Bu Günahın Hesabını Veremezsiniz
Hesap günü geldiği vakit kimsenin kimse üzerinde kul hakkı kalmayacak ve bu hak Allah'a değil kula verilecek. İşte bu yüzden dünyada iken dikkat etmemiz gereken ve en tehlikeli günahlardan biri olan "kul hakkına" oldukça dikkat etmeli ve riayet etmeliyiz. İslam'ın kul hakkına verdiği önem, Ashab ve Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) kul hakkına gösterdiği hassasiyet bizlere örnek olmalıdır.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:
“Allah Teâlâ, şehîdin bütün günahlarını affeder, ancak kul hakkı müstesnâ!” (Müslim, İmâre, 119)
Cenâb-ı Hak, insanları mükerrem olarak ve en güzel şekilde yarattığını ifâde buyurmuştur.[1] Onlara sayıya gelmeyecek derecede bol nîmetler ve bir kısım haklar lûtfetmiştir. Bu hakların muhâfazası için de hayatın akışını tanzim eden bâzı kânun ve kâideler koymuştur.
Müslüman bir genç, Cenâb-ı Hakk’a âit bir hakkı çiğnemenin, büyük bir günah olduğunu asla hatırından çıkarmamalıdır. Fakat burada esas unutulmaması lâzım gelen husus şudur: Yüce Rabbimiz kendisine karşı işlenen hatâ ve günahları affettiği hâlde, kul hakkını bunun dışında tutmuştur. Onu affetmeyi, haksızlığa uğrayan kişinin irâdesine bırakmıştır. Dolayısıyla, herhangi bir kul hakkı sebebiyle tevbe edecek olan kişinin, evvelâ hakkını yediği kimseden helâllik alması şarttır.
Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Yalan yemin ile bir müslümanın hakkını alan kimseye Allah -celle celâlühû- cenneti haram eder ve cehennemi farz kılar.” buyurmuştu.
“–Az bir şey olsa da mı yâ Rasûlâllah?” diye sordular. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Misvak ağacından bir dal bile olsa!” buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı. (Müslim, Îmân, 218; Muvatta’, Akdiye, 11)
Yine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashâbına:
“–Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuştu. Onlar:
“–Bize göre iflâs eden kimse, parasını ve malını kaybedendir.” dediler. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“–Ümmetimden asıl iflâs eden şu kişidir: O, kıyâmet günü namaz, oruç ve zekât sevâbıyla gelir. Fakat şuna sövdüğü, buna iftirâda bulunduğu, şunun malını yediği, bunun kanını döktüğü ve şunu dövdüğü için iyiliklerinin sevâbı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilir ve neticede cehenneme atılır.” (Müslim, Birr, 59; Tirmizî, Kıyâmet, 2; Ahmed, II, 303, 324, 372)
Kul hakkı yemenin en dehşetli şekli fâiz alıp vermektir. Cenâb-ı Hak, bu şekilde haksızlık yapanlara elim bir azap hazırlamıştır.[2] Fâiz yiyene, yedirene, bunlar arasındaki sözleşmeyi yazana ve şâhitlik yapana Allah Teâlâ lânet eder.[3]
Buna ilâveten, birinin malını çalmak veya izinsiz olarak almak, şeref ve haysiyetini lekelemek, insanları şakayla da olsa üzmek veya korkutmak, aldatmak, emânete hıyânet etmek, rüşvet alıp vermek, borcunu geciktirmek veya ödememek gibi hususlar, hep kul hakkının ihlâlidir.
HZ. ÖMER'DEN (RA) BİR ANEKTOT
Ömer bin Hattâb -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“Hayber Gazvesi günü idi. Efendimiz’in ashâbından bir grup gelip:
«–Falanca şehîd, falanca da şehîd!» dediler. Sonra bir adamın yanından geçerken:
«–Falanca kimse de şehîd olmuş!» dediler. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–Hayır! Ben onu, ganimet mallarından haksız yere aldığı bir hırka içinde cehennemde gördüm.» buyurdu.” (Müslim, Îmân, 182)
Buna göre, en yüce makamlardan biri olan şehîdlik bile, kişinin birçok günahına keffâret olduğu hâlde, kamu malına hıyânet ve kul hakkının günahını ortadan kaldırmamaktadır.
PEYGAMBER EFENDİMİZ KUL HAKKI İÇİN SESLENİYOR
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz vefâtından önce ashâbına yaptığı son nasihatlerinde kul haklarına dâir şöyle buyurmuştur:
“Nihâyet ben de bir insanım! Aranızdan bâzı kimselerin hakları bana geçmiş olabilir! Kimin malından bilmeyerek bir şey almışsam, işte malım gelsin alsın!
