Barış Pınarı Harekatı İle Suya Düşürülen Hayaller
Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki terör koridorunu yok etmek için başlattığı Barış Pınarı Harekâtı’ndan rahatsızlık duyan, terör örgütüne yaptıkları yatırımın boşa çıkmasından dolayı hayal kırıklığına uğrayanlar sadece Siyonistler ve Batılı çevreler değildi. Suudi Arabistan, BAE ve Mısır gibi son dönemde Türkiye düşmanlığında sınır tanımayan kimi Arap ülkeleri de Barış Pınarı Harekâtı’na ilişkin kara propaganda da Batı dünyasını bile geride bıraktılar.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Pençe… Son olarak da Barış Pınarı…
Küresel emperyalizmin elbirliği ile Ortadoğu’da kurmak istediği “İkinci İsrail” projesine darbe vuran harekâtlar olarak tarihe geçtiler. İngiliz medyasına yansıdığı şekilde: “YPG’lilerin iç savaşın kaosu sırasında oluşturduğu yarı devletleri Rojava artık yok.” Barış Pınarı harekâtının, oluşturulmak istenilen terör koridorunu hak ile yeksan edişini İsrail medyasından The Jaruselam Post daha dramatik sözlerle aktarmıştı; “6 yıllık çalışma 6 günde çökertildi.”
Malum, Türkiye, Fırat’ın doğusundaki terör örgütlerine karşı sınır güvenliğini sağlamak ve Suriyeli mültecilerin evlerine dönmelerini sağlamak için Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölgenin kurulması gerekliliğini uzun zamandır dillendiriyordu. Güvenli bölgenin tesisi konusunda ayak sürüyen sözde müttefikimiz ABD ise bu noktada ayak sürümekle kalmıyor aynı zamanda “maşa örgüte” tırlar dolusu silah vermeyi sürdürüyordu.
ABD yönetiminin oyalama taktiklerinin farkında olduğu söyleyen Türkiye ise son olarak Eylül ayının sonuna kadar bekleneceğini, güvenli bölge tesisi konusunda istenilen adımların atılmaması halinde Türkiye’nin kendi göbeğini kendisinin keseceğini Washington yönetimine bildirmişti.
Nitekim öyle de oldu. “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir gece değil ama 9 Ekim’de bir ikindi vaktinde, dünya siyasi tarihinin en nobran kılıklı ABD Başkanı Donald Trump’ın o pespaye içerikli mektubunun Türkiye’ye ulaştığı gün, Barış Pınarı harekâtını başlattı. Hızla ilerleyişini sürdüren harekâtın 9. gününde varılan uzlaşıyla, başta ABD olmak üzere Batı’nın yanaşmadığı, 32 km derinliğe ve 444 km uzunluğa sahip alanın ‘güvenli bölge’ hâline getirilmesinin yolu açılmış oldu.
7 DÜVELİ, TERÖRİSTLERİN ARKASINDA SAF TUTTURAN MOTİVASYON
Barış Pınarı harekâtının birçok oyunu eş zamanlı olarak bozduğu muhakkak. Harekâtın “Rojova Devrimi”ne en ağır darbeyi vurduğu günlerde, “Türkler, Kürtleri katlediyor” yalanının uluslararası arenada, birçok çevre tarafından satın alınmasını sadece kamu diplomasisi konusunda yetersiz kalınmasıyla izah etmek mümkün değil. Neredeyse yedi düvelin bir terör örgütünün hâmiliğine soyunmasının sebeb-i hikmeti, motivasyonu neydi öyleyse? Batılı emperyalistlerin ve kimi sömürge artığı Arap rejimlerin “Kürtler” söylemiyle PKK/PYD’li teröristler için ağıtlar yakarken dertlerinin “Kürtler” olmadığı muhakkaktı.
Esed rejiminin kimyasal silahlarla katlettiği yüzbinlerce insana ağlamayan Batı dünyasının “Kürtler” diye çarpıttıkları PKK/PYD’liler için yaktıkları ağıtlarda ne kadar samimi olabilirlerdi ki!
