Birlikte Neler Yapabiliriz?
İlahi ihtar ve ikazlar neye işaret eder? Müslümanlar olarak birlikte neler yapabiliriz?
Şer ittifakı, şeytan ve askerlerinden oluşan yıkıcı bir ittifaktır. Bu ittifakın insanlardan ve cinlerden oluşan komutan ve orduları vardır. İnsan nefsi de bu ittifakla işbirliği yapabilecek bir altyapıya sahiptir. Nefs-i emmâre diye ifade edilen ve “sürekli kötülük fısıldayan” bu öz benliğimiz, şayet iman, İslam ve ihsan esasları çerçevesinde korunma, arınma ve ilâhî rahmet ve füyuzata nail olmayacak olursa tabii olarak şer şebekesinin üyesi olacaktır. Bu yönüyle ehl-i şer daima ehl-i Hakk’tan sayıca fazla olagelmiştir. “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar.” (En’âm 6/116) âyeti bu hakikati bildirir. Bu Rabbânî hakikat şunu ihtar eder ki ehl-i Hak, birlik olup iyilik ve takvânın hâkimiyeti adına disiplinli bir topluluk olarak şer cephesi karşısında yer almayacak olurlarsa mağlubiyet yaşayacakları âşikardır.
İLAHİ İHTAR
“İnkâr edenler birbirlerinin yakın ve yardımcılarıdır. Siz de ilişkilerinizi böyle kurmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat ortaya çıkacaktır” (Enfâl; 8/73) ilâhî ihtarı, müminler topluluğunun en azından inkârcıların dayanışması kadar da olsa birlikte hareket etmelerinin zaruretine işaret eder. Önemli olan, sayı çokluğu değil; var olan fertlerin omuz omuza bir dayanışma içinde hareket edebilmeleridir. Zira Hakk’ın nusreti (yardımı) sayıya bağlı değildir. “Nice az topluluklar, Allah’ın izniyle nice sayıca çok olan topluluklara galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir” (Bakara 2/249) âyeti ve daha başka âyetler şu hakikate işaret etmektedir ki, azınlıkta olan toplulukların kendi aralarında büyük bir dayanışma içinde sabırla hareket etmeleri, şer ittifakına karşı galibiyetin en önemli vesilelerinden biridir. En azından kendilerinden iki kat daha fazla olan şer cephelerine karşı galip geleceklerdir. Bu durum yerine göre on kat fazlasına kadar gerçekleşebilecektir. (Bkz.Enfal8/65-66)
MEHMET AKİF’İN UYARISI
Bunca ilâhî uyarı ve müjdelere rağmen İstiklâl şairimiz Mehmet Akif’in ifadesiyle “Oturup vahy-i ilâhiyi mi bekler ulemâ?” sorusu son derece anlamlı ve uyarıcı bir sorudur. Elbette sorumluluğu bir sınıfın üzerine atmak kolaycılıktır. Fesadın ortadan kalkması için âlimlerin, âriflerin, âmirlerin ve dahi gönlünde îman taşıyan her bir müminin yapacağı bir katkı elbette vardır. Herkesin sorumluluğu, iktidarı ve imkânı nispetinde olacaktır.
BİRLİKTE NELER YAPABİLİRİZ?
