Bedir’in Aslanları
Bedir Savaşı’nda Peygamber Efendimizin seçtiği ve öne çıkan üç kişi kimdir? Kısaca Bedir’in aslanları.
Bedir, kızgın kum düzgünlüğünden ibaret bir saha... Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin ordusu bu kızgın kumlukta mevzi aldı. Karşılarında daha evvel gelip mevzi alan küfür ordusu... Su, düşman safının arkasında.
İslâm ordusunun ayak bastığı saha ise insanı ve hayvanı içine doğru çeken, yutan bir kuraklık girdabı. İnsan, at, deve, bütün canlılar, dizlerine kadar kumda. Gökte fıkırdayan güneş, yerde sivri kayaların akrep dişleri.
Sahabiler arasındaki ızdırap, kum üstündeki kaynar hava, dalga dalga karışmış, göklere doğru buram buram tütmede. Birden ilâhî imdat. Göklerden billur billur boşalan yağmur. Kum, insan, hayvan, taş her şey suya doydu.
BEDİR SAVAŞI’NDA ÖNE ÇIKAN ÜÇ KİŞİ
Ve cenk başladı. Küfür safından üç kişi meydana atılıp haykırdı.
- Er diliyoruz!
Bunların karşısına Medineli sahabilerden, Avf, Muaz ve Abdullah İbn-i Revaha dikildi. Kâfirler öfke ile haykırdı.
- Siz kimsiniz? Kim oluyorsunuz? Bizim karşımıza çıkacak...
İslâm mücahidleri isim ve şöhretlerini tek tek sayıp ilave ettiler:
- Biz ensardanız! Allah Rasûlü’nün Medineli yardımcılarından. Kuduz kâfirler avaz avaz bağırdı:
- Bizim sizinle işimiz yok! Siz bizim dengimiz olamazsınız. Ve karanlık suratlarını Peygamber otağına çevirip narayı bastılar:
- Bize içimizden, kanımızdan soyumuzdan denk olanları çıkar!
Allah’ın bütün yeryüzünü ayaklarının altına, bütün gökyüzünü de başının üstüne çekip kendisine top yekûn bağışladığı peygamberler peygamberi, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem mukaddes parmaklarını oynattılar:
Kalk ya Ebû Übeyde! Kalk ya Hamza, kalk ya Ali! Üç cengaver ileri atıldı ve kâfirlerin karşısına. Kâfirler usulleri icabı, yeni gelenlere şan ve şöhretlerini sordular:
- Siz kimlersiniz?
Üç büyük İslâm kahramanı teker teker şerefli unvanlarını saydılar:
Küfürden cevap:
- İşte tam istediklerimizsiniz, tam bize denksiniz!.. Karşılıklı yürüdüler, kılıçlar pırıltılı kavisler çizdi... Müslüman cenkçilerin en yaşlısı Ebû Übeyde Hazretleri...
Küfrün en genci Velid ile karşılaştı. Bahadırlar bahadırı Hazret-i Hamza’ya da Utbe düştü... Allah’ın arslanı Hazret-i Ali’ye de Şeybe.
Kılıçların şimşek gibi çaktığı görüldü.
Hazret-i Ali kerremallahü vecheh’in şanlı kılıcı hasmının silahını mum gibi büken ve eriten bir yıldırım inişiyle her şeyi bitirdi. Kâfirin feryadı dalga dalga yükseldi:
- Ah öldüm!
Ve ikiye biçilen bir odun halinde yere yuvarlandı... Yer bir kan havuzu. İslâm ordusunda tekbir sesleri... Kâfirlerde bir gulgule.
Hazret-i Hâmza radıyallahu anh da Utbe isimli kâfirle karşı karşıya... Kâfir henüz kılıcına davranmıştı ki Hazret-i Hamza’nın şanlı kılıcının yıldırımdan bir gülle gibi beynine indiğini gördü ve bir çürük ağaç gibi yere serildi.
Fakat yaşı hayli ilerlemiş olan Ebû Ubeyde radıyallahu anh Hazretleri, genç hasmı önünde aynı başarıyı gösteremedi. Müthiş bir iman hamlesiyle savurduğu kılıcına, düşmanı kadar kendisi de hedef oldu. Hamle tam genç kâfire geçmek üzere iken Hazret-i Ali ve Hazret-i Hamza, atıldılar bir vuruşta kâfirin işini bitirdiler.
Üç azılı kâfir kanlar içinde ve kum üstünde ruhsuz yatıyor ve çarpık suratla rahmet indiğine inanmadıkları göklere bakıyorlar.
Kainatın Efendisi sallallahu aleyhi ve sellem, ağaç dallarından bir gölgelik yaptırmış ve altına geçmişlerdi... İlk büyük İslâm cenginin Peygamber karargâhı.
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem karargâhından çıkıp sahabilere şöyle buyurdu:
– “Kalkınız! Müttakiler için hazırlanmış olan gökler ve yer genişliğindeki cennete giriniz.”
Ensardan Ümeyr radıyallahu anh yerinden fırladı ve:
- Ey Allah’ın Rasûlü, cennetin genişliği göklerle yer kadar mıdır?
- Evet öyledir.
- Oh oh ne iyi, ne iyi.
- Sen ne için ne maksatla böyle söyledin?
- Ey Allah’ın Rasûlü ben vallahi ona gireceklerden olmayı arzu ettiğimden böyle söyledim.
- Sen muhakkak oraya gireceklerdensin!
Umeyr’in elinde hurmalar vardı... Hemen onları fırlattı ve kılıcını çekip cenk sahnesine yürüdü. Ve ortalığı çınlattı.
Demek ki benimle cennete girmekliğim arasında şunların beni öldürmesinden başka bir şey lazım değilmiş! Allah’a maddî azıklarla değil, ancak Allah korkusu ile ahiret ameli ile Allah yolunda cihadlarda sabır ve sebat göstermekle gidilir, diyerek düşman saflarına daldı. Ve önüne geleni devire devire ilerledi. Nihayet en büyük arzusuna kavuştu... Gönül dudakları ile şehâdet şerbetini içti. Ve muazzez ruhu cennetlere uçdu. (Tarihe Şan Verenler, Necati Bursalı)
Kaynak: Sâdık Dânâ, İslam Kahramanları 1, Erkam Yayınları