Bilgi, İman İçin Tek Başına Yeterli midir?
İslami açıdan eğitim ve öğretim nasıl olmalıdır? Okuma ve öğrenmeye nereden başlanmalıdır? Peygamberimizin (s.a.s.) eğitim metodu nasıldır? Bilgi, iman etmek için tek başına yeterli midir? Bilginin tek başına anlamsızlığını ve Nebevi eğitim metodunu, Kerim Buladı yazdı…
Kur’an’ın ilk inen âyetinin “ikra” (oku) emri ile başlaması ve ilk inen âyetlerinde kalemden ve bilgiden bahsetmesi gayet manidardır. İlim olmadan, okumadan ve kalemin kıymetini ve değerini bilmeden en başta insanın kendisini geliştirmesi, kemâle ermesi, varlık sebebini anlaması mümkün görülmemektedir. Kur’an’ın bir sûresinin isminin Kalem Sûresi olması ve Allah Teâlâ’nın, ilmin en önemli aracı olan kaleme ve yazdıklarına yemin etmesi, aslında Kur’an sisteminde ilmin çok üst mertebede olduğunu göstermektedir. Üstelik bu sûre, iniş sırası açısından ikinci sırada yerini almaktadır ki, bu durum, Kur’an’a inananların ilimde, irfanda ve medeniyette en önde olmalarının gerekliliğini apaçık ortaya koymaktadır.
OKUMA VE ÖĞRENMEYE NEREDEN BAŞLANMALI?
Okumaya ve öğrenmeye nereden başlanacağını, Kur’an, ilk inen âyetlerinde ortaya koymuştur. “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini öğreten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.”[1]
Bütün ilimler, hangi disipline ait olursa olsun sözgelimi, kimya, fizik, astronomi, tıp ve dini ilimlerin hepsi Allah Teâlâ’nın “İlim” sıfatının tecellisi değil midir? Biz sadece daha iyi anlaşılsın diye müspet ilimler, manevî ilimler ya da maddi ve manevî ilimler veya zahiri ve bâtınî ilimler şeklinde kategorize ediyoruz. Aslında her insanı öğreten, ona akıl, düşünce ve muhakeme gücünü veren Allah’tır. Bu yüzden hangi ilim dalı olursa olsun, okuma ve öğrenme yüce Yaratıcı’nın ismi ile taçlanmalı ve başlangıç noktası O, olmalıdır. Bilgisine, ilmine, mesleğine, becerisine güvenerek büyüklük taslayan kim olursa olsun, gerçek manada kemale eremez. Rabbini tanımadan ilim yaptığını sananlar ve kariyer üstüne kariyer alanlar, hiçlik denizinde boğulmaya mahkûm kalacaklardır.
Konunun daha iyi anlaşılması bağlamında burada eğitim ve öğretimin tanımını yapmakta yarar vardır. Eğitim, Türk Dil Kurumu tarafından bastırılan Türkçe Sözlükte şöyle tarif edilmiştir: Belli bir bilim dalı veya sanat kolunda yetiştirme, geliştirme ve eğitme işi. Eğitmek; birinin aklına uygun, fiziksel gelişmesi üzerine etki yaparak çeşitli davranış yatkınlıkları, bilgi ve görgü aşılayarak önceden tespit edilmiş amaçlara göre onun belirli bir yönde gelişmesini sağlamak, terbiye etmek. Öğretim ise; belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedrisât, talim, öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlam ve kılavuzluk etme işi.[2]
Görüldüğü gibi, eğitim ve öğretim hemen hemen benzer şekilde tarif edilmiştir. Ancak, öğretim denilince daha ziyade bilgi verme, bilgi yükleme, eğitimde ise, bilginin kullanılış amacı ve sahip olunan bilgiyi pratiğe yansıtmak akla gelmektedir. Gaye ve hedeften yoksun olarak verilen bilgi bir bakıma, bilgi hamallığından öteye geçemez. Yunus Emre’ye atfedilen “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin. Ya nice okumaktır/ Okumaktan murat ne. Kişi Hak'kı bilmektir. Çün okudun bilmezsin. Ha bir kuru ekmektir” dizelerinde gayet açık bir şekilde ifade edildiği gibi hedefsiz ve uygulama aşamasına gelmeyen bilgi kuru bir uğraştan ibarettir.[3]
TEORİK VE UYGULAMALI EĞİTİM
Bu hususta bütün Müslümanlar ve genelde insanlık için en güzel örnek Hz. Muhammed (s.a.s)’dir. Rasûlulluh (s.a.s), din ve ahlâkın yalnız teori kısmını tebliğ etmekle kalmamış, söz konusu ilkeleri, bütün incelikleriyle kendi şahsında canlı bir örnek olarak sergilemiştir. Onun hayatında her açıdan insanlık için güzel bir örnek vardır.[4] Bu yönüyle Hz. Peygamber, uyulacak, takip edilecek, peşinden gidilecek en üstün meziyetlere sahip bir insandır.
