Beyyine Suresi 4. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Beyyine Suresi 4. ayeti ne anlatıyor? Beyyine Suresi 4. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Beyyine Suresi 4. Ayetinin Arapçası:
وَمَا تَفَرَّقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَةُۜ
Beyyine Suresi 4. Ayetinin Meali (Anlamı):
Ehl-i kitap, kendilerine o apaçık delil geldikten sonra onun hakkında anlaşmazlığa düştüler.
Beyyine Suresi 4. Ayetinin Tefsiri:
Aslında
Ehl-i kitap, yani yahudi ve hıristiyanlar, kitaplarının verdiği bilgilere
dayanarak âhir zamanda bir peygamber geleceğini bekliyorlardı. Onun sahip
olduğu vasıfları ve hususiyetleri biliyorlardı. Onu, kendi öz oğullarını
tanıdıkları gibi tanıyorlardı. (bk. Bakara 2/146) Fakat o peygamberin de yine
kendilerinden geleceğini umuyorlardı. Hatta müşrik kabilelerle yaptıkları
savaşlarda “Ey Rabbimiz! Âhirzamanda göndermeyi va‘dettiğin o peygamber hakkı
için senden bizi muzaffer kılmanı diliyoruz” diye dua ediyorlardı. Lâkin, Allah
Teâlâ, onların dualarında zikrettikleri Hz. Muhammed (s.a.s.) Efendimiz’i
peygamber olarak gönderince, O’nun peygamberliğini ve getirdiği kitâbı inkâr ettiler.
Bunun üzerine Hak Teâlâ: “Allah tarafından onlara ellerindeki Tevrat’ı
doğrulayan bir kitap gelince, onu inkâr ettiler. Halbuki daha önce bu kitabı
getirecek Peygamber’i bekliyor ve onun hürmetine inkârcılara karşı gâlibiyet ve
fetih dileyip duruyorlardı. İşte Tevrat’tan öğrendikleri o bilgileri muşahhas
halde karşılarında görünce, onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti bu kâfirlerin
üzerinedir” (Bakara 2/89) âyetini indirdi. (Kurtubî, el-Câmi‘,
II, 27; Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 31)
Son
olarak zikrettiğimiz âyet-i kerîme de açıkça bildirdiği gibi, getirdiği dinin
doğru din olduğuna bizzat kendisi apaçık delil teşkil eden o Peygamber gelince
Ehl-i kitap onun hakkında ayrılığa düştüler. Pek çoğu ona inanmadı. Bir kısmı
ise ona inandı. Daha önce hepsi böyle bir peygamberin geleceği hususunda
ittifak halinde iken, gelince bu ittifakları bozuldu. İnanıp inanmama hususunda
aralarında tefrikaya düştüler. Nitekim şu âyet-i kerîmeler onların bu halini
daha açık izah eder:
“Şüphesiz Allah katında tek makbul din İslâm’dır. Ehl-i kitap, ancak kendilerine Peygamber’in hak olduğuna dair bilgi geldikten
sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Artık kim
Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, şunu bilsin ki Allah, elbette hesâbı çok
çabuk görendir.” (Âli İmran 3/19)
“Geçmiş ümmetler ancak kendilerine ilim geldikten sonra sırf
aralarındaki kıskançlık ve ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden
belirli bir vakte kadar azabın ertelenmesine dair önceden verilmiş bir karar
olmasaydı, mutlaka aralarında hüküm çoktan verilmiş ve işleri bitirilmiş
olurdu. Onlardan sonra kitaba mirasçı olanlar ise hâlâ kitap hakkında derin bir
şüphe içindedirler.” (Şûrâ 42/14)
Yüce Rabbimiz, Resûl-i Ekremi’ni اَلْبَيِّنَةُ (beyyine) olarak tavsif buyurur. “Beyyine”, ışık gibi kendisi
gayet açık olup başkasını da açıklayan, ortaya çıkaran demektir. Bu sebeple
dâvacının dâvasını açık bir şekilde beyân ve ispat eden şâhide, açık ve sağlam
delîle ve mûcizeye “beyyine” denilir. Burada gerçeği beyân ve ispat edecek
apaçık, kesin delil veya mûcize demektir ki, maksadın Peygamberimiz (s.a.s.)
olduğu açıktır. Onun tertemiz hayatı, son derece dürüst ve güvenilir olup güzel
ahlâkın bütün dallarında en mükemmel olması dinin en bariz delilidir. Öyle ki,
sahip olduğu şahsiyet ve vazifesini mükemmel bir şekilde temsil etmesi
itibariyle Resûl-i Ekrem Efendimiz’e bakan bir insan, başka hiçbir delile
ihtiyaç duymadan onun doğruluğuna kanaat getirebilirdi. Zira çok defa onu
sadece görmek, peygamberliğini kabul etmeğe yetmişti. Abdullah b. Revaha (r.a.)’ın:
لَوْ لَمْ
تَكُنْ فِيهِ آياَتٌ مُبَيِّنَةٌ
لَكَانَ مَنْظَرُهُ يُنْبِئُكَ بِالْخَبَرِ
“O
apaçık mûcizelerle gelmemiş olsaydı bile, Sadece mübârek cemâline bakmak, ahlâk
ve şemâilini seyretmek, onun doğruluğu hakkında sana tatmin edici bir bilgi
verir” sözü, bu gerçeğin ifadesidir. Nitekim yahudilerin seçkin âlimlerinden
Abdullâh b. Selâm (r.a.), onun gül yüzünü gördüğünde; “Bu yüz, yalancı
yüzü olamaz!” diyerek sadece bu sebeple iman etmişti. (Tirmizî, Kıyâmet
42)
Peygamberimiz
(s.a.s.), ümmî olduğu ve hiçbir hocadan ders almadığı halde Kur’ân-ı Kerîm gibi
kıyamete kadar devam edecek dil ve ilim mûcizesi bir kitap getirmiştir. Bedevî
bir toplumda tarihin en büyük inkılabını gerçekleştirmiştir. Getirdiği inanç
esasları, ibâdetler, hükümler ve ahlâkî prensipler öyle doğru ve yücedir ki,
ona tâbi olarak manevîyat, ahlâk ve ilimlerde muazzam ilerlemeler
kaydedilmiştir. Onun feyzi ve sohbetiyle ashâb-ı kirâm gibi güzide bir nesil
teşekkül etmiştir. Yine onun izinde asırlar boyu dünyaya ışık saçan yüz
binlerce mükemmel insan yetişmiştir. Bütün bunlar düşünülecek olursa,
Resulullah (s.a.s.)’in dinin âşikâr delili, en büyük mûcizesi olduğu ve onu
tanıma vesîlelerinin ne kadar fazla olduğu anlaşılır.
Şunu
belirtmek gerekir ki, Resûlullah (s.a.s.)’in getirdiği din de, önceki
peygamberlerin getirdiği dinin aynı esasları üzerine kuruluydu:
Beyyine Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Beyyine Suresi 4. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...