Besmelenin Bilinmeyen Sır, Hikmet ve Faziletleri

İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri’nin Ruhül Beyan adlı tefsirinde yer alan bilgilere göre; besmelenin bilinmeyen sır, hikmet ve faziletleri…

Hanefî mezhebinin sonraki dönem (müteahhirîn) âlimlerince kabûl edilen görüşe göre “Besmele” nâzil olan her sureyi diğerinden ayırmak üzre gelmiştir. Sureye ait olmayan müstakil bir âyettir.

KURAN’IN ANAHTARI BESMELE

Her hayırlı işe besmele ile başlamak bereket olduğu gibi her sureye onunla başlamak da öyledir. Çünkü besmele, Kuran’ın anahtarıdır. Levh-i Mahfuz’da kalemin yazdığı ilk kelime ve Hazreti Adem’e (a.s.) indirilen ilk sözdür.

Besmele’nin istiazeden sonra gelmesinin hikmeti, “hı” ile olan tahliyenin (تخليه) “hâ” ile olan tahliyeden (تحليه) önce olması zorunluluğundandır. Birinci tahliye, boşaltıp temizlemek; ikincisi süsleyip güzelleştirmek, demektir. Bir mekân boşaltılmadan onarılıp süslenemeyeceği için kalb önce istiaze ile masivaya yönelmekten temizlenir ve ondan vazgeçirildikten sonra, besmele ile Allah’a yöneltilerek tezyîn edilir.

İŞE BAŞLARKEN BESMELE

Vaktiyle müşrikler, bir işe başlarken tanrılarının adını anarak: “Bismi’l-Lât ve’l-Uzzâ” derlerdi. Müşrikler böyle yaparsa, tevhid ehli Müslümanın bir işe başlarken Allah’ın adını anması elbette gerekir. Besmelenin işe başlamadan önce olması lazımdır.

Bir bakıma Kuran okumaya başlarken besmele çeken insan: “Allah’ın adıyla başlıyorum” demektedir. Diğer fiillere başlarken çekilen besmele de, o fiile Allah’ın adıyla başlamak demektir.

BESMELENİN “B” HARFİNDEKİ SIR

Bazı alimler demiştir ki: “Bütün ilimler “Bâ” da toplanmıştır. “Bâ” dan maksad “Bî” yani “Benimle; Allah ile” demektir. Olan ve olacak olan her şey benimle olduğu gibi alemlerin varlığı da benimledir. Benden başkasının gerçek vücudu (varlığı) yoktur. Diğer varlıklara vücûd isnadı, isimle ve mecazidir.” Bu düşünce: “Ben baktığım eşyada ve ondan öncesinde Allah’dan başka bir şey görmem” sözünün ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) “Dehr’e sövmeyin, dehr Allah’tır.” (Buhârî, Edeb, 101; Müslim, Elfâz, 5; Muvatta’, Kelâm, 3.) hadîsinin mânâsına uygun düşmektedir.

Birisi kalkıp: “Allah Teala’nın kitab-ı ilahisine “Bâ” ile başlamasının ve “Bâ” yı diğer harflere, özellikle de “Elif” harfine tercih etmesinin sebebi nedir? Niçin “Allah”, besmeledeki “isim” kelimesinin başında bulunan elifi düşürmüş ve onun yerine “ba”yı koymuştur?” şeklinde bir sual soracak olursa, ona şöyle cevap verebiliriz:

“Allah Teala’nın Kuran’a; yani besmeleye “Ba” ile başlamasının on hikmeti vardır. Onlar sırasıyla şunlardır:

1. “Elif” harfinde yükseklik ve uzunluk yani azamet vardır. “Ba”da ise yere yayılma, tevâzu ve kırıklık vardır. “Allah, kendisi için tevazu göstereni yüceltir.” (Müslim, Birr, 69; Tirmizi, Birr, 82; Dârimî, Zekât, 34.)

2. “Ba” harfinde ayrı yazılan harflerin; özellikle de elifin zıddına, başka harflerle bitişme özelliği vardır. “Bâ”; kendisinden önce ve sonra bulunan harflere bitişir.

