
Bir Asi ve Günahkârı Bir Abidden Daha İyi Yapan Özellikler
Bir asi ve günahkârı bir abidden daha iyi yapan özellikler nelerdir? Şeyh Sâdî Hazretleri bu husustan ne buyuruyor?
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Allâh’a el açıp yalvaran âsî; kafasında kibir taşıyan âbidden daha iyidir.”
“Allah’tan korkan günahkâr, ibadetine güvenen âbidden iyidir.”
Kulun hiçbir ameli, kendisine lûtfedilmiş olan nîmetlerin şükür borcunu tam olarak ödemeye kâfî gelmez. Bundan dolayıdır ki sâlih ve ârif kullar, hattâ peygamberler dahî, hesap gününde yalnız amellerinin karşılığını bekleyerek değil, Allâh’ın af ve merhametiyle hesaba çekilmeyi arzu ederler.
Nitekim bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ashâbını ifrat ve tefritten uzak, dengeli bir kulluk hayatı yaşamaya dâvet ederek:
“–Orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz ki, hiçbiriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.” buyurmuşlardı.
Sahâbîler:
“–Siz de mi kurtulamazsınız, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye hayretle sordular.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–(Evet) ben de kurtulamam. Ancak Allah, rahmet ve keremiyle beni bağışlamış olursa, o başka!” cevâbını verdi. (Müslim, Münâfikîn, 76, 78)
Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyruluyor:
“Bir adam, doğduğu günden, yaşlanıp öldüğü güne kadar Allah rızâsı için alnını secdeden kaldırmayıp gayret etse, o adam yine de kıyâmet günü amellerini az görür.” (Ahmed, c. IV, s. 185)
Yani bu derece ibadetli bir kul bile, kıyâmet günü sırf amellerinin, ebedî kurtuluşu için kâfî gelmeyeceğini, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine muhtaç olduğunu idrâk edecektir.
Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- Allah yolunda evlâdıyla, canıyla, malıyla imtihan edildi. Sarsılmaz tevekkül, teslîmiyet ve itaati neticesinde Halîlullah / “Allâhʼın dostu” oldu. Gönlünde muazzam ufuklar açıldı. İlâhî kudret ve azamet karşısında müthiş bir hiçlik, yokluk ve acziyet hissiyâtına bürünerek Cenâb-ı Hakkʼa;
“(Kulların) diriltilecekleri gün beni mahcup etme!” (eş-Şuarâ, 87) niyâzında bulundu. Yani o bile amellerine ve mânevî derecesinin yüksekliğine güvenmedi.
HİÇ KİMSE AMELİ SAYESİNDE KURTULAMAZ
Fakat burada şu hususu da ifade etmeliyiz:
“Nasıl olsa hiç kimse ameli sayesinde kurtulamaz.” diyerek ibadet ve sâlih amelleri terk etmek de, nefis ve şeytanın tuzağına düşmek demektir. Bu sebeple, ilâhî rahmetin tecellîsine vesîle olacak en sağlam yolun, yine Allâh’ın rahmetini umarak îfâ edilen ibadetler ve sâlih amellerden geçtiğini aslâ unutmamak gerekir.
Nitekim bir hadîs-i kudsîde Cenâb-ı Hak:
“…Kulum kendisine farz kıldığım amellerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık kazanamaz. Kulum Bana, (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle de durmadan yaklaşır, nihâyet Ben onu severim…” buyurmaktadır. (Buhârî, Rikāk, 38)
Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın lûtuf ve ihsânı yetişmezse, hiçbir amelimizin bizi kurtaramayacağının şuur ve idrâki içinde, sâlih ameller işlemeye gayret etmeliyiz. Fakat bütün kulluk gayretlerimizin de -tıpkı duâlarımız gibi- kabûle muhtaç olduğunu, hatırımızdan çıkarmamalıyız.
Nitekim “Aşere-i Mübeşşere”, yani daha dünyada iken Cennet’le müjdelenen sahâbîlerden hiçbiri; “Biz artık kemâle erdik, maksadımıza ulaştık.” diyerek ve nâil oldukları nebevî müjdeye güvenerek, kulluk vazifelerini ihmâl etmediler. Aslâ gurur, kibir veya rehâvete kapılmadılar. Aksine; büyük bir kalbî rikkatle ve son nefese kadar sürekli artan bir gayretle, örnek bir kulluk hayatı yaşadılar.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2025 – Şubat, Sayı: 468
YORUMLAR