“Birbirinin Velisi Olmak” İfadesi Ne Anlama Geliyor?

"Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velîleridir" (Tevbe sûresi, 71) ayetinde geçen “Birbirinin velisi olmak” ifadesi ne anlama geliyor? Velayet ilişkisi kurulamazsa sonuçları neler olabilir? Gazze için bize düşen sorumluluklar nelerdir? Dr. Adem Ergül yazdı...

Yeryüzünü imar etmek ve orada ilay-ı kelimetullah vazifesini ikame etmek yalnız Allah’a kulluğu şiar edinen müminlere yüklenmiş ana vazifelerden biridir. Bu vazifeyi ifa etmenin olmazsa olmaz zaruretleri vardır. Bu zaruretlerden biri ve belki de en önemlilerinden biri “müminlerin birbirinin yakını, dostu, koruyup kollayanı işlerini evirip çevireni olmaları” anlamında velayet hukukunu yerine getirmeleridir.

“BİRBİRİNİN VELİSİ OLMAK” NE ANLAM GELİYOR?

Kur’an-ı Kerim bu hali “Birbirinin velisi olmak” ifadesiyle ortaya koyar:

"Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velîleridir." (Tevbe sûresi, 71)

Rabbimiz müminlerin birbirleri ile nasıl bir ilişki içinde olmaları gerektiğine dair zaman zaman bazı çerçeveler sunar. Bunlardan bazıları şunlardır:

“Müminler birbirinin kardeşidirler”

“Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler.”

“Birbirlerine iyiliği emreder kötülükten sakındırırlar.”

“Birbirlerinin velileridir.”

Tefsirlerimizde yukarıdaki ayette geçen “Birbirinin velisi olma”nın ne anlama geldiği izah edilirken şu izahlara yer verilir:

Velayet demek, “birine yakın olmak, muhabbet ve dostluk çemberi içine almak, yardım etmek, işlerini görüp gözetmek” anlamındadır.

İman, bütün varlıkla farklı seviyelerde bir ilişki ağı kurar. Bu bağların en güçlüsü müminle-Allah arasında kurulur. Diğer ilişkileri belirleyen de bu birinci bağdır. Bu yönüyle bir mümin kendisi gibi mümin olan bir başkasıyla çok yönlü içli-dışlı bir ilişkiler ağı oluşturmak durumundadır. Bunu en iyi ifade eden de “Birbirinin velisi olmak” ifadesidir diyebiliriz. Bu ifade bir anlamda “sarıp-sarmalamak, koruyup kollamak, işlerini evirip çevirmek” anlamındadır.

VELAYET HUKUKU YOKSA FESAD ÇIKAR

Böylesi bir ilişki kurulamazsa yeryüzünde büyük bir fitne ve fesadın ortaya çıkacağı da Kur’an-ı Kerim’de şöyle ilan edilir:

"İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. (Ey müminler!) Siz kendi aranızdaki ilişkilerinizi böyle kurmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat ortaya çıkar." (Enfâl; 73)

İmtihan sahnesi olan şu âlemde inişler-çıkışlar, var oluşlar-yok oluşlar, savaşlar-barışlar, nimetler-iptilalar gibi daha nice hadiseler hayatın bir gerçeği olarak akıp gitmektedir. Bu evrilip çevrilen diğer bir ifadeyle her anlamda dönüp duran dünyada Müminler olarak Hak ve hakikatin hâkimiyeti adına fert ve cemiyet olarak ayakta kalmanın ve daha ötede etkin olmanın yolu her seviyede bir velayet hukukunu sağlayabilmekten geçiyor. Aksi halde bu âlem, zulümlerin, fitnelerin ve fesatların bir yuvası haline gelir. Okyanus dalgaları misali böylesi ifsat ve zulüm karşısında ise her seviyede kişi, kurum ve devlet elbette zarar görecektir. Rabbimizin müminlerin birbirlerinin velileri olmaları beyanını çok yönlü olarak hayata geçirmek imani bir zarurettir. Bu çerçevede:

  • Fert-fert, erkek-kadın bütün müminler birbirlerine zimmetli olduklarının şuuruna sahip olmalıdırlar.
  • Müminlerin oluşturdukları kurumlar, cemiyetler, birlikler kendi aralarında böyle bir velayeti sağlayabilmelidirler.
  • Daha üst bir organizasyon olarak halkı Müslüman olan devletler böyle bir velayet anlaşması çerçevesinde bir araya gelmenin yolunu bulmalı ve esaslarını oluşturmalıdırlar.

