Bir Anne Duasının Bereketi

Bir anne duasının bereketini anlatan gerçek hikaye...

Geredeli bir komşumuz vardı. Orta halli bir esnaftı. İki ailesi vardı. Geceleri sabaha kadar içki içer, sabaha kadar bir kenara sızardı.

Namaz-niyaz, oruç gibi ibâdetlerden mahrumdu. Kimseye faidesi dokunmazdı, herkesin nefretini kazanmıştı.

İlk ailesi tesettürlü, vakarlı, herkesin itibar etdiği mütevâzi bir hanımefendi idi.

İkinci karısı ise, kaba saba, hayasızca kocasının içki sofrasını severek hazırlayan bir kadındı.

Bu adam, ilk iffetli karısını küçümser, daima onu tahkir eder, hatta bazan dövdüğü olurdu. Bilhassa kabak çiçeği gibi açılmasını-salma- sını ister, bu da olmayınca ona karşı husumeti artardı.

Nihayet bu eza ve tahkirlere tahammül edemeyen o sabırlı, tertemiz, İslâmî vasıflarla temayüz eden, bütün civarın kendisini sevdiği, hürmet gösterdiği nezaketi ve her hareketi ile İstanbul hanımefendisinden ayrıldı. (Hakikatte adam mı boşadı, yoksa kadıncağız ailesinin evine mi döndü orasını bilemiyorum...)

SALİHA BİR ANNE

Bu bahsettiğimiz kimsenin Allah’ın mahluku olan bütün insanlara iyi, kötü demeyip ayırd etmeden şefkat nazarı ile bakan sâliha bir annesi vardı. Her şeyin, Allah Teâlâ hazretlerine iltica, dua yoluyla sonuçlanacağını bilenlerdendi. Ağzın- dan bir defa olsun kötü söz çıkmazdı.

Tekrar ettiği dua şu olurdu: Ya Rab! Yunus’umun bir defa olsun Cuma namazına gittiğini bana göster!

Zaman geldi, Râbia Adviyye meşrebinde olan bu yaşlı hatun oğlunun istikbaldeki halini göremeden Rabbına kavuşdu.

Annesinin vefatı, Allah’ın nusreti ile oğlunda öyle bir değişiklik meydana getirdi ki, kısa bir zamanda onun o kötü hal ve görüşleri birden bire hakikat yoluna yöneldi.

Şimdi o, sabahlara kadar içki içilen odanın ışıkları gene yanıyordu, amma bu sefer Yunus Bey namazlar kılıyor, istiğfar ediyordu. Kaza namazları, oruçlar, sadakalar, hayır hasenatlar biri birini takib ediyordu. Hanesi misafirlerle dolup dolup taşıyordu. Herkesin evvelce nefretle baktıkları Yunus efendi bu sefer tam tersine herkesin sevdiği, hürmet ettiği bir insan olmuştu.

Kendisine müracaat eden her darda kalanın yardımına yetişiyordu. Ticari işleri de günden güne inkişaf etmiş, hayli zenginleşmişti. Amma o bunlarla da tatmin olmuyor Hicaz’a gidip o mübarek beldeye yüz sürüp geri kalan ömrünü orada huzur içinde geçirmek istiyordu. Bir sebebini bulup pasaportunu aldı. Çünkü o zamanlar bilhassa hicaza gitmek için hayli kimselere müracaat edip yüzsuyu dökmek icab ediyordu.

Her ne kadar ailesine, Allah’ın rızasını kazandıracak bir İslâmî hayata dönmesi telkinatında bulunmuş ise de, onu ikna edemedi. Ve yalnız başına mübarek beldeye hicret etti. Ve orasının sakinleri tarafından çok sevildi. Namazları Mescid-i Nebevîde kılıyordu. Sık sık oruçlu oluyor, açları doyuruyor, çıplakları giydiriyordu. Hülasa bütün ahlâk-ı hamîde üzerinde toplanmıştı.

DİLİN AFETLERİNDEN SAKINMAK

O zamanlar Hicaz’da aşırı bir fakirlik hüküm sürüyordu. Halk yarı aç, yarı tok bir vaziyette idi. Yılda bir kez entari yaptırabilen pek azdı. Hükümet memurun onbeş-yirmi riyal olan maaşını bile ödeyemiyordu. Çünkü henüz petrol kuyuları açılmamıştı. Böyle bir zamanda Yunus Bey’in İstanbul’dan getirdiği paralar çok faideli oluyordu.

“Cesedde bir çiğnem et vardır. O salih olursa bütün cesed salih olur. O da kalbdir” buyurulmuştur. Dil de kalbin tercümanı olduğuna göre, dilin vazifesi çok mühimdir. Bütün sürçmeler hatalar, günahlar onunla işlendiği gibi bütün iyilikler sevablar, gönül almalar hep onunla elde edilir.

Dilin âfetlerinden sakınılmalıdır. Dil hüsn ü istimal edilip de Allah’ın rızâsı yolunda kullanılırsa baha biçilmez ne güzel bir uzuvdur. Allahü Teâlâ’nın has kulları bu hususa çok dikkat ederler.

Bilhassa beddua etmekten sakınmalıdır. Bazı kadınlar, ağızlarında sakız gibi bu kötü hali itiyad edinmişlerdir, sebebli sebebsiz her şeye bilhassa oğullarına, kızlarına beddua ederler. Bu ne çirkin bir alışkanlıktır. Halbuki bilmezler ki, o hatalı söz döner dolaşır kendilerine isabet eder, bu yüzden dert ve sıkıntılarının sonu gelmez.

Bahsi geçen Yunus Bey’in muhterem annesi oğlunun o kötü haline dayanamayıp beddua etse idi belki onun o kötü hali daha da beter olurdu. Halbuki maneviyatlı olgun kadın, gece gündüz oğlunun salahı için dua etti ve semeresi hasıl ol- du. Çünkü ısrarla ve samimiyetle yapılan duanın kabul edileceğini biliyordu. İnsanoğlu anne duası bereketiyle ne halden ne hale geliyor, teemmül edelim.

Çünkü Allah Teâlâ herşeye kadirdir.

Kaynak: Sadık Dânâ, Aile Saadeti, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.