüne yıkmaya çalıştılar. Katilin bulunamaması yüzünden toplumda nere­deyse silahlı mücadeleye kadar varacak bir gerginlik doğdu. Hâdise Hz. Mûsâ’ya bildirilerek kendisinden bir çözüm bulması istendi. O da Allah’tan aldığı vahye uy­gun olarak bir inek kesmelerini ve bunun bir parçasıyla maktulün cesedine vurma­larını emretti. Denilenin yapılması üzerine maktul dirildi ve kendisini öldürenin kimliğini açıkladı. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, I, 507) Bir mûcize eseri olarak ölünün dirilmesiyle bir yandan adâlet yerini bulup ihtilâf ortadan kalkarken bir yandan da yüce Allah'ın ölüleri diriltmeye muktedir olduğu gösterilmiş oldu.

Aslında ineğin kesilmesi ile birlikte İsrâiloğulları’nın kalplerinde bulunan ineği kutsal sayma düşüncesi ve ona karşı duyulan sevginin de kesilip ortadan kalkması gerekirdi. Gönüllerin tam mânasıyla Allah’a yöneltilmesi lazım gelirdi. Ayrıca Allah’ın kudretini ve ölüleri dirilteceğini gösteren bir mûcize olarak ölünün diriltilmesi de, İsrâiloğulları’nın imanlarını pekiştirmeli ve kalplerini rakîk bir hale getirmeliydi. Bu gibi hadiselerden sonra onlardan bu beklenirdi. Fakat böyle olmadı. Tam aksine kalpleri taş gibi katılaştı, hatta taştan daha katı hâle geldi. Onlar, kalplerinin mukayese edildiği taşı daha önceden tanıyorlardı. Taştan on iki pınarın fışkırdığını, Allah tecelli edince dağın lime lime eridiğini ve Mûsâ’nın yere düşüp bayıldığını onlar bizzat görmüşlerdi. Onların kalpleri ise bu taştan daha katıdır. Bütün olan bitene rağmen bir türlü yumuşamamakta, ilâhî korku ile titrememekte ve takvâ hisleriyle harekete geçememektedir. Bunlar, hayat emâreleri azalmış son derece kuru, çorak ve katı kalplerdir.

İşte İsrâiloğulları’nda sembolleştiği üzere kâfirlerin kalpleri, katılıkta mesel hâline gelmiş taştan daha katıdır. Âyet bunun gerekçelerini şöyle sıralamaktadır: Çünkü öyle taşlar vardır ki ondan tabiî veya teknik usullerle gürül gürül ırmaklar fışkırır. Kâfir kalpler ise hiçbir şeyden etkilenmez ve kendilerinden hiçbir mârifet fışkırmaz. Öyle taşlar vardır herhangi bir etkilenme ile çatlar da aralarından sular akar; akmasa da süzülür, sızar. Kâfir kalplerde böyle bir çatlama ve sızma da yoktur. Bazı taşlar da vardı ki yağmur, kasırga, zelzele gibi ilâhî kudretin eseri olan olaylardan etkilenerek, Allah korkusundan yerinden oynar, düşer, yuvarlanır. Halbuki kâfir kalpler, bu kadar ayan beyân olan ayetler ve kesin açıklamalar karşısında bile zerre kadar tesir altında kalmaz, teşvikten ve korkutmadan etkilenmez. Hâsılı taşlar bile Allah Teâlâ’nın kendileri için koyduğu kanunlara uygun hareket edip bereketli ve faydalı olabilirken, böyle katı kalplerin sahipleri Allah’ın emirlerine kayıtsız kalarak ne kendilerine ne de başkalarına faydalı olabilmektedirler. Halbuki Allah her şeyden haberdardır ve hiçbir şeyden gâfil değildir.

Allah Resûlü (s.a.s.), kalp katılığına karşı bizleri uyararak şöyle buyurur: “Allah’ı anmanın  dışında çok konuşmayın. Çünkü Allah’ı anmanın dışınıda sözün çokluğu kalp katılığına sebep olur. İnsanların Allah’tan en uzak olanı ise, kalbi katı olandır.” (Tirmizî, Zühd 62)

Bu bakımdan göz yaşarmaması, kalp katılığı, bitmek bilmeyen arzular ve dünyaya karşı aşırı tamah bedbahtlık alâmeti olarak kabul edilmiştir.

Şu hâdise, cansız diye bilinen varlıkların uyanıklığı ile inkârda Ebû Cehilleşmiş kâfirlerin gafletini izah sadedinde çok mühimdir:

Ebû Cehil, birgün Peygamberimiz (s.a.s.)’i aklınca imtihân etmek istedi. Ellerine taşlar alarak Resûlullah (s.a.s.)’in yanına geldi ve:

“- Bil bakalım, avucumda ne var? Gerçekten peygambersen ve sahiden göklerin ardındaki sırlardan haberdâr isen, bu kadar yakınındaki şeyleri de hemen bilmen lâzım!..” dedi. Allah Resûlü (s.a.s.):

“- Avucunun içindekileri ben mi söyleyeyim, yoksa onlar mı benim hak peygamber olduğuma şehâdet ederek konuşsunlar? Kudretullâh için senin avucundakileri dile getirmek çok basittir. Rabbim dilerse, bütün cansızlar canlanıp insan gibi konuşurlar. Esasen onlar, Allah’ın kudret ve azameti hakkında gönül sahiplerine nice sırlar ifşâ ederler. Fakat elbette sen ve senin gibi gâfiller, onların dilinden ve hâlinden anlayamaz!..” dedi.

Peygamberimiz (s.a.s.) böyle söylerken, taşlar bir bir dile geldiler. Kelime-i şehâdet getirdiler. Ebû Cehil, bu hâlden korktu, ürktü. Taşlar, elinden düştü. Nasipsiz bedbaht, iman edip kurtuluşu seçeceği yerde: “Yalan, yalan!” diye haykırdı. Sonra da:

“–Yeryüzünde seninle başa çıkabilecek bir sihirbaz olamaz!” dedi. Bu küfür tezâhürleri ile, kendisine kıyâmete kadar buğz edilecek kâfirlerin en mel’ûnu oldu. İlâhî rahmetten ebedî olarak uzaklaştırıldı. (bk. Mesnevî, 2154-2161. beyitler)

İmam Kuşeyrî (r.a.), âyete bahsedildiği üzere maktûlün diriltilip kâtilinin kim olduğunu söyleyebilmesi için ineğin kesilmesinin emredilmesinde şöyle bir işârî mâna olduğunu söyler: “Kalbini mânen ihyâ etmek isteyen kimse, buna ancak nefsini boğazlamakla erişebilir. Kim mücâhedelerle nefsini boğazlarsa, kalbini müşâhede nurlarıyla diriltmiş olur.” (Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, I, 52)

Bu bakımdan müslümanların, kalpleri böylesine taşlaşmış kişilerin hemen doğru yola gelmelerini beklemeleri boşunadır:

Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Bakara Suresi 73. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...