Bir Kavme Benzemek ile İlgili Ayet ve Hadisler

İSLAM VE İHSAN

Bir başka kavme (gayr-i müslimlere) benzememek ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Ayet ve hadisler Müslümanları nasıl uyarıyor? Dikkat etmemiz gerekenler nelerdir?

Peygamber Efendimiz (s.a.v) tüm davranış ve amellerinde gayrimüslimlere benzememeye dikkat etmiş ve sahabeye de bunu tavsiye etmiştir. Müslümanların da günümüzde gayrimüslimlere benzememek için dikkat etmesi gereken hususlar nelerdir? Ayet ve hadisler bu konuda nasıl uyarıyor? İşte ilgili ayet, hadisler, sahabe ve Hak dostlarının sözleri...

AYETLER

Hâlbuki Rabbimiz, bir mü’minin kimlerle ülfet etmesi gerektiğini şöyle bildiriyor:

“Sizin velîniz (dostunuz) ancak Allah’tır, peygamberidir, bir de Allâh’ın emrine boyun eğerek namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren mü’minlerdir.” (el-Mâide, 55)

***

“Ey îmân edenler! Yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidâyete erdirmez.” (el-Mâide, 51)

***

Cenâb-ı Hak bizlere, günde en az kırk defa şu duâyı yaptırıyor:

“Bize doğru yolu göster. Kendilerine lûtuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” (el-Fâtiha, 6-7)

HADİSLER

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Kim bir kavmi severse, Allah Teâlâ onu onların arasında haşreder.” (Heysemî, X, 281)

***

Peygamber (s.a.v)Efendimiz buyurdular:

“Kişi, sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

***

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:

“Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. Yahudi ve hristiyanlara benzemeyin! Yahudilerin selamlaşması parmak işaretiyledir, hristiyanların selamlaşması ise el ile işaret etmekten ibarettir.” (Tirmizî, İsti’zân, 7/2695)

***

“Beyazlaşan saç ve sakalınızı kına ile boyamak sûretiyle rengini değiştirin, yahudilere benzemeyin! (Zira onlar bunu yasak görürler.)” (Tirmizî, Libâs, 20/1752)

***

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:

 “Kim bir kavme benzerse, onlardan olur.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 4/4031)

***

Bir kişi Abdullah bin Mesʻûd’u düğün yemeğine davet etmişti. Abdullah (r.a) düğün evine geldiğinde eğlence sesi işitti ve içeri girmedi. Ev sâhibi:

“‒Ne oldu, niçin girmiyorsun?” deyince İbn-i Mesʻûd (r.a) şöyle dedi:

“‒Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:

«Kim bir kavmin karaltısını artırırsa onlardandır. Kim bir kavmin yaptığı işten râzı olursa, o işi yapanlarla ortak olur».” (İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-âliye, VIII, 319)

***

Âişe (r.a) şöyle anlatır:

Rasûlullah (s.a.v):

“–(Gelecekte) bir ordu Kâ’be’ye saldırmak üzere yola çıkar; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batırılır” buyurmuştu.

Ben:

“–Yâ Rasûlallah, aralarında ticaret erbâbı ve onlardan olmayan kimseler de varken, nasıl hepsi birden yere batırılır?” diye sordum.

Rasûlullah (s.a.v):

“–Evet, onların tamamı yere batırılır, sonra her biri âhirette niyetine göre diriltilir” buyurdu. (Buhârî, Büyû’, 49; Hac, 49; Müslim, Fiten, 4-8. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 21/2184; Nesâî, Menâsik, 112/2877; İbn-i Mâce, Fiten, 30)

***

Oruç, İslâm’dan önceki ümmetlerde de vardı. Lâkin Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, oruç hususunda ehl-i kitâba muhalefet etti. Onlar, yıldızlar belirinceye kadar (yani yatsı vaktine kadar) iftarı geciktirirdi. Peygamber Efendimiz ise iftarda acele edilmesini emretti. Rabbimiz’in kudsî bir hadiste:

“Kullarımın Bana en sevgili olanı, oruç açmakta acele davranandır.” buyurduğunu bildirdi. (Tirmizî, Savm, 13)

Yine ehl-i kitapta sahur yoktu. Peygamber Efendimiz, sahuru sünnet kılarak;

“Bizim orucumuz ile ehl-i kitâbın orucu arasındaki en mühim fark, sahur yemeğidir.” buyurdu. (Müslim, Sıyâm, 46)

Yine tek olarak cumartesi günü oruç tutmayı, yahudilere benzemek olacağından mekruh kıldı ve şöyle buyurdu:

“Üzerinize farz olunan orucun dışında Cumartesi günü oruç tutmayın.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 38)

“Cumartesi ve pazar günleri müşriklerin bayram günleridir. Ben onlara muhalefet etmek isterim.” (Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, III, 214)

***

Rasûlullah Efendimiz bir defasında şöyle buyurmuştu:

“‒Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz / onların inanç ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler/kertenkele deliğine girecek olsalar, siz de onları takip edeceksiniz. (Yani onların yaptığı her hâl ve hareketi İslâm’ın ölçülerine uyup uymamasına bakmaksızın taklit edeceksiniz.)”

(Hazret-i Peygamberin gelecekle ilgili bu ürpertici açıklaması üzerine biz sahâbîler) sorduk:

Yâ Rasûlâllah! (İzlerini takip edeceğimiz bu topluluklar) yahudiler ve hristiyanlar mı olacak?”

Şöyle buyurdu:

“–Ya başka kimler olacaktı?” (Müslim, İlim, 6)

SAHABE VE HAK DOSTLARININ SÖZLERİ

Hz. Ömer Acem memleketlerinde bulunan bazı Arap vâlilerine gönderdiği talimatta şöyle der:

“…Zevk ve safâdan ve Acem kıyafetlerine özenmekten kaçınınız! Size Güneş’i tavsiye ediyoruz. Çünkü Güneş, Arapların banyosudur. Yalçın kayalar gibi (genç ve dinamik) olunuz! Sade şeyler giyiniz ve normal yiyiniz! Güçlükler karşısında çelik gibi olunuz! Biniciliğe büyük ehemmiyet veriniz! Hedefe iyi nişan alınız ve gâyet çevik olunuz!” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, X, 14)

***

Ashâb-ı kiramdan Abdullah İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:

“Elbiseler elbiselere benzeyince, kalpler de kalplere benzemeye başlar.” (Vekî, Zühd, s. 597)

***

Yine, küfür ehli ve fâsık kimselerle dostluğun menfî bir hâl transferine sebep olup kalbe kasvet ve zulmet vermesi hususunda İmâm-ı Rabbânî Hazretleriʼnin bir mektubunda naklettiği şu hâdise ne kadar ibretlidir:

“Bir keresinde hasta bir şahsın ziyaretine gitmiştim. Ölüme yaklaşmıştı. Hâline teveccüh ettiğimde gördüm ki, kalbi şiddetli karanlıklar içinde. Her ne kadar bu karanlığın kalkması için teveccüh ettiysem de hiç kalkmadı. Çokça teveccühten sonra mâlûm oldu ki; bu karanlıklar, küfür ehlinden kendisine sirâyet eden menfî hâllerden kaynaklanmaktadır. Bu sıkıntıların menşei, küfür ehli ile dost geçinmiş olmasıdır.

Bundan sonra anladım ki; bu karanlıkların def’i için teveccüh etmek yerinde bir iş değil… Zira onun bu karanlıklardan temizlenmesi, Cehennem azâbına kalmıştır ki, küfür ehliyle beraberliğin cezâsı budur.

Bu arada, şu dahî mâlûm oldu ki; îmandan bir zerre, onu ebedî Cehennem azâbında kalmaktan kurtaracaktır. Bu da, o miktar îmânın bereketiyle olacaktır.

Daha sonra hatırıma; «Acaba bunun cenâze namazını kılmak câiz mi, değil mi?» suâli geldi. Bu da teveccühten sonra belli oldu ki, onun namazını kılmak yerinde olur. O müslümanlar ki, îmânın varlığıyla beraber küfür ehlinin âdetlerini icrâ ederler ve onların günlerine hürmet ederler… Onların yine de namazını kılmak gerekir. Onları küffâr arasına katmak doğru olmaz… İşin sonunda, onların ebedî azaptan kurtulmalarını ummak da yerinde olur.” (Bkz. Mektubât-ı İmâm-ı Rabbânî, c. I, 266. Mektup)