Bizanslı Filozofları Hayrete Düşüren Adalet Örnekleri

Hikâyeler

İstanbul’un fethinden sonra umûmî afla serbest bırakılan Bizanslı filozofları, Osmanlı ülkesinde hayrete düşüren adalet örnekleri.

Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u fethedince umûmî af çıkardı. Bizans döneminde hapsedilenler bu aftan yararlanacaklardı. Bir yandan da suçluların dökümünü hazırlattı. Listede üç de filozof olduğunu gören Fatih, bu filozofların ne suç işlediğini merak ederek bunları çağırttı. Filozoflar gelince Fatih:

“–Ne suç işlediniz ki Konstantin sizi hapsetti?” diye sordu.

Filozoflar:

“–Biz Konstantin’e devletinin batacağını söylediğimiz için zindana atıldık.” dediler.

Fatih sordu:

“–Neye istinâden böyle söylediniz?”

Filozoflar:

“–Biz Konstantin için hazırladığımız raporda, ortada adâlet diye bir şeyin kalmadığını ve adâletsiz bir ülkenin pâyidâr olamayacağını, olsa da zulüm ile kalamayacağını bildirdik.” dediler.

Fatih:

“–O hâlde, benim ülkemi de gezin ve bir rapor da benim için hazırlayın.” dedi.

ALTINLAR ÇEYİZ OLDU

Filozoflar ülkeyi gezmeye çıktılar. Bursa mahkemelerinden birinde bir dâvâya girdiler. Adamın biri yeni satın aldığı arsada bir küp altın bulmuş. Arsayı satan adama:

“–Bu altınlar senin. Ben başkasının hakkını yiyemem. Al altınlarını.” diyorsa da arsayı satan adam:

“–Bu arsayı sana altında-üstünde, bildiğim-bilmediğim ne varsa hepsiyle beraber sattım. Bilseydim satmazdım. Fakat çoluk-çocuğuma bunu yediremem, helâl olmaz.” der.

Öteki de:

“–Ben bu arsayı satın aldım, çıkacak altını değil. Bunlar için benim şu kadar daha para vermem lâzım, onun için bu bana helâl olmaz.” der. Tartışma böyle devam eder.

Kadı Efendi ise soruşturmaları neticesinde dâvâlı ve dâvâcının birinin evlenme çağında olan kızı diğerinin de oğlu olduğunu öğrenir ve her iki tarafa:

“–Gelin bunları evlendirelim ve bu altınları da onlara çeyiz yapalım.” der.[1]

Filozoflar, bu dâvâda şahit oldukları halkın ahlâkî seviyesinin yanında, kadıdaki adâlet duygusuna da hayran kalırlar. Zira fırsatı ganimet bilip adamlara;

“–Öyleyse mal hazineye âittir, verin bakalım altınları.” diyecek diye bekliyorlardı.

ZARARIN KADIDAN TAZMİNİNE

Filozoflar bir başka yerde de şöyle bir dâvâya şahit olurlar:

Adamın biri, arası bozuk olan birisinden at satın alır. At, ortada bir sebep yokken ölür. Hâlbuki iki yaşında, genç ve sıhhatli bir attır. Adam, atı satın aldığı şahsın atı uzun vâdede zehirleyecek bir şeyler yedirdiğinden şüphelendiğini, atı baytara götürdüğünde, baytarın da aynı kanaati bildirdiğini söyler. Atın ağzından üç gün salya geldiğini, ata bizzat kendisinin baktığını, dolayısıyla kendisindeyken de zehirlenmiş olamayacağını bildirir.

Sözün burasında Kadı Efendi:

“–Peki, mâdem baytara sordun, niye o zaman bana gelmedin de çâresine bakmadık?” der. Şikâyetçi de:

“–Efendim! Falan günler, üç gün üst üste makâmınıza geldim. Fakat siz yoktunuz.” karşılığını verir.

Bunun üzerine Kadı:

“–Haklısın. O vakit memleketimdeydim. Çünkü anacığım vefât etmişti. O hâlde mesele anlaşılmıştır. Yaz kâtip! Vazife mahallinde bulunmadığı için zararın kadıdan tazmînine...”

Filozoflar adâletin bu muhteşem manzaraları karşısında hayretten hayrete düşerler. Daha pek çok müşâhedelerde bulunup bunları rapor hâline getirerek padişaha takdîm ettikten sonra Fatih’e, bu adâlet var oldukça mülkünün de pâyidâr olacağını söylerler.

Hakîkaten Osmanlı, adâleti başına tâc ettiği müddetçe pâyidâr olmuştur.

Dipnot:

[1] Bu hâdisenin bir benzeri, geçmiş ümmetlerde yaşanmış ve Rasûlullah Efendimiz tarafından anlatılmıştır. (Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Akdiye, 21; İbn-i Mâce, Lukata, 4)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları