Berire (r.a.) Kimdir?

 Berire radıyallahu anha  İslâm hukuku bakımından pek önemli sonuçların çıkmasına vesile olmuş bir bahtiyar hanım sahabi…

Ifk hâdisesinde Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin kendisiyle istişârede bulunduğu güvenilir bir hanım… İnsanlara nasihat vermeyi kendine düstur edinen, hasbi davranışlarıyla çevresinde sevilen örnek bir tebliğ eri…

İslâm sayesinde tattıklarından diğer insanların da tatmasını arzu eden ve bu uğurda gayret gösteren fedakâr bir hanım!.. Hazreti  Âişe radıyallahu anha annemizin satın alıp âzad ettiği mutlu bir câriye…

O, Mekke’de,  cahiliye döneminde, Ebu Leheb’in oğlu Utbe’nin câriyesi idi. İslâm nurunun gönülleri aydınlattığı ilk yıllarda  Allah’a ve Rasûlüne inanmış, İslâm’la şereflenmiş bir bahtiyardır.

O, ilk evliliğini  Mekke’de câriye olduğu günlerde Muğîs adlı siyâhî  bir köle ile yapmıştı. Onun bu hayatı, inandığı gibi yaşamasını kısıtlıyordu. İslâm’ı daha hür bir şekilde yaşamak istiyordu. Onun için Allah’a içten, samimi olarak dua ediyordu.

Berîre radıyallahu anha zaman zaman Hazreti Âişe radıyallahu anha annemizin hizmetinde bulunurdu. Medine-i Münevvere’ye hicret edince daha çok hizmet etmeye başladı. Hâne-i saadete sık sık gider oldu. Bir ara Hazreti Âişe (r.anha) annemize kölelikten kurtulmak istediğini söyledi.

VİLÂ ŞARTI

Hazreti Âişe radıyallahu anha annemiz de onun bu sıkıntısını iyi biliyordu. Berire radıyallahu anha’nın Allah’a ve Rasulüne teslimiyet ve muhabbetine yakınen şahitti. Onu bu sıkıntıdan kurtarmak için satın alıp âzad etmek istiyordu. Fakat sahipleri şart koşuyordu. “Bize bağlı olacak, velisi biz olacağız” diyerek, “vilâ” şartını öne sürüyorlardı.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, Hazreti Âişe radıyallahu anha annemizin, Berîre (r.anha)’yı hürriyetine kavuşturmak  için çok gayret sarfettiğini de biliyordu. Ama bir türlü Berîre (r.anha) hür olamamıştı.

Bir gün Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, Hazreti Âişe radıyallahu anha annemize onun hakkında:

“- Ya Âişe! Berîre’nin durumu nedir?” diye sordu. O da:

“-Ya Rasûlallah! Sahibleri şartlar koşuyor, işi zorlaştırıyorlar. Vilâ şartını öne sürüyorlar” diye cevap verdi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, Hazreti Âişe radıyallahu anha’ya:

“- Onu satın al ve âzad et. Onlar istedikleri şartı koşsunlar. Vilâ, âzad edenin hakkıdır, satanın değil” buyurdu. Sonra, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimiz halka hitaben:

“- Bazı kimselere ne oluyor ki, Allah’ın kitabında ve Rasûlünün sünnetinde bulunmayan şartları ileri sürüyorlar?

Böyle şart ileri sürmek bâtıldır. Eger yüz şart bile  koşsa Allah’ın hükmü daha doğru ve daha sağlamdır.” buyurdu. (Buhari, Büyû , 73)

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimiz, velayet hakkının, parayı ödeyip köleyi âzad edene ait olduğunu, bu konuda ileri sürülen şartın bir değer taşımadığını söyleyince; Hazreti Âişe (r.anha) annemiz hemen bedelini ödeyerek Berîre (r.anha)’yı satın alıp hürriyetine ka­vuşturdu.

VELAYET NEDİR?

Sözlükte sevgi, dostluk, yetki ve yardım anlamına gelen velayet (veya vilayet) İslâm hukukunda başkaları adına onların rızaları aranmaksızın hukûkî işlemde bulunma yetkisini ifade eder. Bu yetkiyi taşıyan kimseye de "veli" denir.

İslâm hukukçuları velinin hür, âkil (tem­yiz gücüne sahip) baliğ ve Müslüman olma­sı gerektiği üzerinde görüş birliği içindedir. Müslüman olmayanların müslümanlar üzerinde velayeti caiz görülmez. Velinin erkek olması Hanefîler'e göre şart değilse de diğerlerine göre şarttır.

Berîre (r.anha) hürriyetine kavuşunca artık Mugîs ile evli kalma mecburiyetinde olmadığını öğrendi ve ondan ayrıldı. Kocası onu çok seviyordu. Berire’nin kendisini terk etmesine dayanamadı. Medine sokaklarında ağlayarak dolaşmaya başladı.

Mugîs’ın gözyaşları içinde Mecnun gibi dolaşmasına hayret eden Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, bir gün amcası Hazreti Abbas radıyallahu anh’a:

“Mugîs’in Berîre’ye olan aşkına, onun da Mugîs’e karşı duyduğu nefrete hayret etmiyor musun?”diye sormuştu.

Mugîs o derece âşık olmuştu ki, belki Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem   aramızı bulur diye ümidle yaşamaya devam ediyordu.

