"Bize Kur'ân Öğretecek Bir Heyet Gönderin!"
2014ʼün Kasım ayında İstanbulʼda ilki düzenlenen, "Latin Amerika Müslüman Dînî Liderler Zirvesi"nde nakledilen şu hâdiseler, hepimize mesʼûliyetimizin azametini bir kez daha hatırlatan birer ibret levhası mâhiyetindedir.
Orta Amerikaʼnın Haiti bölgesinde yaşayan İmam Hanif, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığıʼna gönderdiği bir mektupta diyor ki:
“Biz, ataları köleleştirilerek Afrika’dan buralara taşınan müslüman anne-babaların çocuklarıyız. Ecdâdımız Afrika’dan buralara köle olarak taşındı. Yıllarca, hattâ yüzyılı aşkın bir süre (150 sene) anne-babalarımız çocuklarını uyuturken onları şöyle tesellî ettiler:
«Yavrum korkma! Bir gün İstanbulʼdan müslümanlar gelecek ve bu köleliğe son verecek.»
Ancak çok bekledik, siz Osmanlıʼnın torunları bize gelmediniz. Biz burada garip ve yalnız kaldık. Şimdi nice nesiller kaybettikten sonra, biz ecdâdımızın dînini yeniden keşfettik, müslüman olduk ve Müslümanlığımızı yaşamaya başladık. Ama ne câmimiz var, ne mescidimiz! Ne kitabımız var, ne çocuklara Kurʼân öğretecek insanımız! Son kez size yazıyorum; lütfen bir heyet gönderin!..”
İmam Hanifʼin mektubunda da ifâde edildiği gibi, Batıʼnın sömürgeleştirme ve köleleştirme faaliyetleri neticesinde yurtlarından edilen müslümanlar, başka bölgelere taşınmadan önce, üç ay, elleri, ayakları bağlı olarak deniz sahillerindeki bâzı terminallerde bekletiliyorlardı.
İSLÂM ÂLİMLERİ GİZLİCE KÖLELERİN ARASINA GİRİYOR
Ne ibretlidir ki bâzı İslâm âlimleri de gizlice o kölelerin arasına girerek kendi kollarını ve ayaklarını bağlayıp kendilerine köle süsü verdiler. Tâ ki onlar da kölelerle birlikte gidecekleri yere varsınlar ve onlara dîn-i mübîn-i İslâmʼı kaybetmeden, İslâm kimliğiyle yaşamalarına yardımcı olsunlar…
Yine İslâm’ın tebliği hususunda Latin Amerika ülkelerinden Brezilya’da yaşanmış olan bir başka fedakârlık örneği, yine bu toplantıda şöyle nakledilmiştir:
1865 yılında İzmir ve Bursa adını taşıyan iki Osmanlı gemisi Basra Körfeziʼne doğru hareket eder. Afrika sahillerini, Cebeli Târık Boğazı’nı dolaşarak, uzun bir seyahat sonrasında Basra Körfezine varılması plânlanmıştır. Fakat 5 defa fırtınaya yakalanan bu gemiler, kendilerini Brezilyaʼnın Rio de Jenario sahillerinde bulurlar.
Başlarında Bağdatlı Abdurrahman Efendi isimli bir bahriye imamı vardır. Sarığı ve cübbesi ile gemiden indiğinde, daha önce Portekizʼin Brezilyaʼyı sömürgeleştirirken Afrikaʼdan götürdüğü müslüman köleler, Hoca Efendiʼyi görür görmez sevinçle selâm verirler.
İstanbulʼdan giden ve büyük bir âlim olan Bağdatlı Abdurrahman Efendi, Brezilyaʼda büyük bir müslüman kitlenin varlığını fark eder. Fakat İslâm kimliğini kaybetmek üzeredirler. Namazı, abdesti dahî neredeyse unutmuşlardır. Bunun üzerine komutandan izin alarak, burada kalmaya karar verir ve 6 yıl, oradaki insanlara dîn-i mübîn-i İslâmʼı anlatır.
İşte bu ve benzeri misaller, bugün bizlerin nasıl bir gayret-i dîniyye sahibi olmamız gerektiğini ve mes’ûliyetimizin büyüklüğünü hatırlatan müşahhas numûnelerdir.
KENDİ HÂLİMİZİ SIK SIK MUHÂSEBE ETMEK ZORUNDAYIZ
Bu hususta kendi hâlimizi sık sık muhâsebe etmek durumundayız. Düşünmeliyiz ki, başta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz olmak üzere, ashâb-ı kirâmın, Hak dostlarının ve gayret-i dîniyye sahibi bütün ehl-i îmânın, Allah için sergiledikleri fedakârlıklardan bizde ne kadar hisse var?
Müslümanların sevinciyle ne kadar mesrur, ıztıraplarıyla ne kadar mahzûnuz? Muzdarip din kardeşlerimiz için, elimizden, dilimizden ve gönlümüzden ne kadar fedakârlık hâlindeyiz? Din kardeşlerimizi kendimize tercih edebiliyor muyuz?
Bizler, Peygamber Efendimizʼin ümmetine göstermiş olduğu şefkat, merhamet ve bilhassa fedakârlığı hangi seviyede yaşayabiliyoruz? Hidâyet bekleyenlere, İslâmʼı hâlimizle ve kālimizle ne kadar tebliğ ve temsil edebilmenin gayreti içindeyiz?
Velhâsıl, hâl ve davranışlarımız itibâriyle, ne kadar Allah Rasûlüʼyle beraberiz? Ne kadar Oʼna yakın olma arzusundayız?..
Cenâb-ı Hak cümlemizi; Yüce Zâtʼına ve Sevgili Rasûlʼüne duyduğu îman muhabbetini samimî fedakârlıklarla ispat edebilen sâlih kulları arasına, lûtf u keremiyle kabul buyursun.
Âmîn!..
*Bu makalenin tamamını okumak için tıklayınız.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2015 – Ocak, Sayı: 347, Sayfa: 032.
YORUMLAR
Bence yeryuzunde konusulan tum diller tespit edilip Kuran-ı Kerimin meali o dillere cevrilmeli ve hazir bulundurulmali. Kuran-ı Kerimin gercek dili korunmali. Tum hadislerde o dillere cevrilmeli. Biz gidemiyorsak bile kitaplarimiz gitmeli..örnek icin o kadar uzaklara gitmeye gerek yok sovyet zulmunden kacan dedelerimiz musluman olarak gelmis kafkasyadan bizler osmanlida musluman olarak kalmisiz ama kafkasyada kalan abazalar cerkezler kaberteyler hristiyanlastirilmis. Dinlerini koruyabilen sadece cecenler kalmis ne yazikki hemde bunlar sinirlarimizda bize komsu devletler..