“Bize Kur’an Yeter” Diyenlere Cevap

Bize Kur’an yeter mi? Bugün “bize Kur’an yeter” diyenler Kur’an ile Peygamberimizin (sav.) arasını ayırmaya çalışarak ne büyük bir cürüm işlediklerini fark ediyorlar mı?

Amentü dinin temelidir; neye inanılması gerektiğini ifade eder. Bu kavramda yer alan umdeler Kur’an’da farklı şekillerde sıralanır. Bir ayetteki (Bakara, 177) sıralama “Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman” şeklindedir. Diğer bir ayette (Nisa, 136) ise sıralama “Allah’a, peygamberine (Hz. Muhammed’e), peygamberine indirdiği kitaba (Kur’an’a) ve önceden indirdiği kitap” şeklinde yapılmıştır. Bakara Suresi’nin 285. ayetinde ise iman umdeleri: “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti ve mü’minler de iman ettiler. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandılar da; ‘O’nun peygamberleri arasında hiçbir ayırım yapmayız’ dediler” şeklinde ifade edilmiştir.

Hadislerde de iman umdelerinin sıralaması benzer mahiyettedir. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde: “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, iyisi ve kötüsüyle kadere inanmandır.” (Müslim, Îmân, 1) buyurmuştur. Cibril hadisinde, “İman nedir?” sorusuna Peygamberimiz: “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” (Buhari, İman 37) şeklinde cevap vermiştir. Tirmizi’de geçen bir hadiste (Fiten 63) yine Peygamber Efendimiz: “Ben Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve âhiret gününe inandım” şeklinde bir sıralama ile amentünün muhtevasını ortaya koymuştur. O’nun yaptığı tasniflerde ilk iki sırayı Allah ve meleklerinin aldığı görülür.

Âlimlerimiz amentünün aslü’l-usûlünü yani özünü Allah’a iman olarak ifade etmiştir. Amentü Allah’a iman ile kaimdir. İkili bir tasnif yapılacaksa bu ilk umdeye Peygamberimize iman eklenir. Üçlü bir tasnif yapıldığında ise ahiret gününe iman eklenir. Aslında bu üç esasın birbirinden ayrı düşünülemeyeceği açıktır. Allah’a iman eden O’nun peygamberine de hesabına da inanır; akıl bunu gerektirir. Aklın gerektirdiği önemli bir nokta da şudur: İman umdeleri arasındaki sıralama fiiliyatta Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e imanı önceler. Müslümanlar olarak bizler evvela Peygamberimize iman etmişizdir. O’na iman etmeden ne bildirdiği Allah’ı bilebilir, ne O’na inen kitabı tanıyabilir, ne de diğer iman esaslarına inanabilirdik.

İman yolculuğu, önce bir insana inanmakla başlar. O insan, En Güzel İnsan Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’dir. Dinimizi ve neye inanmamız gerektiğini biz O’nunla bildik. Sözlerinin hangisi ayettir, hangisi kendi ifadesidir, ayırımı O’nun işaretiyle yaptık. Kur’an’ı bize O talim etti. Okudu, izah etti, hayatın ufku yaptı. Kur’an’ın nasıl anlaşılması gerektiğini bize O anlattı. Kur’an’ın nasıl yaşanması gerektiğini bizzat hayatıyla O gösterdi. O’nun dindeki belirleyiciliği o kadar açıktır ki itikadın temeli olan Allah’ımızı bile biz O’ndan öğrendik. O’nunla nasıl bir münasebet kurmamız gerektiğini, O’na nasıl bir kulluk yapacağımızı Peygamberimiz ve her ayetin beşerin zihnine ve hayatına işlendiği siyer olmasaydı nasıl bilecektik?