Arap milliyetçiliği edebiyatı yapıp bir elin parmakları sayısınca dahi Suriyeli mülteciyi ülkelerine kabul etmeyen kimi Arap ülkelerinin Suriye’nin bütünlüğü ne kadar umurlarında acaba! Kendi halkını bile hunharca katledenler PKK/PYD teröristleri için mi üzüleceklerdi? Hiçbirinin derdi asla “Kürtler” olmadı… Onların derdi başkaydı.
Batılı emperyalistlerin, Yahudi lobisinin, neo-conların üzüntüleri, “İsrail’den sonra ikinci müttefikimiz, seküler Kürtler” dedikleri, PYD-YPG’li teröristlerle, sınırları Akdeniz’e ulaşan bir “terör devleti” hayalinin suyu düşmüş olmasından kaynaklanıyordu.
Despotik rejimlerini korumak adına, ruhlarını bile satmaya hazır, Kudüs’ü işgal devletine peşkeş çeken, sömürge artığı ve artık “Siyonist Araplar” diye anılan kimi Arap rejimlerinin Suriye’nin bölünmesine karşı çıkacaklarını beklemek aşırı saflık olur. Hele bunu ağababaları istiyorsa… Kudus’ü, Mescid-i Aksa’yı satan neyi satmaz ki!
HAYALLER; “İÇİNDEN SÜT VE BAL AKAN TOPRAKLAR” GERÇEKLER İSE BAMBAŞKA…
Geçen ay ki makalemizde de belirtmiştik, burada bir kez daha vurgulayalım. Osmanlı’nın parçalanmasından sonra böl-yönet mantığıyla bu coğrafyada, bağımlı, güçsüz 22 devlet çıkartmayı başaran Batı emperyalizmi sonraki süreçte, özellikle de işgal devletinin kurulmasından sonra en temel stratejisini, “İsrail’in güvenliği” üzerine bina etmiştir.
Çok parçalı ve kontrol edilebilir ülkelerden müteşekkil Ortadoğu’nun bu yapısını korumak, tarihi, etnik ve mezhebi ihtilafları canlı tutmak hatta daha da derinleştirilmek, küçüğü, büyüğe karşı palazlandırmak bu temel stratejinin diğer adımları olmuştur.
Özellikle Ortadoğu’yu alt üst eden Arap Baharı, İsrail’in güvenliği açısından işgal devletinin arzularının ötesinde sonuçlar ortaya çıkarmıştır. İsrail açısından risk teşkil eden bölgesel aktörler, askeri, ekonomik güçlerini, alt yapılarını, en önemlisi de insan kaynağını, birbirini kırarak tüketmiştir. Petrol denizi üzerinde yüzen Irak halkı dünyanın en müreffeh halkı olacağına, bugün en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamayacak şekilde sefilleri oynamaktadır.
İş onunla da kalmamış, bölgenin birçok despotik ülkesi ağababaları Amerika’nın talebi doğrultusunda rejimlerini koruyabilmek için hem ülkelerinin kaynaklarını ABD silah sanayiine ipotek ettirmişler, hem de İsrail ile ilişkilerini normalleştirme kuyruğuna girmiştir.
İşte, Arap Baharı’nın ortaya çıkardığı bu konjonktür İsrail açısından öylesine umut verici olmuştur ki, Siyonizm sevdalılarını, kutsal metinlerinde yer aldığı şekliyle “içinden süt ve bal akan topraklar” diye tanımlanan, Nil’den Fırat’a yani “Vaat Edilmiş Topraklar”a ulaşmanın çok da zor olmayacağı hülyasına sürüklemiştir.
