Bu Çağda Kadına Dediler Ki!
Bu çağda kadına dediler ki sen güçlüsün, özgürsün, tek çocuklu olmalısın, eşine cevap verirsen, ezilmezsin. Halbuki meşrû çizgileri aşmadan, kadın çeşitli hizmet sahalarında olabilir, annelik ve hanımlık vazifelerinin önceliklerini ihmal etmeden, hayallerini ve hizmetini gerçekleştirebilir.
Kadına dediler ki: “Eşine cevap verirsen, ezilmezsin. Hakkını savun, güçlü kadın ol!”
Anladım ki; güçlü kadın olmak, mutlu kadın olmakla aynı şey değilmiş. Öğrendim ki; konuşup güçlü kadın olmak değil, anlayıp, anlaşmakla yuva huzur bulurmuş. Kavga ve münakaşa esnasında söylediğin söz doğru olsa da, kendine kabul yeri bulamazmış. Oturup sâkince konuşulunca, bütün sıkıntılar çözüme kavuşabilirmiş.
KADIN EVİN MANEVİ DİREĞİ
Kadına dediler ki: “Çok fedâkâr olma. Sen yüklendikçe daha fazla yüklerler sırtına…”
Anladım ki; büyük sevgiler fedâkârlıkların hâsılâtıymış. Evlilik; fedâ ettikçe kendinden, âileni daha çok birbirine bağlamakmış. Öğrendim ki; sen ne kadar olursan fedâkâr, eşin de olur bir o kadar cefâkâr... Hayatın eziyetine katlanırken, fedâkârlık nisbetinde, eziyetler çekilirmiş.
Kadına dediler ki: “Kendi ayaklarının üzerinde dur, muhtaç olma kimseye!.”
Anladım ki; muhtaç olmamanın sadece Yüce Allâh’a mahsus olduğunu idrâk etmemekmiş, bu söz... Öğrendim ki; âilenin temelinde kadının erkeğe, erkeğin kadına muhtaç olma düsturu var. Allah yaratmış Âdem ile Havvâ’yı; çünkü ikisi de birbirinden âzâde yaşayamazmış bu hayatı... İhtiyaçlar olmazmış sadece maddî, kadın olur evin mânevî direği.
GÜZEL OLAN SAKLANMAYA DEĞER
Kadına dediler ki: “Sen özgürsün, güzelliğini herkes görsün.”
Anladım ki; kadın güzelliği nâmahreme ifşâdan kaçtıkça, daha da güzelleşir, rûhu zenginleşir, daha da zarifleşir. Öğrendim ki; inciler de çok güzeldir, bu yüzden kabuğun içine gizlenmiştir. Güzel olan saklanmaya değerse, İslâm, tesettürü bunun için farz kılmıştır. Güzele bir zarar dokunmasın diye, saklayarak onun iyiliğini murâd etmiştir.
ANNELİK, KADINA EN BÜYÜK ARMAĞAN
Kadına dediler ki: “Tek çocuk yeter, kendine hayatı zorlaştırma.”
Anladım ki; annelik, kadına en büyük armağan, en kıymetli ziynet… Yaşadım ki; anne olunca, “kadın olma” mefhumu tamamlanıyor, onu büyütürken çektiğin her zorluk; tekemmül (olgunlaşma) merhalelerinin basamakları oluyor. Anneliği idrâk ettikçe kadın, kendini tanıyor. Anne oldukça dünyaya geliş gâyesine daha fazla sarılıyor. Ve her zorlukta gönlüm bana bir şey fısıldıyor: “Hiçbir tekemmül (olgunlaşma) merhalesi yoktur ki, tekellüften (sorumluluk ve külfetten) vâreste olsun.”
DURUŞUNU KORU
Kadına dediler ki: “Kendinden tâviz verme. Gittiğin yerde duruşunu koru ki, seni değiştirmeye çalışmasınlar.”
Anladım ki; kadın, evlendiği âilenin meşrû geleneklerine uyum sağlamazsa; hem kendisi, hem de iki tarafın âilesi mutlu olamazmış. Kadının “kendi hayat tarzım!” diye vasıflandırdığı kuralları, erkek tarafı “dik başlılık” ve “inatçılık” olarak görebilirmiş. Öğrendim ki; kadın gittiği her iklime, âdeta baharı müjdeleyen bir cemredir. Farklı mevsimlerde çiçek açmayı, etrafına çiçek koklatmayı bilir, eğer isterse... Hiçbir sıkıntı kalmaz, kadın, kendisini eşinin bir parçası olarak hissederse…
ANNELİĞİ İHMAL ETMEDEN HİZMET EDEBİLİR
Kadına dediler ki: “Evini temiz tut, çocuğuna bak, yemeğini pişir, bu sana kâfi! Elinin hamuruyla, erkek işine de karışma!..”
Anladım ki; meşrû çizgileri aşmadan, kadın çeşitli hizmet sahalarında olabilir, annelik ve hanımlık vazifelerinin önceliklerini ihmal etmeden, hayallerini ve hizmetini gerçekleştirebilir. Diyorum ki; ulvî gâyeye giden yolda, baş sancağı taşıyan annelerimiz, gönül tabiplerimiz; kadının elinin değdiği işte bereket olur, o işten muhabbet hâsıl olur. Erkeğin işi erkeğe ama, kadının da yapabileceği pek çok iş vardır. Şimdi ümitsizliğe düşmeden bakışlarını hedefine rabtet, zira oraya birlikte varacağız!
Kaynak: Büşra Küçüksucu, Şebnem Dergisi, 152. Sayı