Şunu hiç unutmayalım; biz evvela bir insana inandık. O insanın iman edin diyerek telkin ve tebliğ ettikleriyle beraber kendi kendisine iman edişi, söylediklerini yaşayışı ve hayatının merkezine koyuşu bizi cezbetti, çünkü dini kıymetli kılan hayatı diriltişiydi. O’nun Rabbi ve indirdiği Kur’an ile münasebeti bize itikat hiyerarşisini öğretti. İlk iman eden ve edilen olarak önceliği Rabbine ve kelamına tahsis etti. Dinin sağlam temelinin ve iman hiyerarşisinin tesisi O’nun muhteşem ahlâkının bir tezahürüdür. Ne öncülük, ne merhamet ne de tevazu bu tesisin sıhhatine mâni olmamıştır. İmanın kapısı olduğu halde mü’minleri itikadın özü ile buluşturmayı başarmış, merhametini adaleti ile dengelemiş, mahviyet ve hayâsı dindeki asli temsilini gölgelememiştir.

Peygamber Efendimizin dindeki ve itikat hiyerarşisi içerisindeki yerini iyi tespit etmek zorundayız. O olmasaydı biz dinimizi öğrenemezdik. O’nun tatbikatı olmasa biz dinimizi yaşayamazdık. Din heyecanla yaşanır. Biz o heyecanı Peygamberimizden öğrendik. Sevginin, korkunun ve umudun nasıl terbiye edilmesi gerektiğini bize O’nun hayatı gösterdi. Bugün hangi durum ve şartta olursa olsun bir insanın İslam’ın diriltici çağrısı ile buluşması O’nun sünnetini yaşamakla mümkündür. Sünnet bu mânâda dinin olmazsa olmazıdır. Kur’an dinin en mühim rehberi, sünnet ise Kur’an’ın anahtarıdır. İnsanlığın kurtuluşu sünneti bir hayat tarzına dönüştürmeden gerçekleşmeyecek. O’nun siyeri ve ahlâkı olmadan ne muhabbet ne rahmet ne de merhamet asli anlamını bulmayacak. 

“BİZE KUR’AN YETER” DİYENLERE CEVAP

Bugün “bize Kur’an yeter” diyenler Kur’an ile Peygamberimizin arasını ayırmaya çalışarak ne büyük bir cürüm işlediklerini fark ediyorlar mı? Bunu hak namına yaptıklarını iddia ederek aslında kelimeleri yerlerinden eden İsrailoğullarından farkları yok. Hak bir sözle büyük bir bâtıla sebep oluyorlar. İlk vahiyden bu yana İslami hayatı ve nesilleri gergef gergef dokumuş sünnetin ve dolayısıyla Peygamber Efendimizin belirleyiciliğini yok saymak dinin temelini oymaktır. Sahabe efendilerimiz böyle bir tavrı şiddetle reddetmişler, Peygambersiz bir din tasavvuruna asla geçit vermemişlerdi. Selefin bu tavrı sonraki nesilleri de derinden etkilemiş, dini Peygamber Efendimizin getirdiği, anladığı, anlattığı ve yaşadığı şekilde benimsemek ehl-i sünnetin temel gayesi olmuştur.

Bugün Kur’an’ı öncelediğini iddia ederek hadis ve sünneti küçümseyen tipler aslında hadis ve sünnetle yoğurulmuş bir zihniyet dünyasının imkânlarını kullanıyorlar. “Ol mahiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler” fehvasınca sünnetin İslam toplumunun esas kuvveti olduğunu göremiyorlar. Sünnet, modern her türlü mazarrata alternatif bir hayat tarzıdır. Sünnet ve hadisin iklim olduğu bir zeminde “Kur’an bize yeter” diye rüzgâr estirmek sonu Kur’an’ı da sorgulamaya ve inkâra götürecek bir yıkıma sebep olmak demektir. Hadis ve sünnetin dindeki belirleyiciliğine yönelik saldırılar her şeyin kendisine inanmamızla başladığı insanın bir postacı mesabesine indirgenmesi demektir. Bu hain teşebbüs bir menzil sonra alaca bulaca, iki menzil sonra modern, üç menzil sonra kayıp nesiller çıkaracaktır.