İsrailli analist Oded Yinon’un 1982’de hazırladığı ve İsrail’in varlığının İslam ülkelerinin parçalanarak küçük yapay devletlere bölünmesine bağlı olduğu tezini işlediği raporda “bölgede Müslüman olmayan bir devlet” kurulmasının da önemine işaret edilmektedir. Marksist-Leninist ideolojiden beslenen, İsrail ve Batı medyası tarafından DAEŞ ile savaşan “seküler Kürtler” diye parlatılan PYD/PKK, parçalanan Suriye’de Siyonizm adına bu toprakları en iyi muhafaza edecek en uygun yapı olarak görülmüştür. İleride İsrail’in uydusu olacak bu yapıya bu yüzden yatırım yaptılar. Hatta önemli oranda onu devletimsi bir yapıya da ulaştırdılar. Ama olmadı. Devamını getiremediler. Türkiye, kararlı duruşuyla Amerika’daki neoconların ve Siyonist İsrail’in hayallerini süsleyen bu projeyi önce Fırat Kalkanı, ardından Zeytin Dalı, Pençe ve son olarak da Barış Pınarı harekâtı ile büyük bir darbe indirdi. Harekâta en büyük tepkinin, Cumhuriyetçisiyle, Demokratıyla Amerika’daki Siyonist yanlısı çevrelerden ve Siyonist işgal devletinden gelmesi işte bu yüzdendi.
BARIŞ PINARI VE “SİYONİST ARAPLARIN” TEPKİSİ
Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki terör koridorunu yok etmek için başlattığı Barış Pınarı Harekâtı’ndan rahatsızlık duyan, terör örgütüne yaptıkları yatırımın boşa çıkmasından dolayı hayal kırıklığına uğrayanlar sadece Siyonistler ve Batılı çevreler değildi. Suudi Arabistan, BAE ve Mısır gibi son dönemde Türkiye düşmanlığında sınır tanımayan kimi Arap ülkeleri de Barış Pınarı Harekâtı’na ilişkin kara propaganda da Batı dünyasını bile geride bıraktılar. Rusya’nın, İran’ın Suriye’deki katliamlarına seyirci kalan, neredeyse hiçbir konuda uzlaşamayan Arap Birliği, Mısır ve S. Arabistan’ın talebiyle acil toplanarak “işgal gücü” diye niteledikleri Türkiye’yi kınadılar.
Özellikle Suudi Arabistan, Mısır ve BAE medyası Türkiye karşıtı akıl almaz kara propagandanın en uçuk örneklerini sergilediler. FETÖ liderini yerinde ziyaret eden Sisi medyasının yorumcularından Nejet Dahi, programında konuk ettiği YPG teröristinin iddialarını, “DAİŞ lideri Ebubekir Bağdadi Türkiye’de, Erdoğan’ın himayesinde bulunuyor” diyecek kadar ileri gitti.
Yüzbinlerce Suriyeli sivili katleden yüz binlercesini de mülteci durumuna düşüren Esed için “Erdoğan’dan daha merhametli” diye bahseden Suudi televizyon yorumcusu ise Suudi medyasının Türkiye ve Erdoğan düşmanlığında geldiği noktayı özetliyordu aslında.
Yine Suudi Arabistan gazetelerinden Ukaz yazarı Ahmed Avad Türk ordusunun Selahaddin Eyyubi’nin torunlarıyla savaştığını öne sürecek kadar seviyesizleşirken, Suudi Arabistan El Cezire gazetesi yazarı Muhammed Eş-Şeyh de harekâta destek çıkan Katar’ın artık bir Arap ülkesi olmadığını ve Türkleştiğini iddia etti.
Kendi halkına karşı savaş açmış Arap rejimlerinin tüm bu saldırganlığına şaşırmamak lâzım. Arap Birliği toplantısının sonuç bildirisine yansıyan Türkiye düşmanlığı sadece ve sadece artık “Siyonist Araplar” diye tanımlanan diktatör devlet başkanlarının görüşlerini yansıtıyor, halklarının değil.
İSRAİL, İRAN’IN SURİYE’DEN ÇEKİLMESİNİ İSTEMİYOR
Barış Pınarı harekâtı sonrası Arap sosyal medyasında, bir paylaşım oldukça dikkat çekiciydi. Şöyle deniliyordu; “Farkında mısınız, İsrail, İran’ın ve vekillerinin Suriye’den çekilmesi gerektiğini dillendirmeyi bıraktı.”
Bu tespit gerçekten bir hakikati yansıtıyor. İsrail’in, Türkiye’dense, İran’ın Suriye’de kalmasını tercih eden bir noktaya gelmiş olması oldukça enteresan. Bunun en önemli nedenlerinden biri, bölgede terör devleti hayalini gerçekleştiremeyen İsrail, artık İran’ın Suriye’den çıkmasını istemiyor. Bu sayede Türkiye ile İran’ın karşı karşıya gelmesini umut ediyor hatta mümkünse kapışmalarını…
BARIŞ PINARI HAREKÂTI SONRASI ZOR SÜREÇ
Bu satırlar yazıldığı günlerde Barış Pınarı harekâtında ABD ile varılan uzlaşı gereği, terör örgütü unsurlarının güvenli bölgenin dışına çıkması için tanınan 120 saatlik mühletinin son saatleri yaşanıyordu. Gözler hem mühlet sonrası yaşanacaklara hem de Türkiye-ABD anlaşmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile gerçekleştireceği Soçi zirvesine çevrilmişti. Adana Mutabakatı’nın masaya yatırılacağı bu kritik görüşmeden ne çıkacağı merakla bekleniyordu. Soçi’de Erdoğan ile Putin’in bir şekilde uzlaşacakları ve Ortadoğu’da yeni bir dönemin başlatan sonucun çıkabileceği beklentisi daha bir ön bir plandaydı. Ama bu olumlu beklentinin yanı sıra işlerin daha da karışabileceği endişesi de yok değildi.
Güvenli bölgenin, sınırlarının ne olacağı, güvenliğinin kimin tarafından nasıl karşılanacağı konusunda Rusların Türkiye’ye nasıl bir öneride bulanacakları konusunda merak edilenler bu satırlar okunurken muhtemelen netleşmiş olacaktır.
Erdoğan-Putin görüşmesinden nasıl bir sonuç çıkacağının yanı sıra daha birçok sorunun cevabı aranıyordu. Mesela, ABD’nin yüzüstü bıraktığı terör örgütü PYD/SDG’nin bundan sonra Rusya’nın himayesine girip girmeyeceği sorusu en kritik sorulardan biri… Bu durumda Türkiye, PYD terör örgütü konusunda ABD ile yaşadığı zorluğu ve sıkıntıyı Rusya ile de yaşar mı? Rusya’nın, Türkiye’ye rejim ile temasa geçmesi konusunda yaptığı baskıların ne getirip ne götüreceği bir başka konu. Türkiye, katil Esed’e bundan sonra ne kadar güvenebilir? Ondan da önemlisi rejimle ile muhtemel bir uzlaşı halinde, güvenli bölgeye yerleştirilmek istenilen Suriyeliler Esed’e güvenip bu bölgeye giderler mi? Türk askerlerinin yanında savaşarak onlarca askerini şehit veren ama rejimin, “terörist” diye nitelediği Milli Ordu’nun akıbeti ne olur? Tüm bunlar Barış Pınarı harekâtı sonrası, zor sürece ilişkin zor sorular…
KİMSENİN KİMSEYE KAPTIRMAK İSTEMEDİĞİ KOZ
Sosyal medyada dikkat çeken bir başka paylaşım ise Türkiye’den, gazeteci Mehmet Akif Ersoy’dan; “PKK İran ilişkisini, PKK İsrail ilişkisinden bağımsız okuyamayız. Terör örgütünün en önemli avantajı; herkesin elindeki “Koz” olması. Kimse kimseye kaptırmak istemiyor. Tamamıyla yok edilmediği takdirde (ki bu zor bir ihtimal) bölge bu açmazdan çıkamayacak.”
Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 405
YORUMLAR