Başkalarında Gördüğün Kötü Huylar Kimin?

Karşılaşılan kötülüklerin bir kısmı muhâtabın istihkâkı ile gerçekleştiğinden kötü hâdiselerde nefsi yoklayıp kendini hesaba çekmek lâzım gelir. Bu sebeple konuşmadan evvel ağzımızdan çıkacak lafızlara dikkat etmeliyiz.

Hazreti Mevlânâ Mesnevî'de “Yeryüzünde bir zayıf, bir zavallı emân diyecek, Hakk’tan yardım isteyecek olursa, gökyüzü ordusuna (meleklere) bir gürültü düşer.” (c.1, 1315)

“Ey insan, başkalarından gördüğün zulümler, kötülükler, senin kendi kötü huyunun onlardan aksetmesidir, görünmesidir.” (c.1, 1318) diyor.

KÖTÜ HUYUNUN AKİS VE TECELLİSİ

Hadîs-i şerîfte, mazlûmun âhından korkulması tavsiye edilmiş, mazlumun bedduâsının bâr-gâhı ulûhiyete vâsıl olmasına hiçbir şeyin engel teşkil edemeyeceği bildirilmiştir. Bu sebeple zulümden içtinâp etmek lâzım gelir. Buna rağmen mazlum da, mâruz kaldığı zulüm ve kötülüklerin kendi kötü huyunun bir başkasında akis ve tecellisi ile karşılaştığını düşünmelidir. Nitekim Mevlânâ, insanın iç ve dış dünyasındaki huzur ve huzursuzluğu diğer beyitlerinde şöyle ifade etmektedir:

“Eğer sana bir diken batmış ise, bil ki o dikeni sen dikmişsindir! Şâyet yumuşak ve latîf kumaşlar içinde isen, o kumaşı da sen dokumuşsundur!”

“Sen, kendi huyunun, tabiatının derinliklerine inseydin, kötülüğün, ahlâksızlığın senden, kendinden olduğunu anlardın.

Eğer sen, Allâh nûru ile baksaydın, kötülük hususunda başkasını ayıp­lar, başkasının kusurlarını görür de gaflete düşer mi idin?”

NEFSİNİ YOKLAYIP HESABA ÇEK!

Gerçi bir insanın mâruz kalacağı ibtilâlar ve sû-i muâmeleler, her zaman onun vâkî bir hatasının neticesi değildir. Öyle olsaydı, ma’sumiyet sıfatı olan enbiyâ, hiçbir kötü muâmeleye mâruz kalmazdı. Bu ibtilâlar, kimi zaman imtihân âlemi olan dünya hayatının iktizâsı, kimi zaman da kişinin mânevî tekâmülüne yardımcı olmak gayesine mâtuftur.

Lâkin karşılaşılan kötülüklerin bir kısmı da, yukarıda zikredildiği gibi muhâtabın istihkâkı ile gerçekleştiğinden böyle hâdiselerde nefsi yoklayıp kendini hesaba çekmek lâzımdır. Bu sebeple konuşmadan evvel ağzımızdan çıkacak lafızlara dikkat etmelidir. Zîrâ maksad, kalplere hançeremizden dökülen dikenler saplamak değil; kalpleri kalbimizin içinde saklamak olmalıdır. Davranışlarımız da sözlerimizi te’kîd etmeli ve her hâlimizden çevremize güzellikler yansımalıdır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.