Benlik Uçurumu
Nefsin mayasında, kibir ve enâniyet vardır. Kendini beğenmek, dâimâ kendi menfaatini düşünmek vardır. Peki kul Hak yolculuğunda benlik uçurumuna düşmemek için ne yapmalıdır?
İnsan, bu cihan dershânesine Cenâb-ı Hakk’a kulluk için gönderilmiştir. Bu imtihanın bir cilvesi olarak, insana nefs verilmiştir.
Nefsin mayasında, kibir ve enâniyet vardır. Kendini beğenmek, dâimâ kendi menfaatini düşünmek vardır.
Nefsin bir sıfatı جَهُولًا / çok câhildir.
- Cihâna niçin geldi?
- Geliş niye, gidiş niye?
- Kimin mülkünde yaşıyor?
- Bu akış nereye?
Nefis, cehâleti ve gafleti sebebiyle bunların farkına varmamaktadır.
Ayrıca nefis, ظَلُومًا / çok zâlim sıfatındadır. Nefsânî arzuların girdaplarında boğularak, ebedî hayatını mahvetmekte, bilhassa kendi kendisine zulmetmektedir.
Bu sebeple;
Nefsin fücûrunu takvâ ile bertaraf edemeyenlerin hüsrâna uğrayacağı, ancak onu tezkiye edenlerin felâha erişebileceği bildirilmiştir.
Nefsin; «Ben / Ene» deyişindeki hudut bilmez taşkınlığını, Firavun ve Nemrut gibi ilâhlık taslayan zorba idarecilerde temâşâ ederiz.
İkisi de tahtlarını korumak için bebeklere dahî kıyacak derecede cânîleşen bu zavallı zâlimler, benliklerinin öylesine sarhoşu olmuşlardır ki;
-Hâşâ-
“–Ben de can bağışlar ve öldürürüm!”
“–Sizin için kendimden başka ilâh bilmiyorum!”
“–Ben sizin en büyük rabbinizim!” gibi azgınca lâkırdılar sarf edebilmişlerdir.
EY HAK YOLCUSU!
Hazret-i Mevlânâ der ki:
“Ey Hak yolcusu! Gerçeği öğrenmek istiyorsan; Musa da Firavun da ölmediler. Bugün senin içinde yaşıyorlar, senin varlığına gizlenmişler, hak ve bâtıl olarak senin gönlünde mücadelelerine devam ediyorlar!”
Aynı hususta Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri de şöyle buyurmaktadır:
“Benim rûhum, Musa; aklım ise, Harun’dur. Nefsim Firavun ve nefsimin hevâ ve hevesi, Firavun’un veziri olan Hâmân’dır.”
Çünkü; «Ben!.. Ben!..» diyerek nefsin hevâ ve hevesine uymak, âdetâ Allâh’a şirk koşmaktır. Çünkü Allâh’ın emirlerini bırakıp; O’nun rağmına kendi nefsinin arzularını yerine getiren ve nefsinin bâtıl düşüncelerine tâbî olan kişi, kendi nefsini ilâh edinmiş demektir. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“(Ey Rasûlüm!) Nefsânî arzularını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Artık ona Sen mi vekil olacaksın?” (el-Furkān, 43)
Benliğin en çirkin tezâhürü kibirdir. Allah Teâlâ; kibirlenenleri, böbürlenenleri ve kendini övenleri sevmez. Hâlis kullarını; «yeryüzünde tevâzu ile yürüyenler» olarak tarif buyurur.
Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiçbir zaman övünmezlerdi. Ancak kendine ait sıfatları dile getirme zarûreti olunca; Allâh’ın kendi üzerindeki nimetlerini sayar ve;
“لَا فَخْرَ / Lâ fahre: Övünmek yok!” diyerek büyük bir tevâzua bürünürlerdi. (Tirmizî, Menâkıb, 1; İbn-i Mâce, Zühd, 37; Ahmed, I, 5, 281)
Hazret-i Mevlânâ şöyle der:
“Nefis çok övülmek yüzünden firavunlaştı. Sen, alçak gönüllü ol; mütevâzı ol; ululuk taslama! Elinden geldikçe kul ol; sultan olma.”
Nefisteki enâniyeti bertaraf etmek için;
Kadı Mahmud; Bursa kadılığını bıraktı, çarşılarda ciğer sattı, dergâhta temizlik yaptı. Nefsini ayakları altına aldı.
İlimdeki mevkii sebebiyle; «Güneşler Güneşi» diye şöhrete sahip olan Hâlid-i Bağdâdî, bir senelik yolu gidip, Abdullah Dehlevî Hazretleri’nin dergâhında helâ temizledi.
Yûnus Emre, başını eşiğe koydu. Kırk yıl dergâha eğriliği olmayan odunlar taşıdı.
Hepsi «ene»den kurtulup; «yâ Rabbî Sen!» diyebilmenin eğitimini yaşadı. Hiçliğin zaferine eriştiler. Sonunda da Aziz Mahmud Hüdâyî oldular, cihâna yön veren sultanları irşâd ettiler. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî olup binlerce insanı irşâd ettiler. Yûnus Emre olup asırlarca dillerden düşmeyen şiirler söylediler.
Yani gafil nefsin zannettiğinin tersine, aslında benliği bertaraf etmek kişiyi asla küçültmez. Bilâkis, samimiyeti ölçüsünde kıymetlendirir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Ağustos, Sayı: 198
YORUMLAR