Behlül Dânâ Hazretleri’nden Hikmetli Sözler ve Tavsiyeler

Behlül Dânâ Hazretleri’nden hikmetli sözler ve tavsiyeler...

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur: “Din, nasihattir.” (Müslim, Îmân, 95)

Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa muhteşem ikrâmı, ebedî ve mükemmel mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerim; baştan sona hikmettir, öğüttür, nasihattir, ibret dolu kıssa ve bin bir hissedir.

Başta sahâbî efendilerimiz olmak üzere, bütün Hak dostları Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in zamana yayılmış zirve mâhiyette, müstesnâ talebeleridir.

BEHLÜL DÂNÂ HAZRETLERİ’NDEN HİKMETLİ SÖZLER VE TAVSİYELER

Behlül Dânâ Hazretleri, Harun Reşid’in sütkardeşi idi. Hakikatleri hayret verici bir şekilde ifade eden meczup bir zât idi. Halîfe ile aralarında çok nükteli hâdiseler yaşanmıştır.

ÜÇ SUAL

Behlül Dânâ Hazretleri, bir gün Harun Reşid’e sordu:

–Ey halîfe, sana üç suâlim var:

  • Yer üstünde en fazla olan,
  • Yer altında en fazla olan,
  • Gökyüzünde en fazla olan nedir?

Harun Reşid, bu suâli gayet basit bularak şu cevabı verdi:

–Yeryüzünde en çok olan canlılardır.

Yer altında en çok olan mevtâlardır.

Gökyüzünde en çok olan da kanatlılardır; kelebekler, kuşlar, vesâiredir.

Behlül Dânâ ise Harun Reşid’e mânidar bir şekilde bakarak şu mukabelede bulundu:

“–Hayır ey halîfe, sen işin zâhirî tarafını söyledin. Hakikatini söylemedin.

Gerçek şu ki:

Yeryüzünde en çok mevcut olan şey; tamahlardır, hırslardır, kıskançlıklardır, bitmek-tükenmek bilmeyen nefsânî arzulardır.

Yer altında en çok mevcut olan şey de; «eyvah, vah vah» ile «keşke»lerdir.

Gökyüzünde en çok mevcut olan ise Arş-ı Âlâ’ya yükselen sâlih amellerdir.

(Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde íóÇ áóíúÊó / Âh keşke!” ifadeleri vardır. Cenâb-ı Hak bu ifadelerle, insanın âhiretteki pişmanlıklarını haber vererek, bizleri şimdiden îkaz buyurmaktadır.)

EKSİĞİ VAR!

Devrin birinde bir hükümdar, muazzam bir saray yaptırır. Bir Hak dostunu da sarayına davet edip her tarafını dolaştırır, temâşâ ettirir; sonra da sorar:

“–Efendim, sarayımı nasıl buldunuz? Beğendiniz mi?”

Allah dostu zât, hükümdarın beklemediği bir cevap verir:

“–Sarayın gerçekten şâşaalı, muhteşem bir bina olmuş. Her şey neredeyse mükemmel, fakat mühim bir eksiği var.

Nükteyi kavrayamayan hükümdar, şaşkınlıkla sorar:

“–Neymiş o eksik?”

Hak dostu, mânidar bir tebessümle cevap verir:

“–Her şeyi var fakat bekāsı yok!”

Behlül Dânâ Hazretleri de, bir gün Harun Reşid’in yaptırdığı ihtişamlı bir sarayı görünce dayanamamış, onu îkaz mâhiyetinde sarayın duvarına şu veciz ve şiirî ifadeleri yazmıştı:

–Ey Harun! Çamuru yücelttin, fakat dîni alçalttın, ona hizmet etmedin; kireci yücelttin, fakat nassı yani Kur’ân ve Sünnet’i alçalttın, onlara gereken değeri vermedin.

Eğer bu sarayı kendi malından yaptıysan israf ettin demektir, Allah ise israf edenleri sevmez.

Yok, beytülmalden alıp yaptıysan, o zaman da ümmete zulmettin demektir, Allah zulmedenleri de sevmez.

ÇARŞI AĞASI

Behlül Dânâ bir gün Harun Reşid’den bir vazife ister. Harun Reşid de ona der ki:

“–Çarşı-pazar ağalığını, yani denetimini sana veriyorum. Dolaş ve bana çarşı-pazar hakkında bir mâlûmat getir.”

Behlül Dânâ hemen işe koyulur. İlk olarak bir fırına gider. Birkaç ekmek tartar. Hepsi normal ağırlığından noksan gelir. Fırıncıya dönüp;

“–Hayatından memnun musun, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğun ağız tadıyla yaşayıp gidiyor mu?” diye sorar.

Fırıncı ise bütün bu sorulara menfî olarak cevap verir. Yani hayatta memnun olduğu bir şey yoktur.

Behlül bir şey demeden o fırından, bir başka fırına geçer. Orada da birkaç ekmek tartar. Görür ki bütün ekmekler olması gereken ağırlığından daha fazla. Aynı sualleri bu fırının sahibine de sorar. Bütün sorulara müsbet cevap alır. Yani fırıncı gayet huzurludur.

Behlül, başka bir yere uğramadan doğru Harun Reşid’in huzûruna çıkıp vazifesini yerine getirdiğini söyler. Harun Reşid der ki:

“–Behlül, daha yeni vazife verdik sana, ne çabuk bıktın?”

Behlül de şunu îzâh eder:

“–Efendim, çarşı-pazarın ağası zaten varmış. Benden önce ekmekleri tartmış. Buna göre herkes zaten hesabını ödeyip durmakta. Çarşının başka bir ağaya ihtiyacı yok!..”

BİR KERE OTURDUM!

Behlül, bir gün kardeşi Harun Reşid’in tahtına geçip oturmuştu. Birkaç dakika geçtikten sonra sarayın muhafızları onu tahttan indirdikleri gibi üstüne bir de dayak attılar. Behlül ağlamaya başladı. O anda Harun Reşid gelerek Behlül’ün neden ağladığını sordu. Onun tahta çıkıp oturarak büyük ve affedilmez bir hata işlediğini, kendilerinin de onu tahttan indirip dövdüklerini söylediler. Bu duruma üzülen Harun Reşid;

“–Behlül böyle hatalardan dolayı dövülür mü?” deyip kardeşinin gönlünü aldı. Behlül Dânâ Hazretleri kardeşine;

“–Kardeşim ben, beni dövdüler diye ağlamıyorum. Ben birkaç dakika tahta çıkmakla bu kadar dayak yedim, yarın senin durumun ne olur, ne kadar dayak yiyeceksin diye düşünüyor ve onun için ağlıyorum.” dedi.

Bu sözler Harun Reşid’in gözlerini yaşarttı;

“–O hâlde söyle, nasıl hareket edersem kurtulurum?” diye sordu.

Behlül Dânâ Hazretleri de şu nasihatte bulundu:

“–Adâletle hükmet, kimseyi incitme, millet senden memnun olup sana duâ etsinler. Ancak o zaman kurtulursun.”

MES’ÛLİYET

Anlatılır ki Harun Reşid hacdan dönerken Kûfe’de bir müddet kaldı.

Bir gün dışarı çıkınca, Behlül Dânâ, yoluna dikildi. Avazı çıktığı kadar üç kere;

“–Ey Harun!” diye bağırdı.

Harun şaşırarak;

“–Kim bu beni çağıran?” diye sordu.

Behlül olduğunu söylediler. Harun durdu ve perdenin kaldırılmasını emretti. İnsanlarla perde gerisinden konuşurdu. Behlül’e;

“–Beni tanıyor musun?” dedi.

Behlül;

“–Evet, seni tanıyorum.” dedi.

Harun Reşid;

“–Ben kimim öyleyse?” dedi.

Behlül;

“–Sen o kimsesin ki; sen batıda olduğun hâlde doğuda birisine zulmedilse, Allah Teâlâ kıyâmet gününde onu sana sorar.” diye cevap verdi.

Harun, Behlül’ün sözünün tesiriyle ağlamaya başladı. Behlül’e dönerek;

“–Benim hâlimi nasıl görüyorsun?” dedi.

Behlül;

“–(Bu suâlinin cevabını) Allâh’ın kitâbına arz ediyorum. Allah Teâlâ;

«Ebrâr / sâlihler muhakkak cennettedirler.

Fâcirler de cehennemdedirler.» (el-İnfitâr, 13-14) buyuruyor.” dedi.

Harun;

“–Amellerimizin durumu nicedir?” diye sordu.

Behlül;

“–Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder.” (Bkz. el-Mâide, 27) âyetini okuyarak cevap verdi.

Harun Reşid;

“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e akrabalığımıza ne dersin (Bunun âhirette bana faydası olmaz mı)?” diye sordu.

Behlül;

“–Sûr’a üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar.” (el-Mü’minûn, 101) âyetini okuyarak cevap verdi.

Harun Reşid;

“–Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bize şefaati nerede kaldı?” dedi.

Behlül bu defa;

“–O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığının dışındakilere şefaat fayda vermez.” (Tâhâ, 109) âyetiyle cevap verdi.

Harun;

“–Bir ihtiyacın var mı?” dedi.

Behlül;

“–Evet, günahlarımı bağışlaman ve beni cennete koyman.” dedi.

Harun;

“–Bu benim elimde değil.” deyip boynunu büktü.

HANGİ TARAFA?

Behlül Dânâ Hazretleri, yol üzerindeki bir vîrânenin yıkılmak üzere olan eğilmiş duvarına bakıp sık sık âkıbetini tefekkür ederdi. Yine bir gün derin bir tefekkürle orayı seyrederken duvar ânîden çöküverdi.

Bu hâdise Behlül Dânâ Hazretleri’nde gözle görülür derecede büyük bir sürûra vesile oldu. Onun bu büyük sevincine mânâ veremeyen insanlar, merakla ondaki bu değişikliğin sebebini sordular.

Behlül Dânâ Hazretleri, onlara şu cevabı verdi:

“–Duvar meyilli olduğu tarafa yıkıldı!”

Hazret’in az evvelki sevincine bir türlü akıl erdiremeyen insanlar, Behlül Dânâ’nın bu sözleriyle iyice şaşkınlaştılar;

“–Peki, bunda şaşılacak ne var?!.” diye sordular.

O ise, derin tefekkürünün bir neticesi olan şu hikmetli cevabı verdi:

“–Mademki dünyadaki her şey nihayetinde meylettiği tarafa yıkılıyor, benim de meylim Hakk’a doğrudur, o hâlde ben de ölünce -inşâallah- Hakk’a varırım.

Ey ahâlî, rükû ve secdelerimizle Hakk’a meylimizi her an artırmaya gayret edelim ki, başka yönlere yıkılmayalım!”

KENDİ ELİNLE ATEŞ GÖTÜRME!..

Behlül Dânâ, uzun bir müddet Harun’un yanına uğramadı. Karşılaştıklarında Harun Reşid, merakla sordu:

“–Behlül, çok oldu görünmedin, nerelerdeydin?”

Behlül;

“–Bana cehennemi gösterdiler, oradaki vaziyeti seyrettirdiler.” diye cevap verdi.

Harun Reşid bu cevaba şaştı kaldı;

“–Nasıl girdin oraya, ateş seni yakmadı mı?” dedi.

Behlül Dânâ, halîfeyi dehşete düşüren şu cevabı verdi:

“–Hayır, orada hiç ateş görmedim.

Çünkü;

Cehenneme herkes ateşini dünyadan kendisi getiriyormuş!..”

BAYRAM TARİFİ

Bayram;

  • Güzel ve yeni elbiseler giyenler için değil,
  • İlâhî azaptan emîn olup ebedî hüsrandan kurtuluşa erenler içindir.

Yine bayram,

  • Güzel güzel binitlere binenler için de değil,

hata ve kusurlarını terk ederek hâlis bir kul hâline gelebilenler içindir...

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdetten Günümüze HİDÂYET REHBERLERİ, Yüzakı Yayıncılık

İslam ve İhsan

BEHLÜL DÂNÂ'NIN SON NEFES ENDİŞESİ

Behlül Dânâ'nın Son Nefes Endişesi

BEHLÜL DÂNÂ HAZRETLERİ VE HARUN-U REŞİD

Behlül Dânâ Hazretleri ve Harun-u Reşid

BEHLÛL DÂNÂ HAZRETLERİ’NİN TEFEKKÜRÜ

Behlûl Dânâ Hazretleri’nin Tefekkürü

BEHLÜL DÂNÂ HAZRETLERİ’NDEN HALİFE HÂRUN REŞİT’E ÜÇ SORU

Behlül Dânâ Hazretleri’nden Halife Hârun Reşit’e Üç Soru

HÂRUN REŞİD VE BEHLÜL DÂNÂ HAZRETLERİ'NİN İBRET DOLU KONUŞMASI

Hârun Reşid ve Behlül Dânâ Hazretleri'nin İbret Dolu Konuşması

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.