“Sizden hayra çağıran, iyiliği yaygınlaştıran ve kötülüğe engel olup oradan kaldıran bir topluluk olsun” ya da “Hepiniz böyle bir topluluk oluşturun” (Âl-i İmrân 3/104) meâlindeki âyet-i kerimeden şunu anlıyoruz ki böylesi şuura sahip kimseler bir araya gelip teşkilatlanmadıkları sürece kötülüğün hâkimiyetine son vermeleri mümkün olamayacaktır. Öyleyse gönlünde iman taşıyan her bir fert ya İbrahim -aleyhisselâm- gibi “tek başına bir ümmet olabilecek bir gönül pekliğine ve adanmışlığına sahip olarak” şerle mücadelesini yürütecek ya da bir topluluğun üyesi olarak ehl-i Hakk’ın safında yerini alacaktır. Aksi halde toplumun selameti mümkün olamayacağı gibi mü’min bir ferdin kendisini bile koruyamayacağı bir sonuç kaçınılmaz olacaktır. Böyle bir acı sonla karşılaşmamak ve kıyamet gününde Rabbimiz katında bir mazeretimiz olsun istiyorsak:
Öncelikle var olan konumumuz içinde “birlikte neler yapabiliriz”i düşünmek ve rolümüzün ne olması gerektiğini belirlemek durumundayız. Devletin idari kademelerinde görevli isek bize çizilen yetki çerçevesinde hayrı çoğaltmak ve şerri engellemek anlamında imkânlarımızı araştırmak ve ona göre bir eylem planı yapmak durumundayız. Bir diyanet personeli ya da âmiri durumunda bir fonksiyon icra ediyor isek Hakk’ı tavsiye, batılı ve yanlışı ortadan kaldırma yolunda, teşkilat bütünlüğü içerisinde nasıl bir çalışma planı gerçekleştirilebileceği konusu daimi bir gündem olarak toplantılarımızın ve buluşmalarımızın ilk maddelerinden biri olmak durumundadır. Milli Eğitim, üniversite, kültür, gençlik ve daha nice devlet kuruluşlarında görev alan kimselerin böylesine bir derdi taşımaları hem vazifeleridir ve hem de Hakk’ın huzurunda verecekleri hesaba bir hazırlıktır.
Vakıf ya da dernek gibi bir gönüllü teşekkülün içinde yer alıyorsak, bu birliktelikte de değişmeyen gündemlerimizden birisi, ilgi ve iktidar alanımız içerisinde hayrı çoğaltma ve şerri engellemek olmalıdır. Elbette başka gündemler de önemlidir. Ancak son ümmet olarak var olma sorumluluğumuz, mümin olarak her birimize böylesine bir peygamber misyonu yüklemektedir. Bir topluluğun hayırlı olup olmasının yegâne göstergelerinden biri “emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” (iyiliği emretme, kötülüğe engel olma) vazifesinde nerede durduğumuzla ölçülebilecektir.
Vakıf, dernek, câmia vb. oluşumlar içinde yer almayan fertler de vakit kaybetmeden böylesi kuruluşlarda yer almanın bir yolunu bulmalı ya da böylesi teşekküller kurmalıdırlar ki ehl-i fesadın ifsadına maruz kalmamış olsunlar. Böylesi bir imkânı olmayanların yapabileceği diğer bir çalışma türü de cami ve mescitler etrafında kenetlenmektir. Esasen cami ve mescitlerimiz, sadece namazların ikame edildiği yerler değil, aynı zamanda bulunduğu mahallenin, köyün ya da şehrin manevî imarında, ıslahında ve fesadın önlenmesinde merkezî bir rol üstlenen komuta merkezleridir. Camilerimiz ne zaman muttaki ve mesuliyet sahibi peygamber mihrabının mirasçısı imamlarımız ve o imamlara saygılı diri cemaatlerle buluşursa işte o zaman hayrın ve Hakk’ın hâkimiyetini gerçekleştirecek bir ümmet olma seviyesine erişmiş olacağız. Belki ümmet olarak ilk mesuliyetimiz camilerimizi böylesi fonksiyonlarla donatmak olacaktır.
Aile birlikteliği de huzur ve ülfet üzere olursa hem kendi üyeleri ve hem de başkaları için hayra vesile ve şerre engel olabilme imkânı sunmuş olacaktır. Bu yönüyle aile müessesesine sadece koruyucu kollayıcı olma misyonu değil aynı zamanda ifsada karşı ıslah misyonu da eklenmelidir.
Bütün bu birlikteliklerin şer şebekeleri karşısında çözülmeden devamı da hakkı ve sabrı sürekli olarak birbirine telkin etmeleriyle sağlanabilecektir. Zira mücadele ve mücahede yolunda en önemli azık sabırdır ve Allah sabır ve sebatla birbirine omuz veren topluluklara zafer vadetmiştir. Hakk’ın yardım ve inayetine mazhar olan toplulukların mağlup olma ihtimali de yoktur.
Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 442