3. Besmeledeki “Ba” meksûrdur yani harekesi esredir, meksur ise kırık demektir. Yazılış ve anlamında kırıklık bulunması, Allah ile beraber bulunma şerefine daha layıktır. Çünkü hadis-i kudside Allah Teâlâ: “Ben, benim yüzümden gönülleri kırık olanların yanındayım.” (Sehâvî, el-Meka^s›dü’l-hasene, s. 96; Aclûnî, I, 234.) buyurmuştur.

4. “Ba” harfinin dış görünüşünde bir yere uzanma, tevâzu ve kırıklık, hakikatte ise yükseklik ve himmet yüceliği vardır. Bunlar da sıddıkların sıfatıdır. “Elif” harfi ise “Ba”nın aksine dış görünüşü itibarıyla daha azametli ve yüksektir. “Ba” nın derece bakımından yüksekliği kendisine bir yücelik nişanesi olarak nokta verilişi sebebiyledir. Aslında “Ba”ya yücelik nişanesi olarak pek çok nokta arz edilmiş, o bunlar içinden sadece bir tanesini seçmiştir. “Ba”nın pek çok nokta arasından bir taneye razı olması, pek çok sevgili arasından bir sevgiliyle yetinen samimi aşıkın haline benzer. Himmet yüceliğinin sebebi de budur.

5. “Ba”da Hakk’a yakınlık talebinde bir sadakat vardır. Çünkü “Ba”, noktayı elde etme derecesine ulaşınca, onu altına almış ve onunla övünmemiştir, “Cim” ve “Yâ” “Bâ” ile çekişemez. Çünkü “Cim” ile “Yâ”nın alttaki noktaları, konum itibariyle altlarında değil, ortalarındadır. Onların alttaki noktalarının yeri, kendilerinden sonra bir başka harfe bitiştiği zaman ortaya çıkar ki bu sûretle “Cim”, “Hâ”ya; “Yâ” da “Ba”ya benzemesin. “Ba”nın noktası, ister başta, ister ortada, ister sonda, ister müstakil yazılsın, daimâ altına konulur.

6. Elif, “Ba”nın aksine illetli ve eksik harflerden sayılır.

7. Alfabetik sıralamada “Ba”, eliften sonra gelmesi sebebiyle her ne kadar zahiren tâbi durumunda ise de “Ba”nın illetli olmayıp tam olması onu anlam açısından tâbi olmaktan çıkararak metbu (tabi olunan) haline koyar. Ayrıca “Ba” harfinin telaffuzunda elif, “Ba”dan sonra geldiği, elifin telaffuzunda “Ba” hiç bulunmadığı için “Ba” metbu, yani peşinden gidilen, “elif” ise tabi, yani başkasının peşi sıra giden durumundadır. Peşi sıra gidilen, başkasının peşi sıra gidenden; yani metbu tabiden güçlü ve üstündür.

8. “Ba”, harf-i cerr olması sebebiyle amildir; yani başka kelimeler üzerinde tasarrufta bulunur, amel eder. “Elif”, amil olmadığından “Bâ”, bu açıdan da eliften daha üstün ve söze başlamaya daha layıktır.

9. “Ba”, kendinde bulunan özellikler sebebiyle kamil bir harftir. Çünkü “Ba”, ilsak (birleştirme), istiane (yardım isteme) ve izafet manaları ifade eder. “Ba”, ayrıca başkalarını tamamlaması sebebiyle, kendisine tabi olan ismi cerr eder yani son harekesini meksûr (esre) yapar. Bu sûretle de ona kendi sıfatı olan kırıklık ve tevazu verir. Ayrıca “Ba”nın, başkalarını tevhid ve irşad ile kemale erdirmede de gücü ve üstünlüğü vardır. Nitekim Hz. Ali (r.a.) şu sözüyle buna işâret etmiştir: “Ben “Ba”nın altındaki noktayım.” “Ba”nın irşadda bir yeri ve tevhide delalet eden bir özelliği vardır.

