Bir İnsan İçin Bin Münafığın Kahrını Çekmek
Hayır yolu yokuştur, denilir. Görünen ve görünmeyen düşmanları olur. Yapılan işin güzel ve iyi olması, düşmanlığın olmayacağı anlamına gelmez. Peygamberlerin, Rabbânî âlimlerin ve sâlihlerin kendi hizmet dönemlerinde maruz kaldıkları sıkıntı ve eziyetler, bu nevi sıkıntıların tarih boyunca olduğunu göstermektedir.
Ali Ulvi Kurucu hocaefendi anlatıyor:
“Anlatacağım hâdiseyi, amcamın talebelerinden olan ve daha sonra İstanbul’da yaşayan, emekli astsubay Mehmed Tekin beyden dinlemiştim. Kendisinin anlatışı ile hadise şöyle cereyan etmiştir:
Amcanızın uzun yıllar hizmetinde ve sohbetlerinde bulundum, senelerce talebesi oldum. 1957-58 yılı idi. Konya İmam-Hatip Okulu müdürü olan şahıs, Millî Eğitim Bakanlığı’na bir yazı göndererek şöyle demiş:
“Arapça ve tefsir dersleri öğretmeni Mustafa Kurucu (Hacıveyiszâde), öğretimde başarılı ve öğrenci tarafından sevilen bir öğretmendir. Ancak derslerinde devrimlerimizden bahsetmediği görülmektedir. Tarafınızdan, bütün öğretmenlerin ilke ve inkılâpları anlatması gerektiğine dair bir tamim gönderilirse, kendisine tebliğ olunarak gereğinin yapılması temin olunacaktır...”
Ben bu yazıdan haberdar oldum. Üzüldüm, fakat amcanıza söyleyemedim. Bakalım tamim gelecek mi, gelirse ne olacak? Bekliyordum...
O günlerde Aziziye Câmii’ndeki odasında amcanızı ziyarete gittim. Oda dolu. Herkesin bir derdi var, anlatıyor, hocam dinliyor. O esnada bahsi geçen müdür de geldi. İskemlelerde yer bulamayınca, yere oturdu. Onu gören amcanız derhal:
“Müdür oraya oturmaz. Müdürün yeri orası değil, baş taraftır.” dedi, iltifat etti, yanına çağırdı. Müdür amcanızın kulağına bir şey söyledi gitti... Cemaat dağıldı, ben kaldım. Dayanamadım, amcanıza dedim ki:
“Hocam, o münâfık, bu iltifata değmez. Onu şımartıyorsunuz...”
Beni dinleyen amcanız, gül bahçelerini andıran o meşhur tebessümüyle dedi ki:
“Aslan Mehmed’im, ben onu tanırım, gönderdiği yazıdan da haberim var... Fakat ben bugüne kadar talebe yokluğundan şikâyet ettim. Talebe okutmak isterim, okutacak talebe bulamam, talebe gelmez. Kimse evlâdını, istikbâli olmayan ilmi öğrenmeye göndermez. Sıkıntım buydu. Medreseleri kapatanların kapıları kapansın derdim... Bugün medreseler açıldı. Talebe çoğaldı. Benden hizmet etmem, ders okutmam, talebe yetiştirmem bekleniyor... Benim dâvâmın düşmanı olanlar, bana bu işi yaptırmamak, beni bu meydandan uzaklaştırmak isterler. Allah’ımı da anarak söylerim ki, beni bu meydandan ancak ölüm koparır. Aslan Mehmed’im, ben, bir talebenin yetişmesi uğruna, bin münafığın kahrını çekerim. Ben bir bahçıvanım,
Yâr için ağyâre minnet ettiğim ayb eyleme
Bağban bir gül için bin hâre hizmetkâr olur[1]
Benim de bir yârim var, dâvâm var, gâyem var: İnsan yetiştirmek, memleketimin dinini, imanını, irfanını, ahlâkını kurtaracak bir nesil yetiştirmek... Gayem, aşkım, hedefim budur. Bu büyük gâyeme ermek için, ağyarın, düşmanların, rakiplerin kahrını çekerim; ezalarına, cefalarına tahammül ederim…”[2]
BİR BAHÇİVAN GÜZEL BİR GÜL İÇİN BELKİ BİN DİKENİN HİZMETKÂRI OLUR
Ham insanlarda hased, fesat ve nefsânî hesaplar tabii olarak öne çıktığından, terbiye ve tezkiye görmedikleri sürece, şeytan ve firavunların gönüllü askeri olabilmektedirler.
Dâvâ erleri, bu çeşit insanların tehlikelerini bertaraf etme adına, hem gerekli tedbirleri almalı, hem de sabır, tahammül ve hilm yolunu tutarak yollarından geri kalmamalıdırlar.
[1] “Yâr için düşmanlara minnet ediyorsam, bununla beni ayıplama! Zira bir bahçivan güzel bir gül yetiştirmek için belki bin dikenin hizmetkârı olur.”
[2] M. Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, I, 231-232.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Medeniyet Öncülerimizden 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları