Bir Günün Muhâsebesine Dair Misaller

İHSAN

Bir günün muhasebesi nasıl yapılmalıdır? Hak dostlarının, ümmete yapmış oldukları bazı îkaz ve tavsiyeleri vardır ki, bunlar, kişinin günlük hayatta kendini nasıl mîzan ve muhâsebe etmesi gerektiğine dâir güzel birer numûnedirler.

Cihânın en üstün varlığı olan insanın gerçek saâdeti; ruhlara ezâ ve ıztırap verecek pürüzleri bertaraf ederek, îman lezzeti ve ibadetlerin huzuru ile dolu bir kulluk hayatı yaşamasına bağlıdır. Bunun için de davranış mükemmelliği, incelik, zarâfet ve duygu derinliği gibi meziyetlerle müzeyyen bir ömür sürmelidir. Zira ömür sermâyesi mahduttur. İnsan da başıboş bırakılmış değildir. İlâhî imtihan için geldiği bu dünyada her fânî gibi bir gün ölüm geçidinden âhiret âlemine intikâl edeceği muhakkaktır. Bu bakımdan insan, kendisine verilmiş olan emâneti zâyî etmeden, var oluş hikmetine ve insanlık haysiyetine yaraşır bir hayat yaşamalıdır.

BİR GÜNÜN MUHASEBESİNE DAİR MİSALLER

İnsanoğlunun kalbini meşgûl eden müşterek düşünce ve ıztırapların en büyüğü, ölüm ve ötesine dâirdir. Ölüm, âhirete götüren zarûrî bir hâdisedir. Ölümün zarûrî dâveti gelmeden önce kalbi, irâdî olarak âhiret âlemine seferber edebilmek, en ihtiyatlı bir harekettir.

İnsanların Gafleti

Allah dostları, bu firâseti gösteremeyen kimselerin gafletine şaşarak şöyle demişlerdir:

“Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise bize doğru yönelmiş geliyor. Hayret o kimseye ki arkasını dönüp gidene yöneliyor da, kendisine doğru gelene sırt çevirip onunla meşgûl olmuyor.”

Yaratılış hikmetini idrâk edemeyen, maddî ve mânevî yapısının inceliklerine, varlığının derinliklerine dalamayan bir insanın; nezih bir hayat sürmesi ve cihandaki kudret akışlarını fazîlet zirvesinden müşâhede edebilmesi imkânsızdır.

Yaratılış hakîkatine nüfûz edebilmek, hayat ve ölümün mânâsını kavrayabilmekten geçer. Bu ise ancak ilâhî nûrun tecellî ettiği akıl ve vicdanların kârıdır.

Maddî ve mânevî bakımdan muazzam nîmetlerle cihâna gelip sonunda etten bir kalıp olarak toprak altında çürümenin, ahsen-i takvîm üzere yaratılan insan adına ne büyük bir fecaat olduğunu kavrayamamak, bu tâlihsizliğin ıztırâbını hissedememek, yüreğinde kırıntı kabîlinden de olsa iz’an taşıyan bir insan için ne büyük bir hüsrandır!..

İnsanın hiç tanımadığı ve ne gibi vâkıalarla karşılaşacağını hiç bilmediği bir âleme zoraki bir sûrette gitmesi ile, tanıdığı ve neş’elerine gönülden hasret çektiği bir âleme vicdan huzuruyla intikâli arasında ne büyük bir mâhiyet farkı vardır.

Bu sebeple istikâmet ehli, Cenâb-ı Hakk’a yakınlaşma arzusuyla nefsâniyeti dizginleyip rûhâniyeti ziyâdeleştirmenin gayreti içindedirler. Yine onların bütün gayreti, Hak Teâlâ’nın rızâsı istikâmetinde can verebilmek içindir. Mevlâmız, bu sâlih kişiler hakkında âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan Cennet’le sevinin!» derler.” (Fussilet, 30)

Bir Mümin Şu İki Korku Arasında Yaşar

Bu âlemde âhiret endişesini sînesinde taşıyan bir mü’min, dâimâ şu iki korku arasında yaşar:

  1. Dosyası kapanıp ilâhî mahkemede açılacak geçmiş günlerin endişesi. Zira Kirâmen Kâtibîn meleklerinin mühürledikleri o dosyalarda bir değiştirme ve düzeltme yapma imkânı yoktur. Yegâne çâre, amel-i sâlihlerin rûhâniyetine bürünerek kalbin yanarcasına günahlardan nefret etmesi ve istiğfâra sığınmasıdır.

Diğer taraftan, mâziye âit hatâlar için tevbe nasîb olup olmayacağı, olursa bile Hak katında kabul buyrulup buyrulmayacağı da belli değildir.

Günahların insanı ne ulvî makamlardan mahrum bıraktığını Mevlânâ Hazretleri ne güzel ifâde eder:

“Evet, af vardır. Fakat ümit ışığının aydınlığı nerede ki, kulun takvâ sebebi ile yüzü ak olsun ve nurlansın.

Hırsız affedilse bile, canını kurtardığı için sevinir. Yoksa vezir veya hazine emîni olmak, hırsız için mümkün müdür?”

  1. Kaderimizdeki gelecek günlerin kemmiyet ve keyfiyeti, yani miktarı ve ne gibi tezâhürleri beraberinde getireceği.

Mü’minin en mühim düşüncesi, Hakk’ın rızâsını nasıl elde edebileceği ve geçmişteki gaflet ve yanlışlarını ne şekilde hasenâta tebdîl edebileceği olmalıdır.

“Din Nasihattir”

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Dîn nasihattir.” buyurmaktadır. (Müslim, Îman, 95) Dolayısıyla insanların en hayırlıları, Allâh’ın kullarını, Allâh’a kulluğa dâvet eden ve insanlığa gönül iklîminden ilâhî muhabbeti telkîn edebilenlerdir.

“Şu Üç Şey, Îman Alâmetlerindendir”

Zünnûn-ı Mısrî -rahmetullâhi aleyh- buyurur:

“Şu üç şey, îman alâmetlerindendir:

  1. Müslümanların dertleriyle dertlenip gönlün mahzun olması.
  2. (Yusuf -aleyhisselâm- gibi, geçmişte) yakınlarından ve kardeşlerinden gördüğü eziyetlerin acısını yüreğine gömüp onlara karşı her türlü hayrı îfâya çalışmak, haklarında hayır niyâz etmek.
  3. Her ne kadar nefsâniyetleri sebebiyle câhillik edip hoş görmeseler de, insanları muhtâc oldukları hususlarda yumuşak bir lisan ve mütebessim bir çehre ile irşâda çalışmak.”

İşte bu vasıfta bir kulluk hayatı yaşayan Hak dostlarının hâl ve nasihatleri, mü’minler için büyük bir nîmettir. Hak katında, kadri yüce bir mevkîye sahip olan Allah dostlarına muhabbet dolu bir gönülle yaklaşmak, onlardan mânevî istifâdenin en mühim yoludur. O gönül sultanlarının hâllerini hayatımıza numûne ittihâz etmek, onlara büyük bir muhabbetle tâbî olup izlerinden yürümeye çalışmak, onlarla kalbî beraberliğe ulaşmak ve onların gönüllerinde yer edinebilmek, Hakk’ın muhabbetine vesîle olur.

Sırât’ı Geçtin mi?

Hak dostlarından Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh-, bir gün yolda giderken çok neşeli, gülen bir adamla karşılaşır. Ona:

“–Ey kardeşim! Sırât’ı geçtin mi?” diye sorar.

Adam:

“–Hayır.” cevâbını verince tekrar sorar:

“–Peki Cennet’e mi, yoksa Cehennem’e mi gideceksin? Bunu biliyor musun?”

Adam yine:

“–Hayır.” diye cevap verir.

O vakit Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh- o adama şunları söyler:

“–Allah sana âfiyet versin! O hâlde niçin bu kadar taşkınca gülüyorsun? Unutma ki, o kıyâmet gününün işi çok çetindir!..”

Nasihat İçin Ölüm Yeter

Fudayl bin Iyâz -rahmetullâhi aleyh-; “İnsanlara nasihat için ölüm kâfîdir.”[1] hadîsini sık sık zikrederdi. Bir gün adamın biri kendisinden nasihat isteyince ona:

“–Baban sağ mı?” diye sormuş, muhâtabı:

“–Hayır, öldü.” diye cevap verince de:

“–Bu nasihat sana kâfî değil midir?” buyurmuştur.

“Yeryüzü Şu İki Kişiye Hayret Eder”

Ahmed bin Harb -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurur:

“Yeryüzü şu iki kişiye hayret eder:

Birincisi, bu fânî âlemde bir toprak parçası için kardeşiyle çekişen kişidir. Bu kişiye yeryüzü hâl lisânıyla: «Oranın senden önceki sahiplerini de bir düşünsene! Birçok kişi o yeryüzünde saltanat sürmüş, ama orası hiçbirine ebedî kalıp yâr olmamıştır!» der.

Diğeri de uyumak için yerini güzelce hazırlayıp yatağını seren kişidir. Yeryüzü bu kişiye de lisân-ı hâl ile şöyle seslenir: «Ey Âdemoğlu! Benim içimde uzun bir süre yataksız yorgansız kalacağın kabrini niye hatırlamıyorsun?!»”

Bir Ömür Nasıl Yaşanmalı?

Gönüller sultânı Hazret-i Mevlânâ -rahmetullâhi aleyh-, ömür sermâyesini Hakk’ın rızâsı istikâmetinde değerlendirebilmek için şu tavsiyelerde bulunur:

“Bugün yapacağın iyiliği yarına bırakma. Aklını başına al da, âhiret çuvalına taşları değil, sultanlara, pâdişahlara sunulması gereken değerli cevherleri (amel-i sâlihleri) doldur!

Sonunda sen de bunu anlayacak ve idrâk edeceksin ya, bâri şimdiden kendine gel de son günü, yani âhireti bugünden gör. Aklını başına al da, işin sonunu bugünden görmeye çalış. Hakîkati, âhireti görecek gözünü gafletle ve nefsânî temâyüllerle âmâ etme!

İstikbâli gören mes’ûd olur. Böyle kişinin Hak yolunda yürürken hiçbir zaman ayağı kaymaz, sürçmez, tökezlemez.

Ayağının kaymasını, sürçüp düşmeyi istemiyorsan, kâmil bir insanın ayağının bastığı toprağı gözüne sürme olarak çek de onun izinden yürü!

Aklını başına al da, sermayeni bugün için değil, ilerideki Cennet’i ve Hak rızâsını elde etmek için biriktir!

Ey yolculuğu seven kişi! Yolcu o kişiye derler ki, yolu düşünür, varacağı yeri hesaplar; aklı hep ileridedir!

İnsanın gücü, kuvveti, yapma isteği elinden alınınca, yani dünyaya vedâ ânı gelip ölümün ağına düşünce her şey biter. Bu sebeple aklını başına al da ömür sermâyesini ziyân edip ecele kaptırma!

Senin bütün gücün-kuvvetin; kâr elde edeceğin ömür sermâyen ve kazandığın amel-i sâlihlerdir. Güçlü, kuv­vetli olduğun şu dünya hayatını iyi değerlendir, elindeki fırsatı kaçırma!..”

Dünya Hayatına Dair Nasihatler

Şeyh Sâdî de Bostan adlı hikmetli eserinde bu dünya hayatını gafletle hebâ etmemek gerektiğini ifâde sadedinde şunları söyler:

“Akıllı isen, her şeyin mânâsına meylet!.. Çünkü sûret kalmaz; lâkin mânâ kalır. Âhiret azığını hayatında kendin tedârik et! Çünkü sen öldükten sonra akrabân hırsa kapılır da sana, senin arzu ettiğin gibi hayr u hasenatta bulunmazlar.

Elindeki nîmetleri sağlığında kendin ver! Sen öldükten sonra bunlar elinden çıkar, sahip olamazsın! Iztırap çekmemek istersen, kabirde ıztırap çekenleri hatırla! Bugün hazine elinde iken lâzım gelen yerlere çabuk infâk et, yarına bırakma! Çünkü yarın anahtar elinden çıkmış olur. Azığını bugün kendin götür. Öldükten sonra akrabânın ve geride kalan dostlarının sana yeteri kadar şefkat edeceğini umma!

Azığını öbür dünyaya kendi götüren kimse, büyük bir nîmete ermiş demektir. Zira sırtını seni düşünerek kimse kaşımaz, ancak kendi tırnağınla kaşırsın.

Kapına bir garip gelirse, eli boş gönderme. -Allah göstermesin- belki bir gün sen de garip olur, kapıları dolaşırsın!

Olgun kimse, bir gün kendisinin de başkasına muhtaç olabileceğini düşünerek, muhtaç olanlara ikrâm eder.

Gönlü yaralı olanların hatırlarını sor, onlara bak. Belki bir gün sen de o vaziyete düşersin!

Muzdarip kalmış insanların gönüllerini sevindir. Belki bir gün sen de bîkes ve muzdarip kalırsın!

Sen ki bir şey istemek için kimsenin kapısına gitmiyorsun, buna şükrân olmak üzere, kapına gelen ihtiyaç sahibine ikrâm et!

Bugün muhabbet tohumunu ekmeyen, yarın Cennet’teki tûbâ[2] dalından yemiş yiyemez.

Yarın kıyâmette Cennet pazarı kurulacak; herkes orada ameline göre karşılık bulacak. Oraya ne kadar sermaye götürürsen o kadar nîmete nâil olacaksın. Eğer müflis isen, eline utanmaktan başka bir şey geçmeyecek!

Ömründen geçen günler artık mâzi olmuştur. Giden geri gelmez. Bâri geride kalan üç-beş gününü olsun ganimet say; kıymetini bil.

Ölülerin dili olsaydı, ağlaya ağlaya, bağıra çağıra şöyle diyeceklerdi:

«–Ey diri insan! Dilin dönerken Cenâb-ı Hakk’ı zikret! Dudaklarını yumma! Bizim zamanımız gaflet ile geçti, sen bizim gibi olma! Sayılı olan nefeslerini, Hakk’ın zikriyle ziynetlendir ve bu hayatı bir fırsat ve ganimet bil!..»”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, vefât etmiş olan sâlih mü’minlerin duyduğu hasret ve pişmanlığı şöyle ifâde buyurmuşlardır:

“Cennet ehli, başka hiçbir şeye değil, sadece, dünyada Allâh’ı zikretmeksizin geçirmiş oldukları anlara hasret ve nedâmet duyarlar!” (Heysemî, X, 73-74)

Ya cennete giremeyenlerin pişmanlığı nasıl olacaktır?

Günlük Hayatın Muhasebesine Dair Tavsiyeler

İmâm Gazâlî Hazretleri, bir mü’minin, günlük hayatını sık sık muhâsebe etmesi lâzım geldiğini ifâde ederek şu tavsiyelerde bulunur:

“Bir mü’­min, sa­bah na­ma­zı­nı kıl­dık­tan son­ra ve gü­ne baş­la­ma­dan ev­vel, bir sü­re nef­si ile baş­ ba­şa ka­lıp, onun­la bazı mu­âhe­de­ler yap­ma­lı ve bir­ta­kım şart­lar üze­rin­de an­laş­ma­lı­dır. Ni­te­kim bir tüc­car da ser­maye­si­ni or­ta­ğı­na tes­lim et­mek mev­ki­in­dey­se onun­la böy­le mu­âhe­de­ler ya­par. Bu ara­da ona ba­zı îkaz­lar­da bu­lun­ma­yı da ih­mâl et­mez. İn­san da nef­si­ne şu îkaz ve tel­kin­ler­de bu­lun­ma­lı­dır:

«–Be­nim ser­mayem ömrüm­dür. Öm­rüm gi­din­ce ana­pa­ram da gi­der ve ar­tık kâr ve ka­zanç so­na erer. Fa­kat bu baş­la­yan gün, ye­ni bir gün­dür. Allah Teâlâ bugün de ba­na mü­sâ­ade ede­rek ik­ram­da bu­lun­du. Eğer be­ni öl­dür­sey­di, el­bet­te bir gün­lü­ğü­ne de ol­sa ge­ri gön­de­ri­lip bu­ra­da de­vam­lı sâ­lih amel­ler ve çe­şit­li ha­yır­lar­da bu­lun­ma­yı te­men­nî ede­cek­tim.

Ey oğul! Şim­di düşün ki vefât ettin ve dünyaya geri gönderildin. O hâl­de bu­gün gü­nah ve mâ­sı­ye­te kat’iyyen yak­laş­ma ve sa­kın ola ki, bugü­nün bir ânı­nı bi­le bo­şa ge­çir­me. Zira her ne­fes, pa­ha bi­çi­le­me­yen bir nî­met­tir.”

Nefis Muhasebesine İbretlik Bir Misal

Hak dostu Rebî bin Haysem’in şu hâli de nefis muhâsebesi hususunda câlib-i dikkat bir misâldir:

O, bahçesine bir mezar kazdırmıştı. Kalbinin katılaştığını hissettiği zaman bu kabre girer, bir müddet orada kalırdı. Bir gün dünyaya vedâ edeceğini ve mezarda bir istiğfar ve sadakaya muhtaç vaziyette kalacağını tefekkür eder, âhiretteki hesabını düşünerek bir muhâsebe iklîmine girerdi. Daha sonra:

“Nihâyet onlardan birine ölüm gelip çattığında: «Rabbim! Beni geri gönder; tâ ki boşa geçirdiğim dünyada sâlih ameller işleyeyim.» der…” (el-Mü’minûn, 99-100) âyetlerini okurdu. Mezardan çıkınca da kendi kendine:

“–Ey Rebî! Bak, bugün geri çevrildin. Bu talebinin kabul edilmeyeceği, dünyaya geri gönderilmeyeceğin bir vakit de gelecektir. Şimdiden tedbirini al ve sâlih amellerini, Allah yolundaki gayretlerini ve âhiret hazırlıklarını ziyâdeleştir.” derdi.

Bu bakımdan, Hazret-i Ömer’in, insa­nın dâimâ ken­di­ni mu­râ­ka­be et­me­sinin lüzûmu hakkındaki:

“İlâhî mahkemede hesâba çekilmeden evvel, nefsinizi hesâba çekiniz!”[3] îkâzını her an hatırlamak îcâb eder.

Bir Günün Muhasebesi

Yine Hak dostlarının, ümmete yapmış oldukları bazı îkaz ve tavsiyeleri vardır ki, bunlar, kişinin günlük hayatta kendini nasıl mîzan ve muhâsebe etmesi gerektiğine dâir güzel birer numûnedirler:

  1. Bu sabah hayat defterini nasıl açtın? Sana yeni bir gün lûtfettiğini düşünerek Rabbine şükrettin mi? Bu yeni günde Rabbine kulluk ahdini yeniledin mi?
  2. Cenâb-ı Hak seni seher vaktinde istiğfâra dâvet ederken, sen o vakitte coşup taşan ilâhî rahmet ve mağfiretten ne kadar nasiplenebildin? Yoksa yağmur damlalarının kayaların üzerinden boşa akıp gittiği gibi, o husûsî lûtuf ânını zâyî mi ettin?

