Barışın Yolu Savaştan mı Geçiyor?
Ortadoğu’da neler oluyor? Barış için savaş gerekli mi? İran, İsrail'e saldıracak mı? Netanyahu'nun amacı ne? Batı'nın İsrail'e desteği sürecek mi? Hamas'ın yeni lideri Tahya Sinvar ile direnişin seyri ne olur? Beytullah Demircioğlu yazdı...
Siyonist yapı Hitleri gölgede bırakan katliamlarını sürdürüyor. Neredeyse bir yıldır sürdürdüğü soykırım savaşında, kadın, çocuk demeden 40 bini aşkın Filistinliyi katletti. Katlettikçe daha da azgınlaşan haydut devlet, artık kural temelli uluslararası sistemin yıkılmış olmasından alabildiğine istifadeyle soykırımını sürdürüyor. Netanyahu’un yularını ellerinde tutan Batı emperyalizmi ise bu felaketi durdurmak şöyle dursun daha çok çocuk öldürsün diye silah ve istihbarat desteği vermeye, katliamlarına kalkan olmaya devam ediyor.
- Hamas ile Siyonist yapı arasında kurulan ateşkes masalarının biri devriliyor, diğeri kuruluyor. Zira Netanyahu’nun faşist kabinesi kurulan ateşkes masasına uzlaşmak için değil devirmek için oturuyor. Hedefleri uzatabildikleri kadar soykırım savaşını uzatmak, gerekirse savaşı bölgeye yaymak ve İran’ı içine çekecekleri bir savaş zemini hazırlamak...
- Mevcut konjonktür nedeniyle Ortadoğu’da suların durulması öyle kolay gözükmüyor. Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev’in, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye’nin Tahran’da şehit edilmesi sonrası dile getirdiği “Ortadoğu’da barışı temin etmenin tek yolu topyekûn bir savaştan geçiyor” kanaati daha bir ön plana çıkıyor…
- Velhasıl Ortadoğu’da tansiyon oldukça yüksek. Gerek Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin Tahran’da şehit edilmesi, gerek Hizbullah’ın üst düzey isimlerine yönelik suikastlar Gazze’de cereyan eden soykırım savaşını tüm bölgeyi içine alan topyekûn bir savaşa dönüştürme riskini bir hayli artırmış gözüküyor. Egemenliği altındaki topraklarda misafirini koruyamayan Tahran yönetimi Siyonistlere karşı yüksek perdeden dillendirdiği tehditlerini bu sefer hayata geçirebilecek mi? Bu satırların kaleme alındığı günlerde cevabı aranan soruydu bu. Tahran yönetimi tehditlerinin üzerinden bir hafta geçmesine rağmen henüz bir misillemede bulunmamış, geçmişteki örneklerinde olduğu gibi sabırla “stratejik sabır” tespihini çekmeye devam ediyordu.
İran’ın Misilleme Konusunda Yaşadığı İkilem
Aslında Tahran yönetimi ciddi bir ikilem içerisinde. Bir tarafta egemenliği altındaki topraklarının Siyonistlerce yolgeçen hanına dönüştürülmüş olmasının ezikliği içinde bir misilleme yapma gereği duyuyor. Misillemede bulunmadığı takdirde caydırıcılığını iyiden iyiye yitireceğinin, bu provokasyonların arkasının geleceğinin farkında. Ancak diğer taraftan ise bu misillemenin sonuçlarının ne olacağını öngöremiyor. Hem askeri kapasitesinin ve ambargolar altındaki ekonomisinin hem de böyle bir savaşta Batı dünyasının yanı sıra Körfez ülkelerinin de Siyonistlerin yanında yer alacağının farkında. Dolayısıyla Tahran yönetimi misillemesinin topyekûn bir savaşa dönüşmesini istemiyor. İçinde bulunduğu bu açmaz karşısında onurlu bir çıkış yolu arıyor.
