Bedir Savaşı Sonrası Genimetler Hakkında İnen Ayetler

Ganîmetler hakkındaki İslâmî kâide henüz bildirilmediği için, Bedir’de alınan ganîmetlerin paylaşımı husûsunda ihtilâf çıktı. Ayrıca Bedir’de kardeşi şehîd olan Sa’d bin Ebî Vakkâs da, katlettiği Saîd bin Âs’ın kılıcını alarak Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e geldi ve bunun kendisine verilmesini istedi. İşte bu hâdise ve talepler üzerine daha Bedir’den ayrılmadan ve ganîmetler paylaştırılmadan Enfâl Sûresi’nin ilk âyeti nâzil oldu:

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِ قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۤ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ

“Sana ganîmetlerden soruyorlar. De ki: Ganîmetler Allâh’a ve Rasûlü’ne âittir. Onun için siz gerçekten mü’minlerseniz Allâh’tan korkun da birbirinizle aranızı düzeltin, Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin!” (el-Enfâl, 1)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu ganîmetleri Medîne’ye yakın bir yerde savaşa katılan mücâhidlere eşit olarak ve yerli yerince taksîm etti.

Daha sonra savaş ganîmetleriyle ilgili tafsîlâtlı hükümler ihtivâ eden aynı sûrenin 41. âyeti nâzil oldu:

وَاعْلَمُوۤا اَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ وَمَاۤ اَنْزَلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

“Şunu da biliniz ki, ganîmet olarak aldığınız herhangi bir şeyden beşte biri mutlakâ Allâh içindir. O da Peygamber’e ve O’na yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara âittir. Eğer siz Allâh’a inanmışsanız ve hak ile bâtılı ayıran o gün, iki ordunun karşılaştığı o (Bedir) günü kulumuza indirdiğimiz âyetlere îmân etmişseniz, bunu böyle biliniz. Ve biliniz ki Allâh, her şeye kâdirdir.” (el-Enfâl, 41)

Bu âyete göre ganîmetlerin beşte biri Allâh’a, Rasûlü’ne, O’nun akrabâsına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara âittir.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendi hissesiyle âile fertlerinin ihtiyâcını karşıladıktan sonra, artan kısmı Beytülmâl’e koymuş ve bunu müslümanların ihtiyaçları ile ordu giderleri için harcamıştır.

Amr bin Abese -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kıble istikâmetinde (sütre olarak) bir ganîmet devesi bulunduğu hâlde bize namaz kıldırdı. Namaz kılındıktan sonra, hayvanın yan kısmından bir kıl aldı (ve elinde tutup göstererek):

«–Ganîmetinizden humus dışında şu kadarı bile bana helâl değildir. Kaldı ki, humus da size iâde ediliyor (sizin için harcanıyor.)» buyurdu.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 149/2755)

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, elinde nesi var nesi yoksa ashâbının muhtaçlarına verirdi. Hâlbuki çoğu zaman kendi evinde günlerce ocak yanmaz, yemek pişmezdi. O’nun ve âilesinin ekseriyetle bir günlük yiyeceklerinin bile bulunmadığı pek çok rivâyetten anlaşılmaktadır. O’nun bu husustaki ahlâkını şu rivâyet açıkça ortaya koymaktadır:

Enes -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e Bahreyn’den mal getirildi. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Onu mescide dökün!» buyurdu. Bu mal (şimdiye kadar) Allâh Rasûlü’ne getirilenlerin en çok olanı idi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namaza gitti ve mala hiç nazar etmedi. Namaz bitince gelip malın yanında durdu. Her gördüğüne ondan veriyordu… Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tek dirhem bile kalmayıncaya kadar hepsini dağıtmadan oradan ayrılmadı.” (Buhârî, Salât 42, Cizye 4, Cihâd 172)

***

Kur’ân-ı Kerîm’deki Enfâl Sûresi, Medîne’de hicretin ikinci senesinde nâzil olmuştur. Büyük bir kısmı, Bedir Gazvesiʼnden bahsettiği ve Bedir günlerinde nâzil olduğu için bu sûreye “Bedir Sûresi” de denilmiştir.

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.