Beni Kaynuka Neden Sürgün Edildi?

Beni Kaynuka kabilesi hangi zanaat ile öne çıkmıştır, Beni Kaynuka ne zaman ve nereye sürüldü? Beni Kaynuka’nın sürülmesi.

Medine’de Yahûdîler üç kısımdı: Nadîr Oğulları, Kurayza Oğulları, Kaynukâ Oğulları. Bunlar kısmen Medine’nin içinde, kısmen hâricinde ikâmet ederler­di. Medine’nin sanat, ticâret ve ekim-dikim işlerini ellerine almışlardı. Bu sebeple hepsi de servet sahibi idi. Medine’nin iktisâdî hâkimiyeti bunların elindeydi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Medine’ye hicret ettiğinde, bunların dînî hürriyetlerini kabul ederek mal ve can emniyetlerini korumayı taahhüd etmiş, bunlarla muâhede yapmış idi. Ancak onlar sözlerinde durmadılar.

BENÎ KAYNUKA NEDEN SÜRGÜN EDİLDİ?

Târihçiler, Benî Kaynuka kabilesinin Bedir Gazvesi’nden sonra sürüldüğü husûsunda ittifak etmişlerdir. 2. senenin Şevvâl ayının ortalarında bir cumartesi günü sürülmüşlerdir.

Müslümanlar Bedir’de Allah Teâlâ’nın lütfuyla büyük bir zafer kazanınca Yahûdiler öfkelendiler ve yakıcı bir hased duygusuna garkoldular. Öylesine kötü bir hâle büründüler ki düşmanlıklarını ızhâr etmeye başladılar.

İbn-i Abbâs (r.a) şöyle buyurur:

“Rasûlullah (s.a.v) Bedir günü Kureyş’i hezimete uğratıp Me­dine’ye gelince, Yahudileri Kaynuka oğulları çarşısında toplayıp:

«‒Ey yahudi cemaati! Kureyş’in başına gelenler sizin de başınıza gelmeden Müslüman olun!» dedi. Onlar ise:

«‒Ey Muhammed! Kureyş’ten savaş bilmeyen tecrübesiz bir top­lulukla savaşman seni aldatmasın. Eğer sen bizimle savaşsaydın, bizim nasıl insanlar olduğumuzu ve bizim gibi bir cemaatle daha evvel hiç kar­şılaşmadığını anlardın!» dediler.

Bunun üzerine Al­lah şu âyet-i kerîmeleri inzâl buyurdu:

«O küfredenlere de ki: Siz mutlak yenileceksiniz ve toplanıp Cehennem’e sürüleceksiniz, o ise kalınacak ne fenâ bir yerdir. (Bedir’de) karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışan bir grup, diğeri ise bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kâfir bir grup. Allah (c.c) dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır».” (Âl-i İmrân, 12) (Ebû Dâvûd, Harâc, 21-22/3001)

Âyetin iniş sebebinin husûsî olması, onun umûmî olan hükmünü tahsis etmez. Bu sebeple âyet-i kerîmelerde aynı zamanda tüm inkâr edenlere hitâb edil­mektedir.

Müslüman bir kadın Benî Kaynuka çarşısına mal getirip satmış ve bir işi sebebiyle kuyumcu dükkânına oturmuştu. Yahudiler onun yüzünü açmak istediler, o da reddetti. Kuyumcu fark ettirmeden elbisesinin ucunu sırtına tutturdu. Kadın kalkınca avret yeri açıldı, onlarda gülüşmeye başladılar. Kadın feryat edince bir müslüman gelip kuyumcunun üzerine atladı ve onu öldürdü. Yahudiler de o müslümanı öldürdüler. Müslümanın âilesi diğer Müslümanlardan yardım isteyince müslümanlar Yahudilere karşı iyice öfkelendiler. Araları çok gerildi. Böylece yahudiler ahdlerini bozmuş oldular. (İbn Hişâm, II, 47)

Yahûdilerinin sürülme sebebi, İslâm’ı kabul etmemeleri değil, yaptıkları düşmanlıklar, Medîne’de emniyeti ihlâl etmeleri ve Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in onlarla birlikte selâmet içinde bir hayat yaşamanın imkânsızlığına kanaat getirmesi idi.

Benû Kaynuka, münafık başı Abdullah bin Übey bin Selûl’ün kabilesiyle eskiden beri anlaşmalı idiler. Onlar yahudilerin en cesurları idiler ve kuyumculukla meşgul oluyorlardı. Düşmanlıklarını açıkça ızhâr edip kin kusmaya başladıklarında, Allah Rasûlü (s.a.v) büyük bir hıyânette bulunmalarından korktular. Medîne’ye Ebû Lübâbe bin Abdülmünzir (r.a)’ı vekil bırakarak beyaz sancağı bağlayıp Hz. Hamza’ya verdiler. Zi’l-Ka’de ayının hilâli görülünceye kadar onları 15 gün muhâsara ettiler. Bu muhâsara yahudileri çok sıktı ve büyük meşakkatlere düştüler.