Bir gün perişan halini Efendimize arzeyledi ve bu konuda şefaat etmesi için yalvardı. (Üsdü’l-gâbe , I, 1320)

Ümmetinin ıstırap çekmesine dayanamayan Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Berîre’ye:

“ Keşke tekrar kocana dönsen!” diye ricada bulundu.

Berîre (r.anha) bu sözün bir emir olup olmadığını öğrenmek istedi. Şayet böyle davranmasını Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem emrediyorsa, Mugîs’ten hoşlanmamasına rağmen ona elbette dönecekti. İşte bu hadiseyi anlatan bir hadis-i şerifte olay şöyle geçmektedir:

İbni Abbas radıyallahu anhüma Berîre ile kocası arasında geçen olaya dair şunları söyledi:

Peygamber aleyhisselâm Berîre’ye:

-“ Keşke tekrar kocana dönsen!” buyurdu.

Berîre (r.anha):

-Yâ Rasûlallah! Böyle yapmamı bana emrediyor musun? diye sordu.

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem:

-“ Hayır, sadece aracılık yapıyorum” buyurdu.

Bunun üzerine Berîre (r.anha):

-Benim ona ihtiyacım yok, dedi.

( Buhari, Talak 16. Ebu Davud, Talak 21. İbni Mâce, Talak 29.)

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ona kocasına dönmeyi emretmediğini, bu konuda kendisini tamamen serbest bıraktığını, ama bir din kardeşi olarak aracılık yaptığını söyledi. Berîre (r.anha) istemediği bir evliliğe Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin kendisini zorlamadığını öğrenince çok sevindi. Dinî bakımdan tamamen serbest olduğunu öğrenince kocasından ayrılmayı tercih etti. Mugîs ile evli kalmayı kesinlikle düşünmediğini belirtti. (Riyazüssalıhın Terceme ve şerhi, II, 237-239)

PEYGAMBERİMİZİN İSTİŞAREDE BULUNDUĞU BAHTİYAR KADIN

Berîre (r.anha) İfk hâdisesinde kendisiyle Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin istişarede bulunduğu bahtiyar hanım sahabilerdendir.

Münafıkların fitne ve fesadları neticesinde vukû bulan İfk hâdisesi’nde uzun müddet sıkıntı ve meşakkatlere mâruz kalan Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz , hanımlarından Zeyneb Binti Cahş (r.anha) ve Hazreti Âişe annemizin câriyesi Berîre (r.anha) ile istişare etmişti.

Onların Hazreti  Âişe (r.anha) annemiz hakkındaki fikirlerini sormuştu. İkisi de hüsn-i şehadette bulunmuşlardı. (Buhârî , Şehâdât, 16)

Berîre (r.anha) hane-i saadete sık sık gidip geldiği için bir gün kendisine tasadduk edilen bir etten Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimize de  ikram edilmişti. Etin nereden geldiğini öğrenen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuşlardır:

“- Bu ona sadakadır, bize ise hediyedir.” (Buhari, Zekat 62; Nikah 19. Müslim, Zekat 170 )

Hicretin 9 veya 10. yılında meydana gelen Berîre (r.anha)’nın başından geçen bu hadiselerden ahlâkî ve hukukî ba­kımdan pek çok önemli sonuçlar elde edildiği rivayet edilmiştir. İbn Hacer, Fethu'l-bâri adlı eserinde (IX, 320-326) elde edilen hükümleri şöyle özetlemiştir.

1-  Velayet hakkı, bedelini ödeyip köleyi âzad edene aittir,

2- Âzad edilen kadın köle (câriye), kocasından ay­rılıp ayrılmama konusunda serbesttir.

3- Hürriyetine kavuşan kadın köleler eşle­rinden ayrıldıkları takdirde hür kadınlarınki kadar iddet bekleyeceklerdir.

4- Be­rîre kendisine sadaka olarak verilen bir miktar etten Hz. Âişe'ye hediye etmiş, bu etten yemek isteyen Hz. Peygamber'e -sadaka kabul etmediği dikkate alına­rak- etin mahiyeti hatırlatılınca Berire'-ye sadaka olan bir şeyin kendilerine he­diye sayılacağını söylemiş, bundan da bi­rine sadaka olarak verilen herhangi bir şeyin o kimse tarafından peygambere hediye edilebileceği sonucu çıkarılmıştır.

Berîre (r.anha) insanlara öğüt vermeyi severdi. Halife olmadan önce ileri derecedeki dindarlığı ile tanınan Abdülmelik b. Mervân , onunla zaman zaman sohbet eder­di.

MÜSLÜMAN KANI DÖKMEK CAİZ Mİ?

Berîre onda gördüğü bazı kabiliyetler sebebiyle ileride halife olabileceğini kendisine hatırlatarak kan dökmeme­sini tavsiye etmiş ve Hazreti Peygamberin:

"Kişi cennet kapısına kadar getirilip cen­net kendisine gösterildikten sonra bile, haksız yere bir Müslüman kardeşinin  kanını akıttığı için gerisin geri çev­rilir" dediğini söylemiş ve onu uyarmıştı. Nesâî'nin es-Sünen'inde yer alan bir rivayete göre Berîre (r.anha)'nın Yezîd b. Muâviye dö­nemine kadar (60-64/680-683) yaşadığı rivayet edilir.

Allah ondan razı olsun. Rabbimiz cümlemizi şefaatlerine nail eylesin. Âmin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 276, Şubat 2009

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.