Zira Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semâsına nüzûl eder ve:

“Kim Bana duâ ediyor, ona icâbet edeyim; kim Ben’den bir şey istiyor, onu vereyim; kim Ben’den affını istiyor, onu affedeyim.” buyurur.” (Buhârî, Tevhîd 35, Teheccüd 14, Deavât 13; Müslim, Müsâfirîn, 166)

  1. Seher vaktinin feyzini bütün gününe taşıyabildin mi? Bugün hayatın ne kadar zikrullah iklîminde geçti? Ne kadar Rabbini hatırlayabilmenin rûhâniyeti içinde oldun?
  2. Müezzinin “Hayya ale’s-salâh!” dâvetine uyarak kaç vaktini cemaatle kılabildin? Namazlarında tekbirleri, kıyamları, kıraatları, rukû ve secdeleri Hakk’ın istediği kıvamda, yani huşû içinde, ruh ve beden âhengiyle edâ edebildin mi?
  3. Bugün, seni pençesine düşürmüş veya düşürebilecek tiryâkiliklere, karşı koyma irâdesini gösterebildin mi? Allah Teâlâ nehyettiği hâlde, sende bulunan kötü hâl ve tavırlardan vicdânen bir rahatsızlık duydun mu? Bunlar yüzünden nedâmet gözyaşları döktün mü?
  4. Bugün dilini, boş ve lâubâlî konuşmalardan, yalan ve dedikodudan, gıybet ve münâkaşadan ve bir gönle diken batırmaktan muhafaza edebildin mi?
  5. Bugün, senin için yaratılan bu kâinattaki billur bir âvize teşkil eden yıldızları, semânın sonsuzluğunu, yeryüzüne hayat veren Güneş ve Ay’ı, sermâyesi aynı toprak olan bitkilerin rengârenk yaprak ve çiçeklerini, renk, koku, lezzet ve şekilde sonsuzluk arz eden meyvelerini, ancak bir-iki haftalık ömrü olduğu hâlde kelebeğin kanatlarındaki hârika desenleri, insanın yaratılışındaki ibretli safhaları tefekkür edip ilâhî tecellî ve kudret akışlarını ve bunların “lisân-ı hâl” denilen sırlı ve hikmetli beyanlarını idrâk ederek mahlûkâtı ve hâdiseleri gönül gözüyle seyredebildin mi? Kâinattaki ilâhî kudret tecellîlerinden ibret alıp duygu derinliği kazanabildin mi?
  6. Bugün, Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet ve muhabbet nazarıyla bakabildin mi?
  7. Bugün Allâh’ın sana ihsân ettiği nîmetleri kimlerle ve ne kadar paylaşabildin?
  8. Bugün bir mü’mini sevindirmenin kalbî hazzını tadabildin mi? Bir kederliyi tesellî edip ona tebessüm ettirebildin mi? Bir gönül kazanabildin mi?
  9. Bugün bir yetimin başını okşadın mı?
  10. Bugün hasta ziyaretinde ve cenâze teşyiinde bulundun mu?
  11. Bugün komşularınla ve civârındaki muhtaçlarla alâkadar oldun mu? Aç yatan komşunun, soğukta titreyen gariplerin ıztırâbı yüreğini sızlattı mı?
  12. Yeryüzünün neresinde olursa olsun, mazlumların derdiyle dertlendin mi? Bugün mazlumların ve bîkeslerin yanıbaşında bulunup onların acısını paylaştın mı? Kalbin onlarla birlikte hislendi mi, gözün onların derdiyle yaşardı mı, onların ıztırâbı yüreğinde sancıya yol açtı mı?
  13. Bugün açların doyması, hastaların şifâ bulması, borçları altında ezilenlerin feraha çıkması için gayret gösterip duâ ettin mi?
  14. Bugün kul hakkına, hattâ hayvan hakkına dikkat ettin mi? Kapındaki aç kalan kedi ve köpekten mes’ûl olduğunu hiç düşündün mü?
  15. Bugün hidâyete muhtaç insanlara dilinle, hâlinle ve kalbinle ne kadar yardım edebildin? Onlara emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker’de bulunup hidâyetleri için duâ ettin mi? Onlara hâlinle de bir “müslüman kimliği” sergileyebildin mi?
  16. Bugün annenin, babanın, akrabâlarının hâlini hatırını sorup gönüllerini şâd ettin mi? Eğer onlar âhirete intikâl etmiş iseler, ruhları için bir Fâtiha okuyup onları hayırla yâd ettin mi? Onların eski dostlarına karşı ne kadar vefâkâr davrandın?
  17. Bugün, tanıdığın tanımadığın herkese Allah için selâm verdin mi? Tebessümü sadaka bilip insanları mütebessim bir çehre ile karşılayabildin mi?
  18. Bugün hiç dost kazanabildin mi? Kaç dostunla dostluğunu tâzeledin?
  19. Bugün yoldan, insanlara ezâ verecek bir şeyi kaldırdın mı?