İyi biliniz ki; benim katımda sizin en sevgili olanınız, varsa hakkını benden alan veya helâl eden kişidir. Zira bu sâyede helâlleşmiş olarak, gönül hoşluğu ile Rabbime kavuşacağım!
Hiç kimse; «Rasûlullâh’ın kin ve düşmanlık beslemesinden korkarım!» diyemez! İyi biliniz ki; kin ve düşmanlık beslemek, asla benim huyum değildir!”
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- öğle namazını kıldıktan sonra dönüp minbere oturdu ve bu sözlerini tekrar etti. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp:
“–Bir kişi Sizʼden bir şeyler istemişti de ona üç dirhem vermemi emretmiştiniz, ben de vermiştim.” dedi.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hemen onun hakkını ödedi. (İbn-i Sa’d, II, 255; Taberî, Târih, III, 190)
Daha sonra şu niyazda bulundu:
“Allâh’ım! Ben hangi mü’mine ağır bir söz söylemişsem, o sözümü kıyâmet gününde kendisi için, Sana yakınlık vesîlesi kıl!” (Buhârî, Deavât, 34)
Sahâbeden Cerîr bin Abdullah -radıyallâhu anh- bir at satın almak istemişti. Beğendiği bir at için satıcı beş yüz dirhem fiyat teklif etti. Cerîr -radıyallâhu anh- bu ata altı yüz dirhem verebileceğini, hattâ sekiz yüz dirheme kadar fiyatı yükseltebileceğini ifâde etti. Çünkü atın değeri yüksek olup, satıcı bunun farkında değildi. Kendisine:
“–Atı, beş yüz dirheme alabilecekken niçin sekiz yüz dirhem verdin?” diye soruldu.
Cerîr -radıyallâhu anh- şu muhteşem cevabı verdi:
“–Biz alışverişte hile yapmayacağımız hususunda Allâh’ın Rasûlü’ne söz verdik.”[4]
İşte İslâm ahlâkının ticârî hayata akseden “kul hakkı” hassâsiyeti… Hak-hukuk düşünmeden; “Müşteriden ne koparabilirsem kârdır.” düşüncesi, bir müslümana yakışmaz.
KÂNÛNÎ SULTAN SÜLEYMAN HÂN’IN KUL HAKKI KORKUSU
Kânûnî Sultan Süleyman Hân, kul hakkından çok korkardı. Süleymaniye Câmii ve Külliyesi tamamlanınca, mîmarından işçisine kadar herkesi topladı ve dedi ki:
“‒Ey din kardeşlerim, bu câmi-i şerîf Allâh’ın izniyle tamamlandı. Hatâ ile ücretini alamayan varsa, gelsin ücretini alsın! Olabilir ki, o kimse burada değildir. Bulunanlara ricâm ola; onlara bildireler! Onlar da gelip bizden haklarını alalar!”
Vesîkaların tedkîkinden anlaşıldığına göre; inşaatın en zor zamanlarında hayvanlar için dahî bir program yapılmış; çalıştırılan at, merkep ve katırların dinlenme ve çayırda otlama saatlerine dikkat edilmiş, hiçbir mahlûkâtın hakkına tecâvüz edilmemesine gayret gösterilmiştir. Kânûnî’nin bu titizliği, belki de Süleymâniye Câmii’nin esrarlı ve kâ’bına varılmaz rûhâniyetinin temel sebeplerinden biridir.
Hâsılı müslüman bir genç, hesap gününü düşünerek kul hakkına riâyet etmelidir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ne güzel buyurmuştur:
“Hakîkî müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir...” (Buhârî, Îmân, 4-5)
Kıyâmet günü, boynuzsuz koyun bile, kendisine zarar veren boynuzlu koyundan hakkını alacak ve kimsenin kimsede hakkı kalmayacaktır.[5] O hâlde insan, bilerek veya bilmeyerek bir kul hakkına girmişse, vakit geçirmeden ve ne pahasına olursa olsun aldığını geri verip helâlleşmelidir. Sonra da tevbeye sarılmalıdır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları
[1] Bkz. el-İsrâ, 70; et-Tîn, 4.
[2] Bkz. en-Nisâ, 161.
[3] Bkz. Ebû Dâvûd, Büyûʻ, 4/3333; Tirmizî, Büyûʻ, 2; Ahmed, I, 393.
[4] İbn-i Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1389, IX, s. 454 vd.
[5] Bkz. Müslim, Birr, 60; Tirmizî, Kıyâmet, 2; Ahmed, II, 235, 323, 372, 411.