10. “Ba”, bir dudak (şefevî) harfidir. Bu harfte ağız diğer dudak harflerinden hiçbirinde açılmadığı kadar açılır. Bu yüzden de insanoğlunun ilk zerresi, Elest bezminde Rabbına söz verirken, ilk defa “Ba” harfini telaffuz etmiş ve “Bela” (evet) demiştir. Bu yüzden “Ba”, insanın telaffuz ettiği ilk harf ve insan ağzından çıkan ilk telaffuz olması ve yukarıda sayılan hikmetler sebebiyle, Allah Teala tarafından diğer harflere tercih edilerek kadri yüceltilmiş, ilahî kitabın ve rabbani hitabın başı yapılmıştır. et-Te’vîlâtü’n-Necmiyye’de böyle yazılıdır.

BESMELEDEKİ İSMİ AZAM SIRRI

Allah ( الل ) ismi ya O’nun yüce zatına nazarla ya da “Kuddûs” gibi selbî, “Alîm” gibi sübûtî veya “Hâlık” gibi fiilî sıfatlarına itibarla kullanılan bir isimdir. Bazıları bu ismin tevkîfî yani dini nasların haber verdiği bir kelime olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Şerhu’l-Meşârik müellifi bunlardandır.

Tercih edilen bir görüşe göre ise Allah kelimesi, “İsmi Azam’dır.” Ancak biri kalkar ve derse ki: “İsmi Azam, Allah’ın dua edildiğinde icabet ettiği, bir şey istendiğinde verdiği ismidir. Biz, “Allah” ismiyle dua ediyoruz, bazı şeyler istiyoruz fakat çoğu kere icabet edildiğini görmüyoruz.” diyen birine verebileceğimiz cevap şudur: “Namaz gibi, duanın da kabulü için gerekli birtakım adab ve şartlar vardır. Bunlardan ilki, helal lokma ile iç dünyamızın ıslah edilmesidir. Nitekim bu konuda: “Dua semânın anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri helal lokmadır.” denilmiştir. Duanın son şartı ise ihlas ve “huzur-ı kalb”dir. Nitekim Allah Teala: “Allah’a, dini yalnız O’na has kılarak dua edin!” (Gâfir, 40/14) buyurmaktadır. Huzûr-ı kalb olmadan insanın diliyle bağırıp çağırması, dua etmesi, kapıya gelen kimsenin içeriye bağırarak seslenmesine benzer. Fakat huzur-ı kalb ile yapılan dua, insana şefaatçi olur.”

Müeyyidüddin Cendî (k.s.) der ki: Adı yaygın, haberi hoş, gizlenmesi gerekli, yayılması yasak olan İsmi Âzam için hakîkat ve mana aleminden, suret ve lafız aleminden işaretler vardır. İsmi Azam’ın hakikat ve kemali, bütün hakikatların cem olduğu “Ahadiyyet” makamıdır. Manası ise her asırda gelen ve ilahi emaneti taşıyan Allah’ın halîiesi “kutbu’l-aktâb” olan insan-ı kâmildir. Onun sûreti, bulunduğu asrın en kâmil sûretidir. İlmi, diğer ümmetlere yasak ve gizlidir. Çünkü hakikati insaniyye, en kamil sûrette ortaya çıkmıştır. Hakikat-i insaniyyenin zuhûru, her asrın kamilinin kabiliyeti ölçüsünde devam edecektir. İsmi Azam’ın manası ve sureti, Rasul’ün vücuduyla var olmuştur. Allah Teâlâ bu ilmi ona ve ümmetine ikram olarak vermiştir.

BESMELEDEKİ RAHMAN VE RAHİM SIRLARI

Er-Rahman: Rahmet kökündendir, lügatte kalb inceliği ve şefkat anlamınadır. “Rahim” kelimesi de bu köktendir. Çünkü anne; rahminde taşıdığı yavruya karşı şefkat ve merhamet duyar. Burada rahmetten kast edilen ikram ve ihsandır. Ya da sebebin uzak veya yakın sâhibine isnad yoluyla her ikisi de murat edilmiş olabilir. Çünkü Allah’ın isimleri, başlangıçlara değil, gaye kabilinden olan fiillere itibarla kullanılır.

