Bir Kur’an Muhafızı
Bir Kur’an muhafızı şehit, Sâlim Mevla Ebû Huzeyfe’ye (r.a) şiir.
Sâlim Mevla Ebû Huzeyfe (r.a) aslen İran’ın İstahr şehrinden olup daha sonra Übülle’ye yerleşerek ticaret ve ziraatla uğraşan soylu bir aileye mensuptur. Çocukken Bizanslılar’ın Araplar’la birlikte Übülle’ye düzenlediği bir baskında esir alındı ve Benî Kelb kabilesinden birine köle olarak satıldı. Ardından Benî Kurayza Yahudilerinden Sellâm b. Cübeyr tarafından satın alınarak Medine’ye getirildi. Sâlim’i Medine’de Sübeyte bint Ensâriyye satın aldı ve onu kendi çocuğu gibi yetiştirdi. Çıktığı ticaret seyahatinden dönerken Medine’ye uğrayan Ebû Huzeyfe burada Sübeyte ile evlendi ve eşiyle birlikte Sâlim’i de Mekke’ye götürdü.
Mekke’de İslâm davetinin ilk yıllarında Ebû Huzeyfe ve Sübeyte ile birlikte Müslüman olan Sâlim’i efendileri âzat edip evlât edindi. Evlâtlıkların gerçek babalarına nisbet edilmesini emreden âyet (el-Ahzâb 33/5) nâzil olunca Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı olarak anılmaya başlandı.
KUR’AN MUHAFIZI
Ashab-ı Kiram’dandı, hafız idi kendisi,
Çok güzel okuyordu, güzel ve hoştu sesi.
Bu, Ebû Hüzeyfe’nin, kölesiydi o zaman,
O Müslüman olunca, bu da oldu Müslüman.
Hemen azad eyledi, sahibi kendisini, Lakin o bırakmadı, yine efendisini.
O Ebû Hüzeyfe’yi, bırakıp gitmeyince, O da evlad edindi, kendisini hemence.
Çok fazla seviyordu, onu hafızlığıyla, Evlendirdi sonra da kardeşinin kızıyla.
Bedir, Uhud, Hendek’te ve diğer gazalarda, Bulunup, kahramanlık, göstermişti ard arda.
Çıkınca Yemâme’den, Müseylemetü’lğkezzâb, Ona karşı savaşa gitmişti cümle eshab.
Hem de o taşıyordu, İslâm’ın sancağını, Korkmadan tehlikeye, atıyordu canını.
Dediler ki: “Ey Salim, dikkat eyle şu yana. Saldırır zira küffar, sancağı taşıyana.”
Buyurdu ki: “Bu hizmet, ne şereftir Sâlim’e, Bir değil yüzbin canım, feda olsun Rabbime.”
***
Atını mahmuzlayıp sancağı yükselterek, Daldı düşman içine “Allah! Allah!” diyerek.
Bir yandan sancağını kaldırıp havalara, Bir yandan da kılıçla, vuruyordu küffâra.
Küffâr da, özellikle, kollardı onu ancak, Zira onun elinde, bulunurdu, bu sancak.
Ve nihayet Sâlim’e saldırıya geçtiler, Sancak tutan kolunu, kılıç vurup kestiler.
Allah diye bağırdı, o kılıç darbesiyle, İnledi harp meydanı, onun Allah sesiyle.
Derhal öbür koluna alarak sancağını, Küffârın ortasına, sürdü yine atını.
Kâfirlerin gayesi, yerine gelmemişti, Zira o sancağını, yere düşürmemişti.
Onu düşürmek için, ettiler hayli gayret, İkinci kolunu da kestiler en nihayet.
***
Her iki kolu dahi kesilmişken bu kerre Yine İsâm sancağı, düşmemişti yerlere.
Zira o, vücuduyla ve kesik kollarıyla, Sımsıkı, sarılmıştı sancağa kuvvetiyle.
Bu durum kâfirleri düşündürdü derinden, Zira bırakmıyordu, sancağını elinden.
Bir hınçla birleşerek saldırdılar hep ona, Hayli kılıç vurdular mübarek vücuduna.
Lakin şaşılacak şey, ayaktaydı o hâlâ, Ona başka bir kuvvet, vermişti Hak Teâlâ.
İndikçe o kılınçlar, koluna bacağına, Daha çok yapışırdı, o İslâm sancağına.
Sanki ona vurulan, kılıç darbeleriyle,
O kuvvet buluyordu, Allah’ın hikmetiyle.
***
O zaman gaziler, yetişerek geriden, Aldılar o sancağı, mübareğin elinden.
O zaman düştü Salim, toprağın üzerine, Zira teslim etmişti emâneti yerine.
Vücudunda vardı ki, öyle kılıç izleri. Sanki hiç kalmamıştı, kesilmedik bir yeri.
Ve Ebû Hüzeyfe’yi, sordu yere düşünce, Dediler ki: “O dahi, şehit oldu az önce.”
Dedi ki: “Beni dahi koyun onun yanına” Bu iki şehitleri, defnettiler yan yana.
Severek Rasûlullah, onun kırâetini, Zevk ile dinler idi, Kur’an tilâvetini.
(Abdullâtif Uyan Türkiye Gazetesi, 29 Aralık 1988)
YORUMLAR