İranlı analistlere göre o çıkış yolu Gazze’de varılacak bir ateşkes kararı olabilir. Mesela, İranlı İsrail Uzmanı Profesör Seyyid Hadi Burhani: "Gazze'de ateşkes karşılığında misillemeden vazgeçmesi İran'ın prestijini ve popülaritesini artıracaktır" diyor. O’na göre Tahran’ın talepleri doğrultusunda Gazze’de sağlanacak bir ateşkes İran’ın Arap ve İslam ülkeleri üzerindeki olumsuz imajına olumlu yansıyacaktır. Bunun yanı sıra ekonomik sebeplerden ötürü savaşın bölgeselleşmesini istemeyen Batılı ülkeler ile Tahran arasındaki ilişkilerin güçlenmesine de zemin hazırlayacaktır. Batı ile yeni sayfa açma vaadiyle seçilen yeni Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan’ın da işine gelebilecek bir hamle olacaktır bu sonuç.
“Taktik Başarı, Stratejik Başarısızlık"
-Netanyahu ve faşist kabinesi Gazze’ye yönelik saldırılarını, Hamas’ı bitirmek ve rehineleri kurtarmaya çalışmak gibi sahte gerekçelerle izah etmeye çalışsa da nihai hedefinin Gazze’yi Filistinsizleştirmek olduğu artık ayan beyan ortada. Alt yapı üst yapı her yeri tarumar ederek yaşanmaz hale getirdiği Gazze’den tüm Filistinlileri göçe zorlamak isteyen katiller neredeyse bir yıldır vahşice gerçekleştirdiği bütün denemelere rağmen bunu başarabilmiş, Gazzelileri yıldırabilmiş değiller.
-Heniyye’nin şehadeti ile Siyonist yapının faşist kabinesi geçici bir zafer ilan etse de Hamas'ı ortadan kaldırmak ya da rehineleri serbest bırakmak gibi hiçbir hedefine ulaşabilmiş değil. Nitekim bu suikast Siyonistlerin medyasında “Taktik Başarı, Stratejik Başarısızlık" olarak yorumlandı.
Netanyahu, İran Fobisini Canlı Tutmak İstiyor
-Siyonistler “kendimizi savunma hakkını kullanıyoruz” klişesinin artık inandırıcılığını kaybettiğini farkındalar. Daha rasyonel yalanlara ihtiyaç duyuyorlar. Soykırım savaşının “Hamas-İsrail” çatışmasından “İran-İsrail” ekseninde cereyan eden bir savaşa evrilmesini istiyorlar. Bu durumunun uluslararası zeminde özellikle de Batı dünyasında ellerini güçlendireceğini hesap ediyorlar.
- Aslında İran kadar İsrail de kontrolden çıkmış bir savaşın sonuçlarını öngöremiyor. Siyonist askeri uzmanlar topyekûn savaştan endişeli. Siyonistlerin ordusundan emekli Tümgeneral Yitzhak Brik; “İran ve Hizbullah'a yönelik herhangi bir önleyici saldırının net şekilde bölgesel savaşa yol açacağını, İsrail ordusunun ne ulusal alt yapısını savunacak ne de İran, Hizbullah ve vekillerini yenecek bir gücü var” diyor ve ekliyor: “İsrail'in bölgesel bir savaşta ayakta kalması tamamen ABD'ye bağlı.”
“İsrail, Kendini Güçlü Değil Zayıf Hissettiği İçin Sınırları Zorluyor”
- ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR)'nin dergisi Foreign Affairs, Gazze’de insanlıktan çıkmışçasına sergilediği saldırganlığı “İsrail, kendini güçlü değil zayıf hissettiği için sınırları zorluyor” ifadeleriyle açıklıyor ve ekliyor:
“İsrail’in şu anki hesaplarını anlamak için ülkenin ruh halinin 7 Ekim’den bu yana nasıl değiştiğini anlamak önemli. Hamas’ın saldırısından önce İsrail’in özgüveni zirveye ulaşmıştı. İsrail, Filistinlilerle olan anlaşmazlığını çözmese bile Arap devletlerinin kendisini kabul edeceğine ve İran ile müttefiklerini neredeyse hiçbir sonuçla karşılaşmadan ya da ABD’den aldığı desteği tehlikeye atmadan vurabileceğine inanmaya başlamıştı. Sonra, neredeyse bir gecede, bu özgüven yerini derin bir savunmasızlık hissine bıraktı.
