Bir Müslüman Nasıl Yaşamalıdır?

Bir Müslüman ölüm gelmeden, dünyada iken nelere dikkat etmeli ve nasıl bir şuur ile yaşamalıdır?

Şems-i Tebrizî Hazreti Ebubekir Sıddık üzerinden bizlere muhteşem bir öğütte bulunuyor: “Eğer birisi ölünün yeryüzünde nasıl yürüdüğünü görmek istiyorsa Ebubekir Sıddık’a baksın. O kirli bir çöp kutusundan kurtulup tertemiz cana can katan suyun sohbetine erişti ve Allah kulu olan o denize, (Muhammed aleyhissalât ü vesselâm’a) dost oldu.”   

ÖLMEDEN EVVEL HAKİKİ ÖLÜMÜ YAŞAMAK

 Ebu Bekir Sıddık Efendimiz ölmeden evvel ölmek sırrına erişti. Ölmeden evvel hakiki ölümü yaşamak; dünyaya ölmek demektir. Muzaffer Ozak Efendi Hazretleri bu konuda şöyle buyurmaktadır; “Sen ölmeden evvel öl, Allah'a tam bir teslîmiyyetle teslîm ol çünkü İslâm teslîmdir, teslîmiyyetdir, selâmettir. İslâm'ın nûruyla pür-nûr olursan, hiç ölmeyeceksin. Ölüm yok senin için. Ölüm hayvanlar içindir, insanlar için ölüm yoktur. Allah Rasûlü'nü tasdîk eden, Rasûl-i Ekrem'in yolundan yürüyen, O'nun çizdiği yoldan aşmayan, hudûd-i ilâhiyyeden taşmayanlar, onlar; katiyyen ölmezler, onlar; olurlar. Onlar, ölümün tadını tadarlar ama ölümün tadı âşıklar için acı değildir, tatlıdır.”   

Ehl-i Beyt-i Mustafâ ve Ashâb-ı Güzîn’in, Muhammed Mustafa aleyhissalât ü vesselâm’a muhabbetleri gönüllerine öyle yerleşmişti ki dünyayla olan bağlantılarını tamamen kesmişlerdi. Dünya ve içindekilere hizmet ederek benliklerini feda ettiler ve kendilerini Rasûlullah’ın yoluna adadılar. Haşr Sûresi mükemmel bir şekilde Ashâb-ı Kirâm Efendilerimizin ahlâkını tarif ediyor: “Hayır olarak verdikleri dünyalık nimetlere karşı kalplerinde en küçük istek duymaz, gözleri arkalarında kalmaz ve böyle bir şeyi içlerinden dahi geçirmezler. Muhtaç oldukları hâlde başka ihtiyaç sahibi kardeşlerini tercih ederler.” (Haşr, 9) 

HZ. ALİ’NİN PEYGAMBERİMİZE OLAN SEVGİSİ

Hz. Ali kerremallahu veche daha on üç yaşındayken Peygamber Efendimiz’e sevgisini şöyle haykırdı; “Canım canına, kanım kanına, her şeyim sana feda olsun, ya Rasûlullah!” Allah Teâlâ tarafından seçilmiş kahramanlar, Asr-ı Saadet’te Peygamber Efendimizin dostlarının hep bir ağızdan aşkla ve şevkle; “Malım, mülküm, makamım, ailem, çocuklarım, canım sana feda olsun Ya Rasûlullah!” diyerek fedakârlık ahlakının tohumunu taşıdılar. 

Ehl-i Beyt-i Mustafâ ve Ashâb-ı Kirâm İslâm’ın nurunu korumak için aynı şekilde büyük zorluklara göğüs gerip canlarını feda etmişlerdir. Acı çekmekten, yaralanmaktan, zulme maruz kalmaktan, hasta olmaktan veya öldürülmekten korkmazlardı, çekinmezlerdi. Hiçbir karşılık beklemeden tüm insanlara merhametle muamele ederlerdi. En büyük musibetin içerisinde olsalar bile hiçbir şey olmamış gibi kulluk vazifelerine devam ettiler. Onlar başlarına ne gelirse gelsin sarsılmadılar, çünkü Allah ve Rasûlü’nün sevgisiyle doluydular.  

Ashâb-ı Kirâm saf mânâ hazinesi idiler. Onların kalplerinin saflığı, hakikate derûnî bir şehadettir. Yeni vahyolunan Kur’ân âyetlerini Efendimiz aleyhissalât ü vesselâm’ın fem-i saadetlerinden duyar duymaz bütün vakit, gayret ve dikkatlerini onların en derûnî mânâlarına intibak etmek adına öyle bir yoğunluk ve samimiyet içinde veriyorlardı ki neticede vahiy onların hayatlarının parçası haline geliyordu. 

