Bir Tasavvuf Yoluna/tarîkate, Mürşide İntisâb Etmek Şart mıdır?

Bir tasavvuf yoluna/tarîkate, mürşide intisâb etmek şart mıdır? Tasavvufa nasıl bakmalıyız? Tasavvufun manevi dünyamıza etkileri nelerdir? Neden bir tasavvuf yoluna/tarîkate mürşide intisâb etmeliyiz? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi cevaplıyor...

Tasavvuf, gönülleri Rasûlullah Efendimizʼin gönlüne yakınlaştırmaya çalışan mânevî terbiye yoludur. Gaye, gönül/kalp âlemi, Rasûlullah Efendimizʼin kalbine yaklaşacak. Ona göre duygular derinleşecek, kalpte ufuklar açılacak.

Şöyle bir misal verebiliriz buna:

Meselâ sizler bir üniversite bitirmeden öğretmen olabilir misiniz? Olamazsınız. Tahsili almadan olur mu öğretmenlik? Olmaz. Yahut bir tıbbı bitirmeden, kitap okuyarak bir kanseri tedavi edebilir misiniz, bir hastayı tedavi edebilir misiniz? Olmaz.

Liyâkatli bir öğretmenlik için nasıl iyi bir eğitim şartsa, makbul bir kulluk için de mânen tezkiye ve tasfiye zarurî. Nasıl her dersin bir hocası varsa bu yolun da hocaları, nefsin tezkiye/temizlenmesi, kalbi tasfiye yolunda rehberlik eden bir hoca durumundadır.

Bir, denizde yüzerek ilerlemek vardır, bir de ehil bir kaptanın şeyinde, rahatça o deniz üzerinde seyretmek vardır. Yani öyle bir şey ki burada bir su birikintisinde boğulmamak lazım. Kalp, okyanuslara açılacak.

Yani bir benlik girmeyecek. Terbiye edilecek. Enâniyet girmeyecek, merhamet gelişecek. Yani ahlâkî vasıfları zirveleşecek. Gaye budur. Rasûlullah Efendimizʼin ahlâkına benzeyecek.

Bir hasta kendi kendini tedavi edemez. Muhakkak bir doktora gider. Bir hasta bir ilacı hangi dozda, ne arada kullanacağını bilmez. Kendi kendine ilaç kullanmaya kalkarsa zararı olur. Evrâd ve ezkâr da mânevî bir reçete gibidir. Şahsın durumuna göre ehli tarafından verilir.

Meselâ bir kimse sevap olsun diye kendi mantığıyla orucu yirmi dört saat tutsa, sevap olur mu, olmaz. Meselâ Rasûlullah Efendimiz, 33, 33, 33 Sübhânallah, Elhamdülillah, Allâhu ekber... “Haydi ben daha fazla sevaba gireyim” diye 40, 40, 40 çekeyim, 50, 50 çek, olur mu? Olmaz. Bir reçetedir bu.

Evrâd ve ezkâr da bunun gibi hudutlarına, dozajına dikkat edilmezse, fayda yerine bazen meczupluğa da götürebilir. Onun için bu hususta ehil kimselerden istifâde etmek zaruridir.

Nasıl mezhep imamları, Kitap ve Sünnetʼten alarak, ibadet, muâmelât, muâşerete dair hususları tanzim ediyorsa, bu hususun önde gidenleri de kalbî hayatı alâkadar eden mânevî terbiye usulünü, evrâd ve ezkârı Kurʼân ve Sünnetʼin emirleri muktezâsınca teşekkül ettirmişlerdir. Fakat her yolun yanlış insanı vardır. Bu yolun da yanlış insanı olabilir. Bu, yola bir itham getirmez.

Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri buyuruyor ki:

“Bir kimsenin havada uçtuğunu görseniz, eğer o kimse Kitap ve Sünnetʼe uymuyorsa îtibar etmeyin, o istidraçtır.” buyuruyor.

Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede, Cuma Sûresiʼnde:

“Allâhʼı çok çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” buyuruyor.

Yine Ra‘d Sûresiʼnde:

“Biliniz ki kalpler;

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

“…Kalpler, Allâhʼın zikriyle, huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) buyruluyor.

Yine Haşr Sûresiʼnde:

“Allâhʼı unutan, Allâhʼın da kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın…” (el-Haşr, 19) buyruluyor.

Cenâb-ı Hak kendisinin hiçbir zaman unutulmamasını arzu ediyor.

