Bir Musîbet Bin Nasihattan Evlâdır
“Bir musîbet bin nasihattan evlâdır” ata sözü, gerçeğin ta kendisidir. Tecrübe etmeyen, tatmayan işin iç yüzünü tam kavrayamaz. Hayat tecrübedir. Yanıla, yanıla, hata ede ede doğruya ulaşılır.
Her şey zıddıyla bilinir. Kötülük olmazsa iyilik, çirkinlik olmasa güzellik, fakirlik olmasa zenginlik, hastalık olmasa sağlık, cahillik olmasa alimlik v.s. bilinmez. Demek oluyor ki, herşey zıddıyla kaimdir. Karanlık-aydınlık, şeytan-melek, îmân-küfür, zulüm-adalet, keder-sevinç, günah-sevap, ölüm-hayat... Bu misalleri çoğaltabiliriz.
YARATILAN HER ŞEYDE BİR HİKMET VARDIR
Yaratılan her şeyde bir hikmet vardır. Hiçbir şey boşuna ve abes olarak yaratılmış değildir. Bütün varlık ve fiiller Allah’ın muhtelif sıfatlarının tecellisinden ibarettir. Celâl-Cemal, Muiz-Müzill, Mümit-Muhyi, Hâdi-Mudıll gibi.
Hayat imtihandan ibaret olduğuna göre, imtihanda bu zıtlıkların tercih edilmesiyle gerçekleşir. “Biz sizi denemek için kötülük ve iyilikle imtihan ederiz.” (Enbiya, 35). Kötülük olmadan imtihan gerçekleşmeyeceğine göre kötülüğün varlığını tabii karşılamak gerekir. Cennette kötülük, Cehennemde iyilik yoktur. Dünya ise iyilik ve kötülüğün, iyiler ve kötülerin harman olduğu bir alandır.
Ayrıca kötüde, kötülük de nisbidir, herkese göre değişir. Mevlânâ’nın dediği gibi yılanların zehri yılanlara hayattır, fakat insana nisbetle ölümdür. Birşeye hangi gözle bakılırsa öyle görülür. Sevgiyle bakan güzel, öfkeyle bakan ise kötü görür, tarafsız ve objektif görmek herkesin harcı değildir. “Hoşunuza gitmeyen birşey sizin için iyi olabilir, hoşunuza giden bir şey de sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz ise bilemezsiniz.” (Bakara, 216)
Leylaya Mecnun gözüyle bakan başka görür, herhangi bir kişinin gözüyle bakan daha başka görür. Mevlânâ’nın ifadesiyle; kötü, istenmez birşey bile olsa seni sevgiliye götürürse, o şey sevimlidir, güzeldir. Pişmanlık doğuran günah, kibir doğuran sevaptan daha iyidir derler. İşin kendisi değil, neticesi önemlidir. Kötüler ve kötülüklerden ders çıkarılırsa bu, hayra vesile olur.
KÖTÜLERE DUA EDEN VAİZ
Mesnevide anlatıldığına göre bir vaiz kürsüye çıkınca hep kötülere dua ederdi. Temiz kişilere, iyi huylu kimselere dua etmezdi. Elini kaldırır: “Yâ Rabbi! kötülere, bozgunculara, eşkıyaya merhamet et, onlara acı, kâfir gönüllülere, kiliselerde, manastırlarda bulunanlara sen merhamet et” derdi. Ona dediler ki; senin bu duaların alışılmış, işitilmiş dualar değildir. Sapıklara, hayır duada bulunmak büyüklük, asalet değildir. Vaiz dedi; Ben onlardan iyilik gördüğüm için haklarında hayır duada bulunmayı âdet edinmişimdir. Onlar bana karşı o kadar kötülüklerde bulundular, o kadar zulüm ve cezalar ettiler ki, sonunda beni şerden kurtardılar, hayra ulaştırdılar. Ben ne vakit dünyaya yöneldimse, dünya işlerine candan bağlandımsa onlardan dayaklar yedim, eziyete uğradım, yaralar aldım, yediğim dayaklardan, uğradığım belalardan, hakaretlerden Allah’a sığınmaya, yalvarmaya başladım, böylece o kurt gibi zalimler beni doğru yola, hak yoluna getirdiler. Onlar benim doğru yola gelmeme sebep oldukları için haklarında hayırla dualarda bulunmak boynumun borcu oldu.
MUSİBETE ŞİKAYET ETME DERS AL
İnsan, başına gelen belalardan, dertlerden, acı ve sızılardan şikayette bulunur. Bu durum insanın yapısı gereğidir. Fakat akıllı olanı, olayların arka planını görür, şikayetten ziyade ders alma cihetine gider. Ağrı, sızı, dert, zahmet sonunda insanı yalvaran bir kul yapar, gafletten uyandırır, doğruyu buldurur. Kişi, ağrıdan sızıdan değil, kendisini kulluktan, haktan, adaletten uzaklaştıran nimetlerden şikayet etmelidir.
