Bir Milleti Değiştirmek İstiyorsanız Önce Onların Kelimelerini Değiştirin

Kelimelerin, dilin bir millet üzerindeki etkileri nelerdir? Dilin önemi ve muhafazası için neler yapmalıyız?

Bir mütefekkir şöyle der: “Bir milleti değiştirmek istiyorsanız önce onların kelimelerini değiştirin!”

İnsan, kelimelerle düşünür; lisan ile tefekkür ufkunu genişletir. Bu sebeple, kelime kadrosu daraltılmış veya mefhumlarının mânâları çarpıtılmış bir lisan ile, İslâmî tefekkürün derin ufuklarına yol bulmak mümkün değildir.

Bir mütefekkir şöyle der:

“Bir milleti değiştirmek istiyorsanız önce onların kelimelerini değiştirin!”

Bugün aziz milletimize yapılan en büyük saldırılardan biri de, İslâmî kimliğe sahip kelimelerin mânâlarıyla oynamak, müsbet mânâ taşıyan kelime ve mefhumlara menfî mânâlar yükleyerek onların îtibârını yok etmeye çalışmaktır. Bununla hedeflenen, aslında gönüllerdeki İslâmî hassâsiyetlerin zayıflatılmasıdır.

Nasıl ki yakın tarihimizde, “sadeleştirme” adı altında, bin yıldır Türkçemize mâl olmuş kelimeler -Kur’ân kültüründen geldiği için- dışlanıp, yerine uydurma kelimeler ikāme edilmek istenmişse; bugün de İslâmî kelime ve mefhumların mânâları çarpıtılmak sûretiyle, aynı cinâyetin bir benzeri işlenmektedir.

Memleketimizde bir zamanlar “şerîat, tarîkat, tekke, mürşid, mürid, zikir, cihad” gibi dînin özünden neş’et etmiş kelimeler, menfî mânâlar yüklenerek zihinlerde mahkûm edilmişti. Bu sayede nice mâsum müslümanın mahkûmiyet veya mahrumiyetine zemin hazırlanmıştı.

Bugün de halkın dînî duygularını istismâr edenler yüzünden, “tasavvuf, tarîkat, cemaat, imam, hizmet, himmet, teslimiyet, itaat, sadâkat” gibi birçok müsbet mefhum, ciddî bir îtibar kaybıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Hâlbuki bu mefhumlar değil, onların gönüllerdeki nezâhetini kirletenler suçludur.

Nasıl ki nâdide bir mücevhere sıçrayan çamur, onun kıymet ve sâfiyetini gideremezse, mâneviyâtı dünyevî emellerine âlet edenlerden dolayı, İslâmî tefekkürün yapı taşları mevkiinde bulunan kelime ve mefhumların îtibârına da halel getirilemez.

Bugün nice müsbet mefhum, sırf onları istismâr edenler yüzünden karalanmaktadır. Hâlbuki toplumumuzda o kelimelerin muhtevasına sadâkat gösteren, gayet düzgün istikâmet sahibi kesimlerin mevcut olduğu, bilinen bir gerçektir.

Velhâsıl bugün fitne-fesat ehli; müsbet mefhumlarımıza menfî etiketler yapıştırmaktadır. Dîni istismâr edenler yüzünden bütün müslümanları töhmet altında bırakmaya çalışmaktadır. Böylece his ve fikir dünyamız üzerinde sinsi bir oyun oynanmaktadır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş,

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.