Bilen İnsanların Tasavvuf ve Tarîkata Yönelmesi Gerekir mi?

Tasavvuf

Kur’an-ı Kerîm’de: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyrularak bilenlerin üstünlüğüne vurgu yapılmaktadır. Hâl böyle olunca bilen insan-ların tasavvuf ve tarîkata yönelmesi gerekir mi? Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz cevaplıyor...

Genellikle ilmin fazîleti bâbında bu ifâdelerle alıntılanan âyet-i kerîmenin tamamına bakıldığında işin gerçeği daha kolay anlaşılacaktır. Âyetin tamamı şöyledir: “Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyâmda durarak ibâdet eden, âhiretten çekinen ve Rabb’ının rahmetini dileyen kimse inkârcı gibi midir? Rasûlüm de ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl sâhipleri bunları hakkıyla düşünür.”[1]

Âyetin bütününden anlaşıldığı gibi övülen ve senâ edilen mutlak bilgi değil, ondan önce ve onunla birlikte kıyâm ve secde ile icrâ edilen gece ibâdeti, âhiret kaygısı ve rahmet ümididir. Bunların hiçbirisini yapmadan, ibâdetle ilgili bir gayrete soyunmadan insanın âlim olmuş olması önemli değildir. Kur’an’ın önemsediği bilgi sâhibi, âhiretini önemseyen ve Allah’tan korkarak[2] Rabb’ının rahmetine düşkün ve bunlara ulaşmak için gece ibâdeti ile hayâtını zenginleştirendir. Mutlak bilgi de, ibâdet de tek başına yeterli değildir. Aslolan îmân, amel ve ilmin birleştiği bir irfân çizgisidir.

Dipnotlar:

[1].     ez-Zümer, 39/9.

[2].     Fâtır, 35/28.

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları