Bir Cevizin Hatrı

Hikâyeler

Bir adet cevizin kaç yıllık hatırı olur? Ya da bir etek dolusu cevizin kaç yıllık acı hatırası? Hatice Şahin yazdı.

“Bir kahvenin kırk yıllık hatırı olur” derler, acaba bir adet cevizin kaç yıllık hatırı olur? Ya da bir etek dolusu cevizin kaç yıllık acı hatırası?

Kırgızistan’da yolda giderken doksana merdiven dayamış, hayatın yükü ile iki büklüm olmuş, uzun yıllardır kullandığı yadigâr el arabasıyla giden bir nine karşıma çıktı. Bana bakınca Türk olduğumu anladı ve “sana fasulye lâzım mı?” dedi. Gurbet diyarda kendi dilinde konuşan, kendi milletinden olduğunu anladığın biri karşına çıkınca akrabanı görmüş gibi sevinirsin. Fasulyeyi satan Ahıska Türkü bir nineydi.

Ahıska Türkü nineleri Ulu Türkistan’da görünce dinlediğim onlarca sürgün hikâyesinden olsa gerek içimi farklı bir hüzün sarar. Sürgün yaşamış dede ve ninelerin yüzlerinde oluşan çizgiler sanki sessiz bir şekilde yaşananları insana fısıldar. Nine, iki büklüm haliyle beş kuruş ekmek parası için fasulyeleri kendi ekip büyütmüş. İhtiyacı olmasa bile bu nineye hayır denir mi? “Olur nine, alayım” dedim. Baktım beş buçuk kilo fasulyesi kalmış. “Hepsini alayım” deyince sevindi, “yarım kilosu benden hediye olsun” deyip parasını almadı.

Fasulyesi bittiği için evine doğru yola koyuldu. Evimiz aynı yönde olunca Güzel Nine, “Fasulyeni arabaya koy, yük olmasın” dedi. Fasulyeyi arabaya yerleştirince “Ben süreyim, nine” dedim. “Yok olmaz, ben sürerim” dedi ve kendisi sürdü. Nine bar (yük) olmayıp, yar (dost) olan insanlardandı. Zaten hayatın çile çemberinden geçenler bar olmayıp yar olmaya çalışan insanlar değil midir?

BİR CEVİZİN HATRI

Ninenin adı Güzel, yaşı seksen yedi. Ahıskalı nine ve dedelere Ahıska sürgününü yaşayıp yaşamadığını mutlaka sorarım. Hepsinin ayrı ayrı hüzün dolu sürgün hikâyesi vardır. Güzel ninenin sürgün hikâyesi de hüzünlüydü. Hangi sürgünde hüzün ve gözyaşı olmaz ki. Güzel Nine sürgünde altı yaşında olduğunu söyledi. “O günleri hatırlıyor musun nine?” dediğimde “Sadece bir şeyi hatırlıyorum” diyerek anlatmaya başladı.

“Bizi sürgün için toplamaya başladıklarında babam, çocuklarım yolda yerler diye yerde serili duran cevizleri çuvallara doldurdu. Çuvalları taşıyacağı sırada cevizin şangırtı sesi gelince asker hemen babamın elinden aldı. Beni görünce, demek ki merhamete geldi, eteğimi toplatıp birkaç avuç doldurdu. Ceviz çuvallarını depomuza koyup kapısını kilitledi. Bütün köy halkını harman yerine topluyorlardı. Ben de korkuyla koşa koşa oraya gittim ve içi ceviz dolu eteğimi açtığımda bir tane bile ceviz kalmadığını gördüm. Hepsi koşarken yolda dökülmüştü.”

Güzel Nine, o acı dolu günlerden kalan tek hatırasını anlatırken ses tonunu hüzün sarmıştı. Sonra el arabasına doğru eğildi ve poşetlerin altını açıp “Bak, buraya bir tane ceviz koymuştum, al senin olsun.” dedi ve cevizi bana uzattı. Ben “Nine, her ceviz gördüğünüzde bu hadise mi aklınıza geliyor?” dedim. Nine sadece “evet” dedi ve sustu. Acaba o unutamadığı bir etek dolusu cevizin hatırası için mi yanında ceviz taşıyordu?

O cevize baktığımda eteğinde birkaç avuç ceviz taşıyan altı yaşındaki Ahıskalı küçük kızla göz göze geldim. O bir cevizi yiyebilecek miydim? Ya da evini terk eden bir çocuk için birkaç avuç cevizin ne demek olduğunu hatırlamak için o cevizi saklasa mıydım, karar veremedim.

Nineye “Sürgünde akrabalarınızdan yolda kaybettikleriniz oldu mu?” diye sordum. Nine, “yok, hepimiz trenle Özbekistan’a kadar telef olmadan (kayıp vermeden) geldik. Özbekistan’ın havasına alışamadıkları için babam, 19 yaşında ablam, 12 yaşında kardeşim, 9 yaşında kardeşim, …… vefat ettiler” dedi. Güzel Nine o kadar çok değişik yaşlarda vefat eden kardeşlerini saydı ki ben hesaplayamadım. Tekrar sormaya da çekindim. “Anam, ben ve kardeşim üçümüz kaldık, onları Özbekistan’da bırakıp, Kırgızistan’a göçtük” dedi. Vefat eden yakınları için sanki hayattalarmış gibi, “Onları orada bırakıp göç ettik” demesi, “Onlar yok olmadı, bir âlemden diğer âleme göçtüler, kısa süreliğine orada bıraktık bir müddet sonra görüşeceğiz inşallah” der gibiydi.

Nine, kendine dayanak olması için torununu yanına alıp büyütmüş ve evlendirmiş. Üç tane de torun çocuğu görmüş. Bilgeye sormuşlar “Dünyada olmayan nedir?” Bilge cevaplamış “Rahatlık!” Güzel Nine dünyada olmayan rahatlığı nasıl görsün? Torunu 34 yaşında vefat edip üç torun ve gencecik bir gelinle kalakalmış.

Her sürgün başlı başına yaşanmış bir hikâyedir. Tolstoy: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, ama her mutsuz ailenin mutsuzluğu başka başka olur.” der. 

Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.” (Duhan, 29) Demek ki zalimlerin dışındaki insanlar için yer ve gök ağlar. Bu ayete bakınca sürgünle terk edilmiş topraklar kim bilir sürgün edilen insanların ardından ne kadar gözyaşı dökmüştür? Çobanların ezgileriyle neşelenen dağlar, taşlar, nehirler yaşadıkları yalnızlıklarını haykırıp durmuştur. Sahiplerinin şefkatli elleriyle dikilmiş ceviz ağaçları yetim kalıp başlarını eğmiştir. Ya da garip kalmış dede ve ninelerin mezar taşları veda edemeden ayrılan yakınları için ağlayıp durmuşlardır. Sürgün yaşayan ayrı, geride kalan ev, bark, dağ, taş ayrı gözyaşı dökmüştür. Neticede Adem (a.s.)’ın bedenine balçık hâlindeyken 1 yıl sürur, 39 yıl hüzün yağmuru yağmadı mı? Tarihte olduğu gibi şimdi ve sonra kıyamete kadar gözyaşları akacak. Sonunda gülen ise mazlumlar, gözyaşı dökenler olacak. İnşallah.

Yurdum nerde, yuvam nerde,

Suyum nerde, havam nerde,

Yaylam nerde, ovam nerde,

Her birimiz başka yerde.

*

Kaç diyarda mezarımız,

Gökte kaldı nazarımız,

Namsız kayıp hezarımız (binimiz),

Her birimiz başka yerde. (Yunus ZEYREK)

Kaynak: Hatice Şahin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 465