Analizde İsrail’in stratejik hesaplar yapmadan çılgınca bir çabayla taktik avantajlar elde etmeye çalıştığını, ancak taktik zaferler yeni dinamikleri değiştirmeyeceği gibi "direniş ekseni" üyelerini de caydırmayacağı vurgulanıyor. Zira “direniş ekseni”nin beklenmedik şekillerde el yükseltebileceği ve İsrail'i bir kez daha şaşırtabileceğine işaret ediliyor.
Batı’nın Siyonistlere Desteği İlanihaye Sürecek mi?
- Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler, soykırımı durdurmaya çalışmak yerine Siyonist rejimi desteklemesine destekliyorlar ama bu desteğin ilanihaye sürmeyeceğine ilişkin ciddi kaygılar besliyor Siyonistler. Zira uluslararası çevrelerde Siyonistlere eskisi gibi sıcak bakılmıyor. Algı yavaş da olsa değişiyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları bu gerçeği gözler önüne seriyor.
ABD’deki seçim süreçlerini etkileyen AIPAC gibi Yahudi lobileri, ABD genelinde Filistin davasının artan popülaritesini dengelemek için artık çok daha büyük paralar harcamak zorunda kalıyorlar.
El Cezire’deki analizinde Rami G. Khouri “AIPAC ve diğer İsrail yanlısı lobilerin ABD’deki seçim sürecini etkilemeye yönelik agresif finansman kampanyalarının 2016'dan bu yana ulusal bir endişe haline gelen ABD seçimlerine yabancı müdahalenin bir başka boyutu olarak görüldüğünün” altını çiziyor.
Geri tepebilecek bir başka umutsuz İsrail yanlısı önlemin de Filistin yanlısı görüşleri, suç sayan, Filistin davasını destekleyen kâr amacı gütmeyen kuruluşları cezalandıran ya da Filistin yanlısı protestolara izin verdikleri için üniversiteleri federal fonlardan mahrum bırakan yasaların çıkarılması yönündeki çabalar olduğuna dikkat çeken Khouri; “Bu tür yasalar İsrail yanlısı lobiciliği birçok Amerikalının gözünde gerici, anti-demokratik bir güç olarak daha da lekeleyecektir.” diyor.
ABD’deki İsrail lobisinin Filistin davasının artan popülaritesine karşı koymasının ne kadar zorlaştığını ortaya koyan bu tabloya mukabil Avrupa’da da benzer bir süreç yaşandığını söylemek mümkün. Mesela ABD’den sonra Siyonistlere en büyük siyasi ve askeri destek sağlayan Alman hükümetine mukabil Almanların % 68’i savaşın yayılması halinde İsrail’e askeri destek verilmesini reddediyor. Fransız Le Monde gazetesi yayın müdürü Hazanavicius ise Gazze’deki yaşananların ardından “Tüm dünya Yahudilerden nefret etmeye başlıyor. Bundan endişe ediyorum.” diyor. İskoçya İsrail ile tüm ilişkilerini kesme kararı alması, dünyada İsrail’i boykot kavramının yayılmaya başlaması, Kolombiya Devlet Başkanı, Filistinli çocukları öldüren bombaların yapımında kullandıkları için İsrail'e kömür ihracatını yasaklaması bir şeylerin değiştiğini gösteren önemli gelişmeler.
Sivillerin ölümüne sebep olan şey direniş değil, işgaldir.