Kelimeleri bağlamından koparıp “Kur’an bize yeter” diyenlere sözü de bağlamı da yerine oturtacak bir cümle ile cevap vermek isteriz. Bu cümle şudur: “Peygamber Efendimize indirilen Kur’an bize yeter.” Biz yola Peygamberimizle çıktık. O’nun Kur’an’ın bize intikalindeki rolü küçümsenecek, yok sayılacak, görmezden gelinecek bir rol değildir, zira bu bir zihni aktarım değildir. Kur’an Peygamberimizin kalbine indirilmiştir. Kalbe indirilen bir kelam bir mânâ aktarımından daha fazlasını talep eder. Daha fazlası, o insanın yürümesinden, konuşmasına, bakışından susmasına, tefekküründen tezekkürüne kadar her hareketinin Kur’an patentli olmasıdır. Peygamber Efendimizin hayatı bu mânâda Kur’an’ın fiili tefsiridir. Kur’an, o En Güzel İnsan’ın hayatı olmadan anlaşılmaz, anlaşılamaz. Siyeri ve hadisi ortadan kaldırmak aslında Kur’an’ın can damarlarını kesmek demektir.

Kur’an’ı önceleme derdinde olanların modernlikle başı beladaki insanlığa neyi teklif ettikleri muammadır. Ayetlerin bağlamlarından, maslahatından ya da gayesinden söz açanların Kur’an’da hedeflenen örnek insan tipine dair söyleyecek bir sözleri yoktur. “Kur’an bize yeter” diyenler modernlikle gözleri kamaşmış, iddiası kalmamış tiplerdir. Bu tiplerin bir iddiası varsa o da içinden çıktıkları dünyanın tahribine dairdir. Kur’an’la meşguliyetleri onları insanlığı yok oluşa götüren çürümüş bir zihniyetle mücadeleye sevk etmiyor, tam tersi onları zamanla Kur’an’la da bağlarını koparacak, kendi kendileri ile bir kavgaya sürüklüyor. Kur’an’ı getiren insanın önemini azaltmaya çalışmak, O’nu yok saymak ya da bir postacıya indirgemek Kur’an’a hizmet değil aksine ihanettir.

Bugün Kur’an’a rağbeti artırmanın, Kur’an’la ülfeti çoğaltmanın ve Kur’an’dan istifadeyi ziyade kılmanın yolu Peygamberimiz Efendimizin onunla kurmuş olduğu istisnai münasebeti idrakten geçmektedir. Bu idrakin salt zihni bir çabaya mütevakkıf olduğunu düşünmek, “Kur’an bize yeter” diyenlerin düştüğü vartaya düşmeye müncerdir. Kur’an’dan istifadenin yolu ve yöntemini bize Rasûlullah Efendimiz öğretmiştir. Kur’an O’nun kalbine indirilmiştir. Dolayısıyla Peygamber Efendimiz ile kalbi bir irtibat kurmadan, sevmeden, sevilmeden ve sevgiye erdirecek amelleri artırmadan olmaz.

Kur’an’dan nasibini artırmak isteyenler bu nasibin ilk indiği insanın hayat tarzının, ahlâkının ve hadislerinin belirleyiciliğinin hiç bitmediğini görsünler. Selefe Allah’ı ve Kur’an’ı tanımak nasıl bir insana inanmak şartı ile bağışlanmışsa bugün de Allah’ı ve Kur’an’ı diriltici bir çağrı olarak yüreğimizin ortaya yerine almak ve onunla insanlığa kurtuluş umudu olmak aynı şarta bağlıdır. Kur’an’la rüşde ermek isteyen, her ayetin tek tek gönlüne inmesini bekleyen O’nu bize getiren insana inansın, O’nun ahlâkıyla ahlâklansın ve O’nu her şeyden daha çok sevsin.

Bize Peygamber Efendimize indirilen Kur’an yeter. Peygamber Efendimiz diye başladığımız cümle bizi Kur’an’ın hakikatine götürecek, çünkü O’nun her hali, hareketi ve sözü Kur’an’ın hedeflediği ve insanlığın önüne ufuk olarak koyduğu bir hayatın tezahürüdür. Biz Peygamberimizle başlayan ve O’nunla yürüdüğümüz her işin bizi Kur’an’a taşıyacağını biliriz, Peygamberimizi yok sayarak başlayan cümlelerin bizi götüreceği yerden ve akıbetten ise Allah’a sığınırız.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 462

İslam ve İhsan

KUR’ÂN BİZE YETER Mİ?

Kur’ân Bize Yeter mi?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.