Bir insanın inanmadığı bir şeyi savunması, yapmadığı bir işi emretmesi, çok çirkin bir davranıştır. Kur’ân, böyle bir davranışı şiddetle kınamaktadır. “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.”[5
Kur’ân’ın emir ve tavsiyelerini en iyi tatbik eden Hz. Peygamber (s.a.s.), söylediğini, tavsiye ettiğini ve emrettiğini en önce kendisi uygulamıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) inanmadığı veya yaşamadığı bir görüşü, bir işi buyurduğuna, kendi kendisiyle çeliştiğine dair tek bir örnek yoktur. Bu yüzden düşmanları tarafından bile “güvenilir” sıfatı ile anılmıştır. [6]
Ayrılık çıkaranların, peygamberlere karşı ayrı baş tutarak muhalefet etmelerinin ve onların arkasından ümmetlerinin dinde tefrika çıkararak birbirleriyle uğraşmalarının sebebi, aralarındaki azgınlıktan dolayıdır. Bu durum, kendilerine ilim geldikten sonra, tefrikanın zararlı ve sonucunun kötü olduğunu peygamberlerin tebliğiyle hatta tecrübe ile bildikten sonra gerçekleşmiştir. Kıskançlık, çekememezlik, dünya hırsı ile haksız istekler, aşırı sevdalar yüzündendir. Demek ki, ilim, insanların düzelmesi için yeterli değildir. Nefs-i emmârenin, öyle kötü hisleri vardır ki, insanları bildiklerinin tersine açık açık fenalıklara sürükler. Onun için insanlığın ahlakının düzeltilmesi konusunda ilimden başka hislerin süslenmesi, geliştirilmesi için pratik bir terbiye daha lazımdır. Dînî terbiyenin bu özelliği ile de özel bir önemi vardır.[7]
BİLGİ, İMAN İÇİN TEK BAŞINA YETERLİ MİDİR?
Özellikle günümüzde bilgiye saniyeler içerisinde ulaşmak mümkün hale geldi. İnsanlığın gerek iman, gerek ahlak ve gerekse sosyal açıdan bunalım içerisinde kıvranmasının sebebi, bilgisizlik değildir. Asıl zulüm, bunalım ve çaresizliklerin altında ezilen ve mutsuz bir hayatı yaşamaya zorunlu olarak razı olan insanlığın temel problemi ahlaki dejenerasyondur/yozlaşmadır. Her kesimin ciddi sıkıntısı ahlakî bunalımdır. “Ben ahlakî güzellikleri tamamlamak için gönderildim”[8] buyuran Hz. Muhammed (s.a.s)’in ümmeti de aynı buhranı soluklamaktadır. Kendini Müslüman ve dindar olarak tanımlayanında, sufisinde, tarikat ehlinde, ilim adamında, siyasetçisinde, halkta, okumuşunda ve okumamışında en derinleşmiş problem evet ahlakî alandır, yoksa bilgisizlik değildir. Hemen herkes, haramı, helali, ahlâki kuralları, Kur’an’ın ne demek istediğini ve ne diyorunu, sünnetin müntesiplerinden ne talep ettiğini hiç olmazsa yüzeysel olarak bilmektedir. Problem, tatbikatta, amelsizlikte ve İslâm ahlakı ile hemhal olmamakta düğümlenmektedir.
Tefrikanın, insanları birbirinden ayrıştıran ve nizaya sevk eden ihtilafın sebebi, en başta haset, servete düşkünlük, dünyaya aşırı bağlılık, iktidar hırsı, şöhret ve benzer şeylerdir. Bütün bunları, itidal noktasında tutmanın yolu nefse ve arzularına hâkim olmakla mümkündür. Nefse hâkim olmanın en önemli faktörü de ona verilecek ahlâkî ve İslâmî terbiyedir. Nefsini terbiye edemeyenler, Kur’ân’ın ortaya koyduğu gerçeklerle yüzleşmeyi istemezler. Ona ve onu tebliğ eden Peygambere karşı sürekli mesafeli dururlar hatta şüphe ve tereddüt içerisinde bocalarlar. Bu durumda olanları tereddütten, şek ve şüpheden kurtarmak, nefislerindeki/enfüsî ve dışlarındaki/âfâkî tefrikayı izale etmek için başvurulacak yöntem ancak ahlakı güzelleştirmekle bir başka deyişle Kur’an ve sünnetin önerdiği ve ortaya koyduğu ahlak ilkelerine bağlı kalmakla mümkündür.
Gönüller eğitimsiz, gönüller çorak hale gelmiştir. Gönül erbabının yanında gönül inşasının zarureti ortadadır. İlim/bilgi her yerden alınır. Bilgiye ulaşmak artık dünkünden daha kolay hale gelmiştir. Ahlâk ise, bir yaşam biçimidir. Onu, içine sindirmiş ve meleke haline getirmiş kimselerden almak gerekir. Ancak iman edip amel edenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler zarara uğramayacaktır. Ancak nefsini tezkiye eden, arındıran ve terbiye eden kimseler kurtuluşa erecektir. Sadece bilgisine güvenip, amel, irfan ve nefis terbiyesinden uzak kalanlar ise, hüsrana uğrayacaktır.
Dipnotlar:
[1]el-Alak, 96/1-5. [2]Şükrü Haluk Akalın ve diğerleri, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2009, s. 607, 1533. [3] Kerim Buladı, Eğitim-Öğretim ve Sosyal Açıdan Camilerin Fonksiyonu, (IX. Uluslararası Din Görevliler Sempozyumu, 3-4 Kasım, 2018, İstanbul, 2019 içinde), s. 218. [4] el-Ahzâb, 33/21. [5]es-Saff, 61/2-3 [6] Bkz. Mustafa Çağırıcı, Nebevî Öğretide İdeal Birey, Toplum ve Devlet, Hz. Peygamber’in Hayatından Davranış Modelleri, Ankara, 1998, s. 67, içinde [7]Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitapevi, İstanbul, 1971, VI, 4230. [8] Muvatta, Hüsnü’l-huluk, 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 381.
Kaynak: Kerim Buladı, Altınoluk Dergisi, Sayı: 452
YORUMLAR