Neticede Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in hükmüne râzı olarak kalelerinden indiler. Malları ganimet olacak, kadınları ve çocukları esir edilecekti. Allah Rasûlü (s.a.v) emir buyurdular, elleri bağlandı. Bu esnada Abdullah bin Übey bin Selûl gelerek Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’le konuştu ve çok ısrar etti:

“‒400 zırhsız, 300 zırhlı, bugüne kadar beni Arap-Acem her türlü insandan korudular, şimdi Sen onları bir sabahta biçecek misin!” diyordu.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) onun ısrarı karşısında gazaplandılar ve başından defetmek için:

“‒Onları sana bağışlıyorum!” buyurdular. Kabilenin Medîne’den sürülmesini emrettiler. Kendileri Şam’daki Ezruât’a gittiler, malları da ganimet olarak ashâb-ı kirâma taksim edildi. (Vâkıdî, I, 176-177; İbn-i Sa’d, II, 29)

Şu âyet-i kerimelerin ve devamının, Abdullah bin Übey’in Yahudilerle dostluk kurması üzerine nâzil olduğu rivâyet edilir:

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola çıkarmaz. Kalplerinde nifak illeti bulunanların: «Başımıza tersine bir devir gelir diye korkuyoruz» diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih yahut katından bir emir ihsân ediverir de onlar, içlerinde gizledikleri şeye pişman olurlar.” (el-Mâide, 51-52) (Taberî, VI, 274-275; İbn-i Kesîr, II, 67-69)

Bunun üzerine Ubâde bin Sâmit (r.a):

“‒Yâ Rasûlallâh! Benim yahûdilerden çok sayıda dostum vardı. Ben şu anda Yahûdilerin dostluğundan berî olduğumu, onlardan uzaklaşıp Allah’a ve Rasûlü’ne sığındığımı, Allah ve Rasûlü’nü dost edindiğimi îlân ediyorum!” buyurdu. (Vâhıdî, et-Tefsîru’l-Vasît, II, 196; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VI, 391/32301)

 İşte kalbi nifakla dolu İbn-i Übey ile Muhammedî terbiye ile cilâlanan Ubâde (r.a) arasındaki açık fark… Ubâde bin Sâmit (r.a) câhiliye asabiyetinin izlerinden, nefsinin hevâ vü heveslerinden ve şahsî menfaat hislerinden kurtulmuş şuurlu mü’mine en güzel örnek…

BENÎ KAYNUKA’NIN SÜRÜLMESİNDEN ÇIKARILAN İBRETLER VE HİKMETLER

- Bu vâkıa, Yahûdilerin tabiatının ne derece gadir ve hıyanetle yoğrulduğunu gösterir. Onlar beraber yaşadıkları komşuları aleyhine sinsi planlar kurmadan ve çeşitli hâinlikler düşünmeden asla yaşayamazlar. Onlar bunun için bütün sebep ve vesileleri üretme hususunda tam bir kâbiliyet sahibidirler.

- Çarşıya gelen Müslüman kadının yüzünün kapalı olması, o zamanki tesettür hakkında bir bilgi vermektedir. Bunu takviye eden başka rivayetler de bulunmaktadır.[1]

- Bazı fiil ve sözlerinden münafık oldukları anlaşılmasına rağmen yine de zâhire göre hükmedilerek onlara dünyada Müslüman muâmelesi yapılmıştır. Adâletin insanlar arasında oyuncak hâlin gelmemesi için bu kâideye riâyet etmek şarttır. Ancak bu, kötü niyetli insanlara karşı dâimâ tedbirli ve uyanık davranma esasına hiçbir zaman ters düşmez.

- Bir Müslüman, hiçbir zaman bir gayrimüslimi dost edinemez. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınması bunun hâricindedir. (Âl-i İmrân, 28)

Bu yasak, hiçbir zaman onlara kin beslemeyi emretmez. Müslüman hiçbir insana kin besleyemez. Burada Allah için birine buğz etmekle ona kin beslemenin arasındaki büyük farka dikkat etmelidir. Birincisi Allah’ın râzı olmadığı bir münker sebebiyle onu yapan kimseye duyulur, ikincisi ise amellerine bakmaksızın insanın şahsına duyulur. Allah için buğz etmek, günahkâra duyulan şefkat sebebiyledir. Kin ise böyle değildir.

Gayrimüslimleri dost edinmeme emri, onlara karşı adâleti tatbikte ve ahidlere hürmet göstermede gevşek davranmayı gerektirmez. (el-Mâide, 8)[2]

Dipnotlar:

[1] Bûtî, Fıkhu’s-Sîre, s. 168-169. [2] Bûtî, Fıkhu’s-Sîre, s. 171-172.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

YAHUDİLER VE BENİ KAYNUKA GAZVESİ

Yahudiler ve Beni Kaynuka Gazvesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.