- Atâullah el-İskenderi hazretleri şöyle dua ediyor: “Ya Rabbi! Her istediğimi veripde bana kendini unutturma. Sana sığınmamı, sana yalvarmamı sağlayan dert ve sıkıntılarıda eksik etme.” Ünlü Matematikçi ve Fransız Filozofu Pascal (Paskal) hastalığı şikayet değil nimet sebebi sayıyor ve şöyle söylüyor: ‘Şimdi kendi halimi düzelteyim diye bana hastalık verdin. Sağlıklı halimde iken sağlığımı gururuma ve bencil arzularıma alet etmiştim. Bu hastalık varsın gururlarımı öldürsün. Bana bahşettiğin bu dayanılmaz ağrılar için sana şükrediyorum. Çünkü bu ağrılar beni sana yaklaştırıyor.’
Peygamberler en çok dert ve sıkıntı yaşamış kimselerdir. Sıkıntı ve belalara katlandıkları için en üstün seviyeye ulaşmışlardır.
Normalde dert ve sıkıntı istenmez. Fakat istenmese de dertsiz, zahmetsiz hayat olmaz. Sıkıntılar, zorluklar insanı olgunlaştırır, terbiye eder. Hayvan derisinin işe yarar hale gelmesi için işlemden geçirilmesi, tabaklanması gerekir. Deri acı, keskin ilaçlarla terbiye edilmeseydi pis halde kalır, fena halde kokar dururdu.
İnsan da başlangıçta tabaklanmamış deri gibidir. Sen ona keskin ve acı ilaçları bolca sür ki temizlensin, arınsın, güzel ve parlak bir hale gelsin.
Halının tozları sopa ile dökülür. Görünürde sopa işkence aleti gibidir. Fakat tozların dökülmesini sağladığı için temizleme görevi îfâ eder. Hastaya iğne yapmakta bir miktar acı verir, fakat sağladığı şifa acıyı unutturur. Ameliyat da böyledir. Daimi barışı temin eden harp de böyledir.
- Yine Mevlânâ’nın dediği gibi, acılara katlanmaya, Allah’tan dert istemeye gücün yetmiyorsa, sen istemeden Allah sana bir dert, bir musibet, bir ağrı, sızı verirse hiç olmazsa buna razı ol, ses çıkarma, şikayet etme, çünkü dosttan gelen bela, musîbet seni temizler.
Belaya uğrayan kişi onda safa görecek olursa, o bela ona hoş gelir. Bir hastayı iyileştiren ilaç o hastaya tatlı gelir. Zorluklara karşı direnen, güçlenir, sonunda zafere ulaşır. Zorluklarla boğuşmak, yarışa, güreşe, maça çıkacak bir sporcunun önceden koşması, terlemesi, hazırlık yapması gibidir. Başarılı olmak hazırlıklı olmaya bağlıdır. Mikropları tanımayan, onlarla mücadelede bağışıklık kazanmayan vücut hastalıklara karşı mukavemet gösteremez. Bu sebepledir ki ârifler dertten, belâdan şikayet değil, daha fazlasını isterler.
- Nitekim Fuzûlî şöyle dua etmiş:
“Az eyleme inayetini ehl-i dertten
Yâni ki; çok belâlara kıl mübtelâ beni”
Başka bir şair de:
“Yarin cefâsı; cümle safâdır,
cefâ değil
Yâri cefâ eder diyen
ehl-i vefa değil”
- Hakikatte insanın en yakın dostları, en belâlı düşmanlarıdır. Çünkü dostlar tatlı dilleriyle seni oyalar, Haktan uzak düşünür. Sâdi Şîrâzi ne güzel söylemiş:
“Dostların konuşmalarından azap çekerim. Çünkü onlar çirkin huylarımı güzel gösterirler, kusurumu hüner ve olgunluk sanırlar, dikenimi gül ve yasemin yaparlar. Nerede o pervasız, küstah düşmanlar ki, bana benim ayıbımı, kusurumu gösterirler, hatalarımı çekinmeden yüzüme söylerler.”
“Bir musîbet bin nasihattan evlâdır” ata sözü, gerçeğin ta kendisidir. Tecrübe etmeyen, tatmayan işin iç yüzünü tam kavrayamaz. Hayat tecrübedir. Yanıla, yanıla, hata ede ede doğruya ulaşılır. Çıraklık, kalfalık, ustalık ilerleme yolunda basamaklardır. Kolaylığa ulaşmanın yolu zorluktan geçer. “Gerçekten her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 5)
Buraya kadar söylediklerimizden; kötülüğü, kötüleri, çirkinliği, zorluğu, dertleri, musibetleri bizatihî iyi ve güzel gördüğümüz anlaşılmasın. Söylemek istediğimiz; bunların hayatın ayrılmaz gerçekleri olduğunu bilmek, şikayet yerine bunlardan ders almak, istifade etmektir.
İnsan korku ve ümid arasında yaşar, kazanma ümidi, kaybetme korkusu hayatı anlamlı kılar. İnsan hayatı düz bir çizgide ilerlemez. “Sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir kuvvet veren, sonra kuvvetin ardından tekrar güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allah’tır. O dilediğini yaratır.” (Rûm, 54)
Hayatın inişli-çıkışlı olması dinamizmi doğurur. Zıtların, zıtlıkların olmadığı bir hayat zevksiz, heyecansız bir hayattır.
Hayatı anlamlı kılan; yaratılan herşeyin bir anlamı olduğunu görmek ve herşeyden yararlanarak yararlı bir kul haline gelmektir.
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi Mart 2020, Sayı:409