Hazreti Ebubekir halife seçildiğinde şöyle buyurdu; “Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin başınıza halife seçildim. Ancak Kur’an nazil olmuş, Hz. Peygamber aleyhissalât ü vesselâm dinin hükümlerini açıklamıştır. Sizin en zayıfınız, hakkı alınıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. Ey insanlar! Ben ancak Hz. Peygamber’in aleyhissalât ü vesselâm yoluna uyarım. Kendiliğimden bir şey îcâd edici değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun. Eğer sırat-ı müstakimden kayarsam beni düzeltiniz. Ben bu sözümü söyler, hem kendim için hem de sizler için Allah’ın affını talep ederim.” 

Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamber Efendimiz aleyhissalât ü vesselâm’a daima sâdık olan Ebubekir Sıddık, Âlemler Sultanının yolunda olmayı hayatıyla bütünleştirmiştir. O, Hazreti Muhammed Mustafa’ya gösterdiği sadakatle bu yola, sırat-ı müstakime gösterdiği sadakati bir görmüştür. Dostu dost yapan O aleyhissalât ü vesselâm’a olan candan muhabbetidir. 

Bir gün laîn İblis, Resûlullah Efendimizi ziyaret etmişti. Peygamberimiz ona bazı sorular sordu; “Ebubekir için ne dersin?” İblis buna şu cevabı verdi; “O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi. İslam’a girdikten sonra nasıl itaat eder?” 

Hazreti Ebubekir kalp ve aklın ulvi nurlarına sahipti. Cenâb-ı Rabbû'l-Âlemîn büyük halifesine her şeyi kuşatan kendi kemâlini göstermişti. Böyle bir ezici celâl tecellisi karşısında gönlü paramparça oldu ve kendisini denizdeki kumların adedince günahı olduğunu itiraf etmek mecburiyetinde hissetti.  

HZ. EBUBEKİR’İN DUASI

Hazreti Ebubekir radıyallâhu anhâ'ın duası: ''Allah'ım! Ömrümün en hayırlı vakti ömrümün sonu, amellerimin en hayırlı olanı son amelim, günlerimin en hayırlısı da, sana ulaşacağım gün son nefesim ve ebedi vuslat olsun!'' 

Mübarek Ramazan ayı ölmeden evvel ölmek sırrına erişmek için bize ihsan edilmiştir. ‘Ölmeden evvel ölmek’ reçetesi her şeyin asıl çaresidir. Müminler bu mevsimde nefs kafesini kırarlar, kalpteki putları yıkarlar ve ruhu örten örtüleri kaldırırlar. Reçeteye uyulduğu zaman diriliş gücü ve ölümsüzlük kazanılmaktadır. Ramazan ise oruçla bu terbiye vermektedir.  

Ramazan ayı varlık zindanından çıkmamız için bize ihsan edilmiştir. İnsanın kurtuluşu, bu dünya ve içindekilerden yüz çevirmesindedir. Oruç tutarak insan dünyaya ‘hayır’, ahirete ‘evet’ demeyi öğrenir.  Oruç dünyayı boşayıp dünyaya olan bağlılığı kesince daha büyük bir takva, aşk hazinesine ve ilahi farkındalığa kazanılır.

Mübarek Ramazan sohbet suyuna erişmek, Kur’an âyetlerini daha açık hale getirmek ve vahyin bir parçası olmak için bize ihsan edilmiştir. Mübarek ay, ilahî âyetlerin insanlığa indirildiği Kadir Gecesi’ni şereflendirmek üzere verilmiştir. Müminler oruçla Kur’an-ı Kerîm indirilişini kutlarlar. Ramazan bedendir, Kur’an-ı Kerîm ise onun ruhudur. Kişi orucu ziyadeleştirdikçe ilahî olana hassasiyeti de ziyadeleşir. 

Ramazan ayı Allah’a olan aşkımızı artırmak için, Efendimiz aleyhissalât ü vesselâm’a muhabbetimizi artırmak için, yeryüzünde bütün insanoğlu ile olan muhabbetimizi arttırmak için bize ihsan edilmiştir. Zulümden nûra, batıldan hakka, şirkten tevhide, batıl mezheplerden sünnete, fâni âlemden baki âleme, karanlıktan aydınlığa, iflastan ihlasa, gafletten şuura, korkudan güvene, benlikten mahviyete, geçiş gayretinde bulunmayanlar, gayrıdan Hakk’a doğru gidemezler.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 433

İslam ve İhsan

HAYATIN MUHASEBESİ

Hayatın Muhasebesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.