  20. Bugün âile yuvanı gönül gözüyle seyredip oranın cennet bahçesi olduğu idrâkiyle dışarının menfî tesirlerinden kendini koruyabildin mi?
  21. Allâh’ın sana emânet olarak ihsân ettiği evlâtlarına, bugün terbiye ve âdâb olarak ne öğrettin? Allah ve Rasûl’ünün aşkını, enbiyâ ve evliyânın sevgisini kalplerine aşılayabildin mi? Onlara İslâm ahlâkıyla dokunmuş bir şahsiyet kazandırabilmek için çabaladın mı? Onların kıyâmet günü, senin için ya yüz akı veya yüz karası olacağını hiç düşündün mü?
  22. Şâyet evin hanımı isen, beyini güleryüz ve muhabbetle uğurlayıp helâl rızık getirmesi için duâ ettin mi? Akşam yine onu tebessüm ve tatlı dille karşılayıp yorgunluğunu gidermeye, nezih ve örnek bir âile olmaya çalıştın mı?
  23. Şâyet evinin beyi isen, hanımına ve evlâtlarına karşı ne kadar müşfik ve merhametli davrandın? Senin onlara bırakabileceğin en büyük mîrâsın âhiret mîrâsı olduğunu düşünüp onlara kazandırabileceğin dünya ve âhiret saâdeti için, yani onların rûhânî ve mânevî terakkîleri için ne kadar gayret gösterebildin?
  24. “Tarih hâfıza-yı millettir.” Yetiştirdiğin yavrular, vatanın istikbâlinin bir göstergesidir. Onlara dîninin, îmânının, vatanının bir emânet olduğu şuurunu verebildin mi? Bu cennet vatanı bizlere hediye eden ecdâdını ve bu uğurda canlarını fedâ eden şehidlerini, onların îman heyecanlarını hatırlatabildin mi? Allâh’ın en büyük nîmeti olan Kur’ân’ın, semâlarımızda yankılanan ezanların ve hür bir şekilde dalgalanan bayrağımızın en büyük şeref ve haysiyetimiz olduğunu idrâk ettirebildin mi?
  25. Bugün insanların pek çoğu nefsâniyet anaforunda kaybolurken, sen rûhâniyetini koruyabildin mi? Başta âile efrâdın olmak üzere mes’ûl olduğun insanları zamanın fitne ve şerlerinden korumak için hangi tedbiri aldın?
  26. Bugün şahsî kusur ve zaaflarından kurtulmak için bir Hak dostuna başvurdun mu? Yine bugün bir Allah dostuyla veya sâlih insanlarla beraber olmaya gayret ettin mi? Sana -nefsinin hoşuna gitmese bile- Hak rızâsı için dâimâ doğruları söyleyecek sâlih ve sâdık bir dost edindin mi? Fâsık ve fâcirlerle beraberlikten kalbini koruma endişesi taşıdın mı?
  27. Bugün ilmini artıran, irfânını geliştiren herhangi bir hizmet veya faâliyet içinde bulundun mu? Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in örnek hâl ve davranışlarına ittibâ ederek hikmet arayışına çıktın mı? Bu rûhâniyet ve güzellikleri yaşamak için gayret gösterdin mi?
  28. Bugün kazancının, yediğinin, içtiğinin, giydiğinin helâl mi, şüpheli mi, haram mı olduğuna dikkat ettin mi? Haramlardan sakınma duygusu her davranışında seninle beraber oldu mu?
  29. Bugün sana kötülük yapan, sert ve kaba davranan bir kişiyi affedip ona ihsanda (iyilikte) bulundun mu?
  30. Bugün sana Allâh’ın en büyük nîmeti olan Kur’ân-ı Kerîm’den kaç sayfa okudun? Orada sana verilen mesajları tefekkür ederek mûcibince amel ettin mi?
  31. Bugün vefât edebileceğini, kefenlenip kabre konulabileceğini, bütün âile efrâdının ve yârânının seni mezara teslim edip geri döneceklerini, mezarda sadece îman ve amelinle baş başa kalabileceğini hiç düşündün mü? Bu hayat kitabında gâfilâne ve boş geçen anların için ne kadar âh, vâh ve eyvâh çekeceğini aklına getirdin mi? İbadetlerini ve davranışlarını bu düşüncelerle istikâmetlendirip tevbe-i nasûhta bulundun mu?
  32. Bugün hayat defterini nasıl açtın, nasıl kapattın? Kirâmen Kâtibîn melekleri oraya neler yazdı? Büyük muhâsebe gününde bugünkü sayfanın hesâbını verebilecek misin?
  33. Velhâsıl bugün, dâimî bir hayat kasetinin doldurulmakta olduğunu, her hâl ve hareketinin ilâhî bir kamera ile gözlendiğini hiç düşündün mü? Geçirdiğin son yirmi dört saatin muhâsebesini yapıp nefsinle hesaplaştın mı?

“Hâfıza-Yı Beşer, Nisyân ile Mâlûldür”

Ecdâdımızın; “Hâfıza-yı beşer, nisyân ile mâlûldür.” darb-ı meseli meşhurdur. Geçen zaman, unutma illetine müptelâ insan hâfızasından pek çok hassâsiyeti de beraberinde alıp götürmektedir. Bu yüzden, unuttuğumuz güzellikleri hatırlamak ve yitirdiğimiz fazîletleri gönüllerimizde tâzelemek için zaman zaman bunları düşünmemiz îcâb eder.

İşte bu hususta Hak dostlarının hâl, davranış ve îkazları, paha biçilmez bir kıymet taşımaktadır. Çünkü hayatımızı evliyâullah hazarâtı gibi kalbî bir rikkat ve uyanıklık içinde geçirebilmek, her gün yaşadığımız yirmi dört saati îman zâviyesinden muhâsebe edebilmekle mümkündür.

Yahyâ bin Muâz -rahmetullâhi aleyh-’in şu niyâzı, bizlere bütün bu hususlarda örnek olacak bir gönül hassâsiyeti sergilemektedir:

“Ey Allâh’ım! Geceler ancak Sana ilticâ ve niyazla güzelleşir.

Gündüzler ancak Sen’in için yapılacak ibadet ve sâlih amellerle güzelleşir.

Dünya ancak Sen’i anmakla ve yarattıklarını tefekkür etmekle güzelleşir.

Ölüm sonrası ancak Sen’in affınla güzelleşir.

Cennet ancak Sen’in cemâlinle güzelleşir.”

Dipnotlar:

[1] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Beyrut 1988, X, 308. [2] Tûbâ, Cennet’te bir ağaçtır. [3] Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Saadet Damlaları, Erkam Yayınları