Beden Sahurda Ruh Seherde Beslenir

İbadet Hayatımız

Ramazan’da güne hazırlık için sahurlara kalkarız. Bedenlerimiz sahurlarda, ruhlarımız ise seherlerde gıdalanırsa ruh ve beden ahengi sağlanmış olacaktır. Peki seherleri nasıl değerlendirmeliyiz?

Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübarek hayatında, Ramazan; özlenen, beklenen ve kendisine kavuşmak için Yüce Rabbe iltica edilen bir ay idi. Şüphesiz beklenen her güzellik için, onun gönüldeki değerine uygun bir hazırlık yapılır. Bu hazırlık maddî olabilir, mânevî olabilir. Efendimiz de hayatı boyunca hep kavuşmayı arzu ettiği bu mağfiret ayına hazırlık yaparak girerlerdi.

Ümmetine her hususta emsâlsiz bir örnek olan Sevgili Peygamberimiz, ferdî ve ictimâî ibâdetlerin aynı zamanda bir araya geldiği bu ayda ibadetlerin her birinin îtikâdî, amelî ve kalbî vechelerini bizzat ümmetine ta‘lim buyurmuşlardır.

Öncelikle, Kim inanarak, sevâbını umarak oruç tutarsa geçmiş günahları afvolunur.” (Buharî, Teravih) beyanı ile orucun dolayısı ile Ramazanın kul-îman; kul-ümit ilişkisine işâret etmişlerdir.

Daha sonra, teravih, fıtır sadakası, zekât, oruçluya iftar ettirmek, esirleri serbest bırakmak, kendisinden bir şey isteyen herkesin ihtiyacını gidermek gibi Hak Teâlâ’ya yakınlaşmaya vesile olacak bütün ictimâî ibâdetleri bizzat öncülük ederek tavsiye buyurmuşlardır.

Daha özelde ise Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-’in Ramazan ayındaki en büyük sürûru, Cebrâil -aleyhisselam- ile yaptığı hususi Kur’an mukabelesi ve buluşmaları idi. Bu özel buluşmanın şükrünü de her zamankinden daha farklı îfâ ederlerdi.

İbni Abbâs -radıyallahu anh- der ki:

“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- insanların en cömerdi idi. O’nun en cömert olduğu vakitler de Ramazanda Cebrâil -aleyhisselam- ile buluştuğu zamanlardı. Cebrâil -aleyhisselam- Ramazanın her gecesi Hz. Peygamberle buluşur, karşılıklı Kur’an okurlardı. Bundan dolayı Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Cebrâil -aleyhisselam- ile buluştuğunda, esmek için engel tanımayan bereketli rüzgarlardan daha cömert olurdu.” (Buharî, Bed‘ul-vahy) Kur’anla buluşmak ve infak, efendimiz’in birini diğerinden ayırmadığı, hayat programının iki müstesnâ unsuruydu.

Oruç, fecir (imsakla) başlar. Bundan önce ise sahur vardır. Sahurlar imsaktan önce, seher vaktinde Allâh’ın kullarına ikram ettiği rabbânî nimetler sofrasıdır. Bu ilâhî nimetler sofrasına bir şükrâne olarak aynı vakit yapılabilecek, Rabb’in râzı olup methettiği bir başka güzellik daha vardır ki, o da her ibâdetin hem anahtarı hem de mührü denilebilecek istiğfarlardır.

İSTİĞFAR BİR ANAHTARDIR

İstiğfar bir anahtardır; afvedilmenin kapısını aralar. O kapıda kabul edildiği uman kul tertemiz bir halde ibâdete koyulur. İstiğfar aynı zamanda ibâdetin bir mührüdür, zîrâ ibâdetin kabulü de yine Ma‘budu hakîki Cenab-ı Hakk’ın kabulüne bağlıdır.

Denebilir ki, istiğfar Cennetten dünyaya taşınan ilk söz olmuştur:

 “Âdem ve Havva -aleyhisselam- (Cennette) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz (Âdem ve Havva) Senin emrine karşı gelerek, Senin ve bizim düşmanımız İblis’e ise itaat edip, bize yasakladığın meyveyi yemek sûreti ile bizzat kendimize bir kötülük ettik. Eğer Sen bizim bu günâhımızı (zellemizi) örtmez bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen muhakkak zarara uğrayanlardan oluruz.” (A‘raf, 23)

İlâhî rahmet, Âdem -aleyhisselam-’a öyle tecelli etmişti ki, Rabbine nasıl tevbe ve iltica edeceğini yine kendisi vahiy yolu ile Hak Teâlâ’dan telâkkî etmişti. (Bakara, 37)

İstiğfar, sözle ve bilfiil, sadece Allah’tan bağışlanmayı, afvedilmeyi istemek demektir. Rabb Teâlâ’ya takarrübe/yaklaşmaya, kullardan her türlü belâ ve sıkıntıların giderilmesine,  azâb-ı ilâhinin kaldırılmasına, Cennet nimetlerine nâiliyyete, kalbin safâsına, günahların afvedilip bağışlanmasına, rahmet-i ilâhinin celbine, rızıkların bereketlenmesine vesîledir.

Âyet-i kerîmelerin beyanı ile

  1. “Allah bütün kullarına istiğfarı emreder.” (Bakara, 199)
  2. “Allah istiğfar eden kullarını metheder.” (Âl-i İmrân, 117)
  3. “İstiğfar müttakîlerin sıfatıdır.” (Âl-i İmrân, 135)
  4. “Allah istiğfar edenleri bağışlar.” (Nisâ, 110)

İstiğfar peygamberlerin sünnetidir. Yüce kitabımızda Âdem, Nûh, Mûsâ, Şuayb ve Sâlih -aleyhimüsselam-’ın istiğfarları anlatılır.

Allah Rasûlü Efendimiz’in hayatına bakıldığında ise, gelmiş ve gelecek her türlü hatası önceden bağışlandığı halde dâimâ istiğfâr ve tevbe halinde yaşadığı müşahede edilir. “Şüphesiz kalbimi (bazan) bir (ince) perde kaplar da, Rabbimden günde yüz kere mağfiret dilerim.” (Müslim, Zikir) buyurmaları bu cümledendir.

Rasûl-i Kibriyâ’nın hayatında farklı istiğfar ifâdeleri olmakla beraber, bir istiğfârlarını, bütün istiğfarların seyyidi/başı olarak ifade etmişler ve ümmetini bu istiğfara devama teşvik etmişlerdir.

Şeddâd bin Evs Hazretleri’nden rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İstiğfârın efendisi ve en üstünü şöyle demendir:

«Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Senin kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lûtfettiğin nîmetleri yüce huzûrunda minnetle anar, günahımı îtirâf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları Senden başka affedecek kimse yoktur.»”

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- sözlerine şöyle devam etmişlerdir:

“Her kim, bu Seyyidü’l-İstiğfârı sevâbına ve fazîletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse, o cennet ehlindendir. Yine her kim, sevâbına ve faziletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse, o kişi de cennet ehlindendir.” (Buhârî, Deavât, 2, 16. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101; Nesâî, İstiâze, 57/5519; Tirmizî, Deavât, 15/3393)

Seyr u sülûk erbabının, günlük evrâdının en önemli bölümü olan bu seyyidü’l-istiğfârın özellikle seherlerde bütün incelikleri hissedilerek, idrâk edilerek telaffuz edilmesi, şuurlu îfâsı mânevî terakkî için çok önemlidir.

Seyyidü’l-İstiğfârı hissederek, idrak ederek îfâ eden bir mü’min;

  1. Rabbinin ulûhiyyet ve rubûbiyyetini,
  2. Kendisinin O Rabbe muhtaç bir kul olduğunu,
  3. Ruhlar âleminde “Sen bizim Rabbimizsin ilâhî” diye vermiş olduğu ahd ü peymânı unutmadığını,
  4. Vermiş olduğu bu söze gücü yettiğince sâdık kalacağını,
  5. Üzerindeki bütün nimetlerin lutfedildiğini,
  6. Bunca nimete karşılık, hata ve günahtan kendisini koruyamayıp günahını itiraf ettiğini,
  7. Bu günahlardan dolayı afvedilmeye muhtaç olduğunu ve
  8. Rabbinden başka günahları afvedecek bir melce (sığınak) bulunmadığını, Nebevî bir ifâde ile beyan etmiş olur.

Böyle bir istiğfarın; dil ile ifası sırasında kalbin de yaptıklarının pişmanlığı ve bir daha işlememe azmi ile hazır bulunması kulu arzu ettiği mağfirete nâil edecektir.

Ramazan’da güne hazırlık için sahurlara kalkarız. Bedenlerimiz sahurlarda, ruhlarımız ise seherlerde gıdalanırsa ruh ve beden ahengi sağlanmış olacaktır. Rabbimiz, rahmet, mağfiret ve sonu cehennemden âzadlık olan bu mübârek ayda, Rezzak, Tevvâb, Gafur ve Gaffar esmasının tecellilerine mazhar eylesin. Âmin.

Kaynak: Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi Mayıs 2020, Sayı:411