Biri Maune Faciası Nedir?

Biri Maune Faciası nedir, ne zaman oldu? Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in elçilerine kurulan tuzak: Biri Maune Faciası.

Ebû Berâ Âmir bin Mâlik Medîne’ye geldi. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) onu İslâm’a dâvet ettiler. Müslüman olmadı ama uzak da durmadı, sadece Efendimiz (s.a.v)’in Necid bölgesindeki bedevîleri dâvet için göndereceği heyeti koruma sözü verdi.

BİRİ MAUNE FACİASI

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Münzir bin Amr (r.a) riyâsetinde 70 kurrâ’yı 4. senenin Safer ayında gönderdiler. Medîne’den 160 km. uzaklıkta ve Necid bölgesinde bulunan Maûne kuyusuna vardıklarında Ebû Berâ’nın kardeşinin oğlu Âmir bin Tufeyl onlara ihânet etti. Kendisine elçi olarak gelen Harâm bin Milhân (r.a)’ı şehit ettirdi.

Rı’l ve Zekvân kabilesinin bedevîler Müslümanları kuşattılar. Kurrâ kendilerini müdâfaa ettiler ve hepsi de şehîd oldular. Kâfilenin gerisinde kalan Amr bin Ümeyye ed-Damrî (r.a) kurtularak bu ihâneti Efendimiz (s.a.v)’e haber verdi.

Enes (r.a) şöyle anlatır:

Birtakım kimseler Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e gelerek, “Bize Kur’ân’ı ve Sünnet’i öğretecek insanlar gönderseniz!» dediler. Rasûl-i Ekrem, içlerinde dayım Harâm’ın da bulunduğu, Ensâr’dan kendilerine kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Bunlar Kur’ân okuyor, geceleri onu aralarında müzâkere edip öğreniyorlardı. Gündüzleri ise su getirip mescide koyuyorlar, odun toplayıp onu satıyorlar, bedeliyle de Suffe ehline ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. İşte Nebî (s.a.v) onlara bu kişileri göndermişlerdi. Fakat gidecekleri yere varmadan önlerine çıktılar ve onları öldürdüler. Onlar:

“–Allâh’ım! Bizim sana kavuştuğumuzu, senden râzı olduğumuzu ve Sen’in de bizden râzı olduğunu Peygamberimiz’e ulaştır.” dediler.

Bir adam Enes’in dayısı Harâm’a arkasından yaklaşıp mızrağını sapladı, hatta vücûdunun bir tarafından öbür tarafına geçirdi. Bunun üzerine Harâm:

“–Kâbe’nin Rabbi’ne yemin ederim ki, kazandım.” dedi.

Bu esnâda Rasûlullâh (s.a.v) ashâbına şöyle buyurdular:

“–Şüphesiz ki din kardeşleriniz şehîd edildiler. Onlar hem de şöyle dediler: «Allâh’ım! Bizim sana kavuştuğumuzu, senden râzı olduğumuzu ve Sen’in de bizden râzı olduğunu Peygamberimiz’e ulaştır!».” (Müslim, İmâre, 147. Bkz. Buhârî, Cihâd, 9)

“KAZANDIM VALLAHİ”

Bu sırada Cebbâr bin Sülmâ adlı müşriğin attığı bir mızrak, Âmir bin Füheyre (r.a)’ın sırtından girip göğsünden çıktı. O zamanlar kırk yaşında bulunan İbn-i Füheyre şehâdet şerbetini içmek üzere olduğunu anlayınca büyük bir sevinçle:

“Kazandım vallâhi!” diye haykırdı.

Bu hâince tuzağı hazırlayanların başı olan İbn-i Tufeyl, katliamdan kurtulan bir müslümanı yanına alıp bu azîz şehîdimizin başına geldi ve:

“–Kim bu?” diye sordu.

“–Âmir bin Füheyre!” cevâbını alınca:

“–Ben onun öldürüldükten sonra naaşının göğe yükseldiğini gördüm. Yerle gök arasında duruşu hâlâ gözümün önündedir. Sonra yere indi.” dedi.

Meşhur şâirlerden olan İbn-i Tufeyl bu olayı bizzat görmesine rağmen yine de Müslüman olmadı. Fakat Âmir bin Füheyre (r.a)’ı şehit eden Cebbâr, sonunda hidâyete mazhar oldu. Zîrâ şehîit ettiği zâtın “Kazandım vallâhi!” diye haykırışı günlerce kulaklarında çınladı. Bu sözler kendisi için bir muammâ oldu. “Ben onu öldürüyorum, o kazandım diyor, bu nasıl iştir?” diye haftalarca düşündü. Bir gün kahramanlığı ile meşhur ve Hazret-i Peygamber’in yüz kişiye bedel saydığı hemşehrisi Dahhâk bin Süfyân’a, “Kazandım vallâhi!” sözünün ne mânâya geldiğini sordu. O da bu sözün “Cennete kavuştum.” demek olduğunu söyleyince Cebbâr, daldığı derin gaflet uykusundan uyandı ve îmân ile şereflendi.[1]

Allah Rasûlü (s.a.v) bir ay boyunca sabah namazında bu kabilelere bedduâ ettiler. Namazlarda Kunut Duâsı’nın başlangıcı bu hâdise oldu.

Bedevîlerin çöllerinde İslâm’ı tebliğ etmek kolay ve emniyetli olmuyordu. Buralar pek çok tehlike ve ölüm ile ihâta edilmiş durumdaydı, ama ashâb-ı kirâmı Allah’a dâvetten alıkoyacak hiçbir şey yoktu.

Bu ihanetleri yapan hâin bedevîlerin tedip edilmeleri gerekiyordu. Bu sebeple Allah Rasûlü (s.a.v) Cumâdi’l-ûlâ ayında ordusuyla Racî’da kurrâyı şehîd eden Benî Lihyân üzerine yürüdüler. Bunu haber alan düşman askerleri dağlara kaçıp dağıldılar.

Dipnot:

[1] Bkz. İbn-i Hacer, Fethü’l-Bârî, Dâru’l-Fikr, Fuat Abdülbâkî neşri, ts, VII, 390, [Megâzî, 28]; İbn-i Hişâm, III, 187; Vâkıdî, Meğâzî, Beyrut 1989, I, 349.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

BİRİ MAUNE OLAYI NEDİR, NASIL YAŞANMIŞTIR?

Biri Maune Olayı Nedir, Nasıl Yaşanmıştır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.