Batı kamuoylarında Filistin davasına bakışta olumlu değişimler yaşanırken kimi Körfez ülkelerinde Hamas üzerinden Filistin davasını ötekileştirmeye yönelik girişimleri ve itibar suikastlığını anlamak mümkün değil. Hem de bunun sözüm ona din adamlarının yapması hiç ama hiç anlaşılır değil. Mesela; Kuveytli Selefi din adamı Salim et Tavil diyor ki “Hamas’ın direnişi bilgisayar oyunundan farksız.” Dünya Müslüman Birliği Genel Sekreteri (Rabıta) Suudi Arabistanlı Abdülkerim el İsa; “7 Ekim Aksa Tufanı’nı lanetliyoruz. Bir diğer Suudlu din adamı Mahir el Kahdani, Siyonistlerin İsmail Heniyye’yi şehit etmesini hamd edilecek bir durum olarak nitelendiriyor. Yine Suudi Arabistanlı din adamı Abdülaziz el Riis: “Veliyyul emr yani devlet başkanlarına Gazze konusunda baskıda bulunmanın doğru olmadığı” şeklinde vaaz ediyor.
Liderlerin dalkavukluğunu yapan sözüm ona din adamlarının bu hezeyanlarına mukabil Filistinli siyasetçi Hıristiyan Azmi Bişara; “Gazze’de Filistinli kadın ve çocukların ölümlerine neden olan direniş örgütleri değil işgaldir” sözleriyle İslam dünyasının hal-i pürmelalini gözler önüne seriyor.
Sünni Araplar Destekledi de Hamas Kabul Etmedi mi?
Körfez ülkelerinin siyasilerinin ve din adamlarının Hamas’ı şeytanlaştırması ve hatta liderlerini tekfir etmelerinde ana sebebin Hamas’ın İran ile olan yakın teması gösteriliyor. Evet, Filistin konusunda hep gürleyen ama bir türlü yağmayan İran’ın Filistin davasını kendi Pers çıkarları doğrultusunda suistimal ettiği doğrudur. Şii İran’ın son 15-20 yıl içinde katlettiği sünni sayısı en az İsrail’in katlettiği Filistinlilerin sayısı kadar belki de daha fazladır o da doğru. Ama başka doğrular da var. Filistin davası ve direniş örgütlerinin Sünni dünya tarafından yalnız bırakıldığı, ideolojik sebeplerle şeytanlaştırdıkları Hamas’ın İran’ın kucağına itildiği gibi bir gerçekliği de kimse yok sayamaz. Ne Hamas ne de liderleri ne fikren İrancı ne de sözüm ona kimi din adamlarının şeytanlaştırdıkları gibi “Rafizi” değiller. İran’ın kucağına itilmişliğinin çaresizliği içinde birçok bölge ülke yönetimlerinin yaptığı gibi topraklarını savunurken siyaseten rasyonel olan neyse onu yaptılar, yapıyorlar. Topraklarını savunmak için silaha ihtiyaçları var, onu kim veriyorsa ona yakınlaşmak zorunda kalıyorlar. Söz konusu Sünni yönetimler ve din adamları, İran’dan silah aldı diye şeytanlaştırdıkları direniş örgütlerine kendilerini savunsunlar diye silah verdiler de almadılar mı? Siyaseten desteklediler de onlar yine de İran’ın kapısını mı çaldılar?
Siyasi parodi programlarıyla tanınan Mısırlı gazeteci Yusuf Hüseyin: “Binlerce Sünni’nin katili Nusayri Esed’i Arap Ligi’ne kabul eden, kırmızı halılarla karşılayarak onu onura eden Sünni rejimler, neden İsmail Heniyye’nin Şii İran ile görüşmesine karşı çıkıyorlar” diye haklı olarak soruyor? Haksız mı?
- Sinvar ile Birlikte Direnişin Seyri Ne Olur?
İsmail Heniyye’nin şehadeti sonrası İslami Direniş Hareketi HAMAS'ın yeni siyasi büro başkanı Yahya Sinvar oldu. Gündemdeki sorulardan biri de Heniyye sonrası Sinvar döneminde direnişinin seyrinin ne olacağı idi. İsrailli analist Avi Issakhrov "Hamas liderlik etmesi için en tehlikeli kişiyi seçti." diyerek Hamas’ın Sinvar tercihinin Siyonistler açısından ne anlama geldiğini açıklamış oldu. İsrailli yazara göre Netanyahu iki hata yaptı: Birincisi geçmişte Yahya Sinvar’ı rehin takası ile serbest bırakması, ikinci ise daha ılımlı İsmail Heniye’ye öldürmesi…
Sinvar ömrünün 24 yılını İsrail cezaevlerinde geçirmiş, yıllarca ağır işkenceler görmüş, Siyonistlerle yapılan esir takası sonucu serbest kalmış bir isim. Heniyye gibi Filistin davası uğrunda ağır bedeller ödemiş, Siyonistler açısından demir leblebi bir lider. Gazze'deki direnişin arkasındaki akıl olarak biliniyor. 7 Ekim Aksa Tufanı’nın da mimarı. İbraniceyi kitaplar çevirecek kadar çok iyi bilen entelektüel bir isim aynı zamanda.
-"Allah'a yemin ederim ki izzet ve şerefle geçen bir dakikalık hayat, işgal askerlerinin postallarının altındaki bin senelik hayattan daha hayırlıdır.”
-"Dünya bizden kendimizi kibar, istekli ve iyi huylu kurbanlar olarak sunmamızı, tek bir itiraz bile çıkarmadan öldürülmemizi mi bekliyor? Bu mümkün değil. Hayır, bize verilen güçle halkımızı savunmaya karar verdik."
Bu sözleriyle tanınan Sinvar döneminde Hamas’ın daha dirençli bir çizgide yürüyeceği beklentisi daha ön planda.
Filistinli gazeteci Said el Haj, Heniyye’nin şehadeti sonrası yaşananlardan hareketle Hamas’ın Siyonistlere verdiği mesajları şöyle özetliyor:
- Müzakerelere direk katılım olmaksızın çok daha kararlı bir duruş.
- Hamas ve İslami Cihad ile “istişhadi eylemlere” yeniden başlangıç.
- Hamas’ın elindeki esir siyonistlerin hayatına ilişkin tehdit ve uyarılar.
Mahmud Abbas TBMM’de Konuşmalı mıydı?
Filistin davasına ihanet etmekle suçlanan, meşruluğu tartışılan Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın TBMM’de konuşturulması çokça tartışıldı. Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan da biliyor Abbas’ın Filistinliler nezdinde bir karşılığı olmadığını. Ama kabul edilsin ya da edilmesin resmi sıfatı itibariyle Filistin yönetiminin başkanı olarak kabul ediliyor kendisi. Abbas’a TBMM konuşma imkânı sunulmasını Türkiye’nin Filistin politikasının sadece Hamas'a dayanmadığını göstermesi açısından önemliydi. Zira bu noktada yoğun bir propaganda yürütülüyor.
Siyonistlerin Gazze’deki pervasızlığının en önemli üç tane önemli nedeni sayılır. Birincisi Batı’nın kayıtsız şartsız desteği, ikincisi Arap rejimlerinin ve İslam dünyasının Gazze konusunda ortak bir tavır sergilememesi, üçüncüsü de Filistinli siyasi grupların hepsinin ayrı telden çalması. Türkiye uzun zamandır hem İslam ülkeleri nezdinde Filistin konusunda ortak bir siyaset belirlemede öncü bir rol üstlenmeye çalışıyor hem de Filistinli gruplar arasındaki ihtilafları giderme gayreti içinde. Abbas’ın Türkiye ziyareti ve TBMM’de konuşturulmasını bu minvalde atılmış adımlardan biri olarak görmek gerekiyor. Mesele o kadar büyük ki Abbas’ın TBMM’de konuşmasına müsaade edilmesi tali bir konu olarak kalıyor.
Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 463