Buna göre mânâ şöyledir: “Yaratıklarına rızık veren, onlardan belâ ve âfetleri uzaklaştıran, takvası sebebiyle takva sâhibinin, günahı sebebiyle günahkarların rızıklarını artırıp eksiltmeyen, aksine herkese ve her şeye dilediği ölçüde rızık veren” demektir.

Er-Rahim: Acıyan, esirgeyen, istendiğinde veren, istenmediğinde öfkelenendir. İnsanoğlu kendisinden bir şey istendiğinde öfkelenir. Allah Teâlâ ise istenmediği zaman öfkelenir. Zira Rahmet, kendisinin zati sıfatı olup Allah’ın hayrı ulaştırmayı, şerri uzaklaştırmayı murat etmesidir. İrade de zati sıfatlardandır. Şayet Allah Teala, irade sıfatıyla muttasıf olmasaydı, varlıkları yaratmazdı. Allah, mahlukatı yaratmakla, irade ve rahmetin zati bir sıfat olduğunu göstermiş oldu. Çünkü yaratmak, varlık hayrını yaratıklara ulaştırmak, yokluğun şerrini onlardan uzaklaştırmaktır. Zira vücûd (varoluş), bütünüyle hayırdır.

Şeyh Dâvud Kayserî (k.s.) der ki: Rahmet, sıfat-ı ilâhiyyedendir. O hakikati ve özü itibarıyla tektir. Ama zati ve sıfatı olmak üzere ikiye ayrılır. Zati ve sıfatı isimler de amm (genel) ve has (özel) olmak üzere iki türlüdür. Böylece rahmet dörde ayrılmış olur. Bu dört tür rahmetten yüz kadar muhtelif rahmet çeşitleri ortaya çıkar. Nitekim Cenâb-ı Peygamber (s.a.) şu hadisleriyle buna işaret buyurmaktadır: “Allah’ın, kulları için yüz rahmeti vardır. Bunlardan birini dünyaya, geri kalan doksandokuzunu ahırette kullarına ayırmıştır.”(Buhârî, Edeb, 19; Müslim, Tevbe, 17-21.) Zati olan genel ve özel rahmet, “Rahman” ve “Rahim” kelimeleriyle besmelede gelmiştir. Bunlardan Rahmani olan rahmet, zatı ilahiyyenin ilim ve ayn (zat) olarak bütün eşyayı kuşatmasından ötürü umumidir. Rahimi olan rahmet ise özeldir.

Feyz-ı akdes ile özel istidadlara dağıtılması gereken, bir bakıma genel rahmetin ayrıntılı anlatımı gibidir. Sıfati olan rahmet ise Rahman ve Rahim lafızları ile Fatiha’da anlatılan rahmettir. Birincisi; yani Rahman’ın rahmeti, hüküm itibarıyla geneldir. Çünkü genel ve zati rahmetten külli vücudun zuhur ve tecellisi sırasında ilk ortaya çıkan rahmet odur. İkincisi yani Rahim’in rahmeti, özeldir. O’nun özel oluşu, ayn-ı sabitede (ilm-i ezelide) var olan asli istidadlara göre bulunmasındandır. Her iki rahmet de zatî olan, genel ve özel rahmetin sonucudur.

  • Besmeledeki Allah’ın Gizli İsimleri

Rivayete göre Allah Teala’nın üç bin ismi vardır. Bunlardan bin tanesini sadece melekler bilir. Bin tanesini sadece peygamberler bilir. Geri kalan binin üç yüzü Tevrat’ta, üç yüzü İncil’de, üç yüzü Zebûr’da, doksan dokuzu Kuran’da geçmiştir. Bir tanesi de vardır ki Allah onu kendisine ayırmıştır. Bu üç bin ismin manası, “Allah, Rahman ve Rahim” isimlerinde toplanmıştır. Bunları bilen ve söyleyen, Allah Teala’yı bütün esmasıyla zikretmiş olur.

Kaynak: İsmail Hakkı Bursevi, Ruhül Beyan Tefsiri, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

BESMELE NEDEN ÇEKİLİR?

Besmele Neden Çekilir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.