Mûsâ -aleyhisselâm- ile Hârun -aleyhisselâm-ʼı Firavunʼa gönderirken Cenâb-ı Hak tebliğe;

“…İkiniz âyetlerimi götürün, Benʼi de zikirden unutmayın.” (Tâhâ, 42) buyuruyor iki peygambere.

Tabi tasavvuf yolunda ne var? Muhatapların mizaçlarına göre ayrı ayrı metotlar kullanılır? Herkese aynı metot kullanılmaz. Baştan aynıdır ama sonra ilerleyince değişir o.

Müʼminler olarak en çok dikkat edeceğimiz, kendimizi haramlardan koruyabilmek, ilâhî hudutlar içinde yaşayabilmektir. O zaman tasavvufun maksadı ve gayesi, takvâ derinliği ile ihsan ufkunda, şerʼî ölçüler dâhilinde bir hayat yaşayabilmek.

Nedir İhsan Duygusu?

وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ

“…Nereye gitseniz, Allah sizinle beraberdir…” (Bkz. el-Hadîd, 4)

Bu idrâke varabilmek. Nasıl bizim arkamızda bir kamera gezdirseler her hâlimize dikkat ederiz. “Aman bir yanlış yaparız da gösterirler, ben utanırım.” deriz, her hâlimize dikkat ederiz. İşte kul öyle bir hâle geliyor ki ilâhî kameranın altında olduğunu idrâk hâline geliyor.

Kalp ne hâle geliyor?

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

Şah damarından Cenâb-ı Hak daha yakın. (Bkz. Kāf, 16) Cenâb-ı Hakʼtan utanıyor, her hâline dikkat ediyor, ağzından çıkan her lâfa, gözünün gördüğü her şeye dikkat ediyor.

Çünkü;

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ

“Şah damarından daha yakınız.” (Kāf, 16) buyuruyor.

İçinden geçeni bir sen biliyorsun, bir de Allah biliyor. Şurada hiç kimse bilmiyor, içinden geçeni kimsenin.

Kul, neye geliyor? Bu hassasiyetin içine giriyor. Tabi bu uzun şey…

Bunda da, en çok burada ashâb-ı kirâmdır, tasavvufu en güzel yaşayan, disiplinle, ashâb-ı kirâmdır. Mürşid-i kâmil, Rasûlullah Efendimizʼdir.

Efendimiz, her bir sahâbeyi terbiye ediyordu ayrı ayrı. Ebû Bekir Efendimizʼe ayrı terbiye, Ömer Efendimizʼe ayrı, Habeşli Vahşîʼye ayrı, Musʼabʼa ayrı, hepsini ayrı ayrı terbiye ediyor Efendimiz. Hepsi ne oluyor? Bir “yıldızlar” hâline getiriyor. “Benim ashâbım yıldızlar gibidir…” buyuruyor. (İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm, II, 91)

Tabi derece derece, istîdâda göre.

Velhâsıl tasavvuf, îmânı ihsân duygusuyla yaşamanın adıdır. Dâimâ kul kendini ilâhî kameranın altında olduğunu idrâk hâlinde olacak.

Bir arınma disiplinidir. Allahʼtan uzaklaştıran her şeyden sakınarak takvâya erebilme yolu…

Takvâ nedir? Nefsânî arzuları bertaraf edecek, rûhânî istîdatları inkişâf ettirecek, kendini dâimâ ilâhî kameranın altında olduğu, kalpte idrak ve şuur hâline gelecek.

Veyahut da diğer bir tarif:

Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Kalbin sanatı…

Diğer bir tarif:

Efendimizʼe vâris olabilmedir. Tezkiye ve tasfiye neticesinde Efendimizʼe vâris olmak durumudur.

Nefse karşı sulhü olmayan bir cenktir. Nereye kadar? Ölüme kadar. Yakîn gelene kadar.

Yine şerîatin taklitten tahkîke, yani sûretten hakîkate dönmesidir.

Meselâ bir misal verelim:

Şerîat, yalan söylemeyi haram kılar. Yalan söylemeyi haram kılar. Tasavvuf ise yalan söylememeyi bir ahlâk hâline getirmeye çalışır. Aynı yola çıkar ama, daha ötede, tasavvuf daha çok ufka götürür.

Velhâsıl Allah Rasûlüʼnü aşk ile yakından tanıyabilmek, Oʼnun yüce ahlâkından nasip almak, dîni özüne ve rûhuna uygun bir tarzda yaşayabilmek…

İslam ve İhsan

TASAVVUF NEDİR, İNSANA NE KAZANDIRIR?

Tasavvuf Nedir, İnsana Ne Kazandırır?

KISACA TASAVVUF NEDİR?

Kısaca Tasavvuf Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.