Nizam-ı âlemin tesisi, fitne ve fesadın izalesi böylesi bir velayeti ihtiyaçtan da öte bir zaruret kılmaktadır. Zira güç ve kuvvetin birinci adımı birlik ve bütünlüğün “velayet hukuku” çerçevesinde sıkı bağlarla gerçekleştirilmesine bağlıdır. Hak ve hakikat düşmanları karşısında güçlü olmak bir emr-i ilahidir. Gücün zeminini “Birbirlerinin velisi olma” esası üzerine kurduktan sonra gücün diğer unsurlarını elde etmeye yönelmek oluşturmalıdır. Rabbimiz bu konuda da müminlere gücü oluşturacak her çeşit vasıtayı elde etmeye çağırır:

"Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları (araç ve gereçleri) hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir." (Enfâl; 60)

GAZZE İÇİN BİZE DÜŞEN SORUMLULUKLAR

Nerede bir mazlum varsa hissiz ve duygusuz kalmak ve hatta harekete geçmemek bir mümin için tasavvur edilemez. Bugün Gazze’de Müslüman kardeşlerimizin yaşadıkları karşısında imkân ve vüsatımız kadar her birimize bir sorumluluk düşmektedir:

  • Öncelikle kalbimizde bir vazife şuuru, bir ızdırap hissedilmelidir. Bu anlamda hissiz ve dertsiz bir gönül tasavvuru mümin için düşünülemez. Zira imanın en zayıf dereceği zulüm ve münkerata karşı kalbin karşı duruşu, buğzu ve kinidir.
  • Duayı asla küçük görmemelidir. Dua gönüllerimizde niyetlerin oluşmasında, ne yapılması gerektiğine dair ilhamların doğmasında ve bizi harekete geçirecek iç iradenin oluşmasında ve daha ötede nice imkân ve fırsatların zuhurunda her mümin için büyük bir kapıdır. “Hiç olmazsa dua edelim” demek duayı çaresizlikte başvurulacak bir imkân gibi görmektir ve hatta küçümsemektir ki nusret-i ilahiden mahrumiyet sebebidir. Hakk’ın yardımı kesilecek olursa galibiyet ve zafer boş bir temenni ve hayaldir. Samimi yakarışlar kurtuluş vesilelerinin en önemlilerinden biridir.
  • Mal ve imkânımızla yapılan cihada katkıda bulunmak. Bu noktada herkesin yapabileceği sınırlar imanı, vicdanı ve idraki kadardır. Rabbimiz gerçek müminlerin malları ile cihad ettiklerini sürekli vurgular ve çoğu zaman sıralamada mal ile cihadı can ile cihaddan önce zikreder.
  • Canımızla cihada katılmak. Bunun da birçok yolu vardır ki sözümüz, sesimiz, yazımız, meydanlarda omuz omuza duruşumuz, gerektiğinde şartları doğru değerlendirerek ve doğru istişareler yaparak düşman karşısına çıkışımız da müminlere karşı velayet hukukumuzun bir gereğidir.
  • Herkesin sorumluluğu imkânları kadardır. Ancak imkânlar mevcutla yetinerek değil araştırarak artan bir özelliğe sahiptir. Daha ne yapabilirim dedikçe yeni ilhamlarla farkında olmadığımız imkânlar açılacaktır. Bize düşen radar misali arayıcı ve tarayıcı bir gönle sahip olabilmektir.
  • Bütün bunlardan sonra yani üzerimize düşen vazifeleri imkân ve istidadımız nispetinde yaptıktan sonra da Hakk’a tefviz-i umur etmelidir (sonucu Hakk’a bırakmalı ve zihni vesveselerle aşırı yormamalıdır). Bosna savaşının devam ettiği günlerde, üzerine düşen vazifeyi gücü nispetinde yerine getirmeye çalışan Sahibu’l-vefa Musa Topbaş Üstadımızın, etrafında sevenlerinden bazılarının Bosna zulmü üzerinde biraz fazlaca konuşup ileri gitmeleri üzerine söylediği şu söz manidardır: “İnsan üzerine düşen vazifeleri imkânı nispetinde yerine getirdikten 
    sonra kadere tam teslim olmalı ve zihnini lüzumsuz vesvese ve kaygılarla yormamalıdır.”

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 453

İslam ve İhsan

VELAYET NEDİR? İSLAM'DA VELAYET HAKKI

Velayet Nedir? İslam'da Velayet Hakkı

ÇOCUĞUN VELAYETİ HANGİ DURUMLARDA ANNEYE VEYA BABAYA VERİLİR?

Çocuğun Velayeti Hangi Durumlarda Anneye veya Babaya Verilir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • "sonucu Hakk’a bırakmalı ve zihni vesveselerle aşırı yormamalıdır" Gerçekten zihnimde vesveseler var. Bu cümle beni çok rahatlattı. Allah razı olsun.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.