Bir Ev Hanımının Mesaisi Ne Olmalıdır?

HANIMCA

Bir ev hanımının mesaisi ne olmalıdır?

Cenâb-ı Hak, bütün varlıkları birbirinden farklı hususiyetlerde yaratmıştır. Bu sayede hepsi birbirine muhtaç ve birbiriyle eksiklerini tamamlar mâhiyettedir. Rabbimizin kâinâtta tesis ettiği bu nizamın bir diğer yönü de varlıkların çift olarak yaratılması keyfiyetidir. Gerek bitki ve hayvanlar, gerekse insanlar var olmak ve varlığını devam ettirmek için erkek ve kadın olmak üzere çift yaratılmışlardır. Cenâb-ı Hak, tekliği, kendisine mahsus kılmıştır.

Bu sebeple toplumun farklı kademelerindeki insanlar daima birbirlerine muhtaçtırlar ve ancak diğer insanlarla dengeli ve âhenkli bir dayanışma içinde olurlarsa, bütün toplum huzur içinde olur. Ancak sorumluluklar ve vazifeler ihmal edilirse, çeşitli mevkilerde olan insanlar birbirleriyle inatlaşıp çekişmeye başlarsa huzur kaybolur, fitne-fesat çoğalır.

Rabbimiz, insanlar arasında bu genel esasları çizdiği gibi, âile yuvasında da huzur ve mutluluğun esaslarını belli etmiş; insanların fıtrat, yaş, cinsiyet, kabiliyet, merak ve kapasitelerine göre farklı vazife ve selâhiyetler (yetkiler) vermiştir.

Bedenî güç ve his âlemi açısından erkeğe daha metin (dayanıklı) olma vasfını veren Rabbimiz, onun dış dünyadaki sıkıntılarla boğuşmasını, bakıma muhtaç durumdaki âilesine kol-kanat germesini emretmiştir. Böylece erkek; hanımına, çocuklarına ve bilhassa yaşlandığı zamanlarda anne-babasına, hattâ çevresindeki akraba, komşu ve diğer insanlara yardıma koşacak vasıftadır. O, âilesinin ve çevresindeki muhtaçların sığınağı, hâmisi; çetin şartların ve harp-darb gibi zorlukların birinci muhatabı ve kurbanıdır.

Aynı şekilde Rabbimiz, kadına da şefkat, merhamet, nezâket, zerafet gibi pek çok üstün vasıf ve meziyet ihsan etmiştir. Kadın, yaratılış açısından “anneliğe” hazırlanmış; bedenî özellikleri ve duyguları, “hanımefendilik” ve “annelik” yapmak üzere donatılmıştır. Onun kaba, yorucu, yoğun psikolojik baskı altındaki işlerde yıpranması daha kolaydır. Kadın ruhu nârindir, kibardır. Onun hoyratça ağır işlere sürülmesi, sokakların insafına terk edilmesi; kadının fıtrat ve güzelliklerini bozduğu gibi, toplumun da felâkete sürüklenmesine yol açar. Kadının iffet ve temizliği ne kadar îtinayla korunursa, gelecek nesillerin yetişmesi de o kadar güvence altına alınmış olur. Eğer kadın, kendi iffet, şahsiyet ve faziletlerine vedâ ederse, toplumun da yıkılışı kolaylaşır.

BİR EV HANIMININ MESAİSİ NE OLMALIDIR?

Kadın, evde eş ve anne olarak vazifelerini tam ve eksiksiz yaptıktan sonra, kendi ahlâk, fıtrat ve meziyetine uygun bir şekilde cemiyetin ıslâhına, kadınlara dönük iş ve hizmetlere de bakabilir. Ancak bunu yaparken kendisini, âilesini unutmamalı; gecesini-gündüzünü sâir işlerle doldurup da evini, yuvasını ihmal etmemelidir.

Bir erkek ve bir kadından kurulmuş olan “âile” yuvası; karşılıklı muhabbet, fedâkârlık, sadakat ve hizmetle hayatiyetini devam ettirir. Kadın ve erkek, âilede birbirinin açığını arayan, kusurlarını ortaya döken rakip kimseler değildir. Aksine kadın ve erkek, birbirinin açığını kapatan, eksiklerini tamamlayan, birlikte bir bütün oluşturan Allâh’ın emânetleridir.

Müslüman âilede erkek, bencil, kaba-saba, kırıp dökücü olamaz. O zâlim, doğru-yanlış her istediğini istediği şekilde yaptıran bir kimse değildir. Çünkü müslümanın örnek aldığı Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hiçbir zaman böyle bir “koca” ve “âile reisi” olmamıştır.

Kadın da eşini küçük düşüren, ona meşrû yollarla yapamayacağı şeyleri durmadan isteyen, Allâh’ın verdiği güzellik ve meziyetleri, âilesi aleyhine kullanan bir kimse olamaz. Onun da önünde, Peygamber Efendimizin Ehl-i Beyt’i ve ashâb-ı kirâmın hanımlarının örnek hayatları durmaktadır.

Erkek evine sadakatle bağlı, evinin âilesinin ihtiyaçlarını helâlinden temin etmek için gayretli olmalı; nâmerde değil, merde bile muhtaç olmadan âilesini geçindirmelidir.

Kadın, eşinin helâlinden getirdiği rızka kanaat etmeli, onu gereksiz ve israf sayılacak masraflara sokarak huzursuz etmemelidir. Çünkü kocasının huzursuz olması, bir gün kendisine ve âilesine de sirayet eder.

Yuva, dört duvarı olan bir ev gibidir. Eşlerden birisi binanın duvarlarını örerken, diğeri ısrarla o yuvayı yıkmaya kalkarsa, yıllar geçse de ortada beraberce oturulacak bir ev bulunmayacağı gibi, iki taraf açısından da beyhûde tüketilen çileli bir ömür, gönlen yıpranmış çiftler ve perişan bir âile hayatı olur. Böyle bir yuvada yetişecek çocukların önünde örnek değil, ibret alacağı ebeveynleri olmuş olur.

Hayat bazen bolluk ve bereketle geçer; bazen de sıkıntılar, dert ve yokluklar peşpeşe gelir. Bolluk zamanında israf etmeyen, şükür ve infakla evini, malını bereketlendiren kimseler; yokluk hâllerinde de kanaatkâr olur ve huzur içinde yaşarlar. Ama israfa ve savurganlığa alışan kimseler ne yoklukta, ne de varlık zamanlarında bir türlü mutlu olamazlar.

Muhabbet, sadâkât ve fedâkârlık, âilenin ayakta durmasını sağlayan en önemli esaslardır. Muhabbeti kalplerde var eden Cenâb-ı Hak’tır. Eşlerin birbirine karşı olan muhabbet ve meylini, Rabbimiz, kendi varlığının delillerinden birisi olarak takdim etmektedir. Mühim olan, Allâh’ın nikâhla beraber var ettiği bu muhabbeti zedeleyecek söz, davranış ve alışkanlıklardan uzak durmaktır. Çünkü bu vazife, kadın ve erkeğe birlikte yüklenmiştir. Herkes, elinden geldiği kadar bu muhabbeti canlı tutmanın gayretinde olmalıdır.

Sadâkât ise, evliliğin en önemli esasıdır. Erkeğin gözü dışarıda olmamalı, kadın da erkeği bu duruma düşürmemek için elinden geleni yapmalıdır. Kadın, dinimizin koyduğu esaslar dâhilinde eve herkesi almamalı, kocasının izin vermediği ya da ahlâkî zaafları bulunan kimselerle görüşmeyi kesmelidir.

Fedâkârlığa gelince, günümüzde hem fert, hem âile ve hem de toplumumuzda en çok ihtiyacımız olan esastır. Zira herkes fedakârlığı karşısındaki kimseden beklemektedir. Kendi yaptığı hizmet ve fedakârlığı hep dile getiren; karşısındaki insanların yaptıklarını görmeyen veya görmek istemeyen kimseler, bir nevî bencillik girdabına kapılmış gibidir. Aslında mahlûkâta hizmet etmek, insanı şeref sahibi kılar. İnsanlar, hizmet ederek yücelirler. Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir. Hizmet ve fedakârlık, Allah için yapıldığında, karşılık ve mükâfâtı da sadece Allah’tan beklendiğinde; insanların art niyet ve nankörlükleri insanı çok fazla yıpratmaz. Kişi, Allâh’ın rızasını unutarak sadece insanlara iyilik ettiğini düşünürse, bir müddet sonra hayır, hasenât, hizmet ve fedakârlıktan yorulmaya başlar. İnsanların Allâh’a bile nankörlük yapacak mizaçta olduğunu görmeli, eşine, çoluk çocuğuna ve akrabasına yaptığı hizmetleri, sadece ve sadece Allah rızasını gözeterek yapmalıdır.

Ancak yine de insan hizmet ve fedakârlık yaptığı kimselerden de ufak bir vefâ ve teşekkür beklemektedir. Bu yüzden evde erkekler, hanımlarına hizmet ve gayretleri için teşekkür etmeyi öğrenmeli, hanımlar da beylerinin yüklerini hafifletecek şekilde minnet duygularıyla kendisine yardımcı olmalıdır. Yukarıdaki ev misalinde olduğu gibi, çatı ve duvarlar yıkılırsa, içerideki herkes bundan mağdur olur. Bu yüzden âilenin her ferdi, evin bir ucundan tutarak onu mâmur kılmaya çalışmalıdır. Rabbimiz, bize gözümüzün aydınlığı olacak eşler ve zürriyetler nasip etsin. Âmin.

Kaynak: Zahide Topçu, Şebnem Dergisi, Sayı: 150-151