Bir Gülün Yetişmesi İçin Bin Dikene Su Verilebilir

İLİM

Bazen bir adamla bir millet dirilir. Yüce Rabbimiz, kullarını muhtelif kabiliyetlerde yaratmıştır. Birine verilen, diğerinde bulunmayabilir. Bu istidadı keşfetmek firâset ve basiret ister. Tespit etmek de yetmez, o kabiliyetin inkişaf edebileceği ortamı oluşturmak ya da gelişebileceği ortamda bulunmasına katkıda bulunmak önemlidir.

“Fâtih Sultan Mehmed Han, vezirleriyle bütçe müzâkeresi yapıyordu. Medreseler tahsîsâtına Sultan’ın ayırdığı rakam bir hayli kabarıktı. Mâliye vezîri, bu rakama muttalî olunca, hayretle derin bir sükûta büründü. Vezîrin bu tavrını farkeden firâset ve basîret sahibi Fâtih Sultan Mehmed Han:

“Paşa! Bütçe mes’elesinde asıl konuşması gereken kimse mâliye vezîri iken, acep siz niçin konuşmaz oldunuz?” dedi.

Vezîr hâlini belli etmek istemeyip:

“İstifâde ediyorum, sultanım...” dedi.

Fâtih:

“Paşa! Gâlibâ medreseler tahsîsâtı için koyduğum meblağı fazla gördünüz!” diyerek onun düşüncesine vâkıf olduğunu hissettirince vezîr mecbûren:

“Evet sultanım! Memleketin binbir derdi varken, bunlardan biri olan ilim tahsîline gereğinden çok fazla tahsîsât ayırmışsınız!” diyerek sükûtunun sebebini izhâr etti.

Bunun üzerine, hem vezîrini küstürmemek, hem de mes’eleyi halletmek isteyen firâsetli Sultan, sâkin ve iknâ edici bir üslûb ile şunları söyledi:

“Paşa! Her meslek fire verir. Bilhassa ilim mesleğinin firesi daha çoktur. Çünkü Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem):

Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.[1] buyurmuşlardır.

Peygamber vekîli olabilmek ise, öyle kolayca elde edilebilecek bir makâm değildir. İşte bu bakımdan ilim mesleğinin firesi, diğerlerine göre daha fazla olur.

Diğer meslekleri şöyle düşünürüm. Kirli bir suya siyah kurşunî yahut kahverengi bir kumaşı batırırım. Kuruduğunda da onu sarık diye sarabilirim. Çünkü rengi, kir göstermez. Fakat bir beyaz tülbent öyle mi? Onu değil kirli bir suya batırmak, üzerine sinek bile konsa farkedilir ki, ilim mesleği de böyledir.”

Sözünün burasında Sultan, vezîre sordu:

“Paşa! Kendilerine imkân sağladığımız yüz talebeden kaçı yetişiyor? Aralarından üç-beş tane adam çıkıyor mu?”

Mâliye vezîri:

“Evet Sultanım! Yetişiyor elbette.. Ama bu kadarından ne çıkar ki?!” dedi.

Sultan mânidar bir şekilde tebessüm etti ve:

“Paşa! Bilir misin ki bunca ahâlîyi tenvîr edip yetiştiren de işte bu üç-beş kişidir.”

Vezîr başını önüne eğdi ve gerçeği itiraf ederek:

“Evet sultanım; bu doğrudur” dedi.

Mes’eleyi basîret ve firâseti sayesinde kolayca halleden Fâtih’in gönlü, son derece sürûrla doldu ve vezîre:

“Paşa! Mademki medreselerimizdeki her yüz talebeden üç-beş tane de olsa, ahâlîyi tenvîr edecek ciddî insan yetişebiliyor, o hâlde onların hatırına fire sayabileceğimiz diğerlerini de bakıp gözetmeye râzı olmalıyız!” dedi.”[2]

YÜZ YARIM ADAM BİR TAM ADAM ETMEZ

Abdullah İbni Ömer (radıyallâhu anh)’den rivayet edildiğine göre, “Ben Resûlullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem)’ı şöyle buyururken dinledim” demiştir:

İnsanlar, aralarında soylu ve binmeye elverişli bir tek deve bulmakta güçlük çekeceğin yüz deve(lik sürü) ye benzer.”[3]

Sâhibü’l-Vefâ Mûsâ Efendi (kuddise sirruh) da der ki:

“Yüz yarım adam bir tam adam etmez.”

Bazen bir adamla bir millet dirilir. Yüce Rabbimiz, kullarını muhtelif kabiliyetlerde yaratmıştır. Birine verilen, diğerinde bulunmayabilir. Bu istidadı keşfetmek firâset ve basiret ister. Tespit etmek de yetmez, o kabiliyetin inkişaf edebileceği ortamı oluşturmak ya da gelişebileceği ortamda bulunmasına katkıda bulunmak önemlidir.

Keyfiyetli (kaliteli) insanı bulup geliştirmek için de kemmiyete (sayıya) değer vermek durumundasınız. Zira keyfiyet, kemmiyetin içinden çıkacak ve onların arasında öne çıkıp liderleşecektir.

Diğer bir husus da istidâdı keşfetmek ve geliştirmek süreç ister. Her istidadın ortaya çıkma süresi farklıdır. Rabbimizin hangi kuluna ne gibi istidat tohumları emanet ettiğini tümüyle bilemediğimize göre, her bir kulu değerli görmek ve gelişmesi adına ona emek vermek durumundayız. Bir diğer mesele de başlangıçta cevher olarak tespit edilen nicelerin, zamanla değişip dönüşebileceği de her zaman mümkündür. Öyleyse eğitim alanı, elbette zor, masraflı, süprizlerle dolu ve fakat şerefli ve bir millet için zaruri bir hizmet alanıdır.


[1] Ebû Dâvûd, “İlim”, 1.

[2] Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyet ve Müesseseleriyle Osmanlı, s. 102-103.

[3] Buhâri, “Rikak”, 35; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 232.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Medeniyet Öncülerimizden 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları