Bu 'itaat' Zaruri!

“İslâm”, “selâm, barış ve teslim olmak” mânâsına geldiği gibi; “din” kelimesinin bir mânâsı da “itaat etmek, boyun eğmek”tir. Bu bakımdan İslâm Dîni, kendisine tâbî olanlardan hem bedenî/şeklî, hem de rûhî/mânevî bir kabullenme beklemekte; îmanın kalbe yerleşmesini, kulun bütün varlığıyla Allâh’ın emir ve yasaklarına teslimiyetini hedeflemektedir.

Hucurât Sûresi’nde Bedevîlerin, kalbe henüz nüfuz etmemiş îman sebebiyle, mü’min değil, Müslüman olduklarını söylemeleri istenmiştir. (Bkz: el-Hucurât, 14) O hâlde lafızda kalan, şeklî bir teslimiyetin ötesinde; gerçek mü’minin îmanı bütün hücrelerinde hissetmesi, Allâh’ın âyetlerini duyup müşâhede ettiğinde, derisinin ürpermesi, Kur’ân okuduğunda veya dinlediğinde îmanının artması gerekir. (Bkz: el-Enfâl, 2)

Bütün bunlar, îman ve İslâm’ın “göstermelik” olmaktan çıkarak, bütünüyle kabullenilmiş ve kalbe nüfuz etmiş olmasını gerektirir. İşte dinimizin istediği “itaat ve teslimiyeti” bu şekilde anlamamız gerekir. Peki, bu şekildeki bir itaatın çerçevesi nedir? Mü’min, kimlere ve ne nisbette boyun eğmeli, kimlere ve ne nisbette karşı durmalıdır?

MUTLAK İTAAT ALLAH'ADIR

Kur’ân-ı Kerîm’e göre, canlı cansız bütün âlemler, Allâh’a itaat etmektedir. Gökler, Güneş, Ay, yıldızlar, ağaçlar, taşlar, gölgeler hep Allâh’a secde ve kullukla meşguldür. Bu varlıklar, içinde insan, “akıl ve irade sahibi” olmakla, Allâh’ı inkâr etmeyi seçse de, onun vücudu tepeden tırnağa, Allâh’ın kudret elinde yoğrulmakta ve Allâh’a itaat etmeye devam etmektedir. Hangi Allâh’a isyan etmiş insan; kalbini, canını, vücudunun bütün organlarını, Allâh’ın buyruğundan kopartıp kendisine bağlayabilir ki?! Dili, inkâr etmeye, isyan etmeye devam etse de, bütün vücudu, Allâh’ın koymuş olduğu esaslara ölesiye bağlıdır. Sünnetullah’tan bir an olsun ayrılmaz.

Allah, bu zarûrî itaatin, kul tarafından şuurlu bir şekilde yapılmasını ister. Rabbimiz diler ki, insan ölmeden önce, zaten bütün organlarıyla itaat ederken, bir de kendisi isteyerek, ne yaptığını bilerek Allâh’ı tanısın, O’na îman ve itaat etsin. Yoksa insanın doğumu ve ölümü, başına gelenler ve gelecekler hep Allâh’ın ilmi, takdiri ve yaratması iledir.

İnsanı, bu şekilde kuşatan, onu yoktan var eden, hayatta kalması için gerekli olan bütün şartları temin eden, kendisine dünyayı musahhar kılan, yüceler yücesi bir Yaratıcı; elbette tam bir teslimiyet ve itaati hak etmektedir. Bu teslimiyet ve itaati göstermemek, O’nun için bir kayıp ve eksiklik değil; nankörlük gösteren insan için felâkettir, hüsrandır. Zira O, Rabbü’l-Âlemîn’dir. Herşeyi merhametiyle lutfeden “el-Vehhâb” ve “er-Rahman”; her şeyden müstağnî olan “el-Ğaniyy” ve “es-Samed”dir. İnsanın, O’nda var olmayan bir şeyi O’na ikram etmesi mümkün değildir. Mülkün tek sahibi, O’dur.

O’na olan kulluğumuz da, iki cihan saadet ve huzurumuz, yani yine kendimiz içindir. Çevremizde her gün, her an görürüz ki, Allâh’a isyan edenler, O’nun koyduğu sınırları keyfî bir şekilde çiğneyenler, önce kendilerine, sonra çevrelerine ve dünyaya zarar vermektedirler. Rabbimiz, lutfuyla, bizi, bizden korumak için, hayırlı ve güzel şeyleri emretmiş; kötü ve çirkin şeylerden nehy etmiştir. O halde böyle mükrim, böyle lütufkâr bir Rabbe isyan etmek için; insanın gözünün kör, kalbinin taş kesilmiş olması gerekir.

Kaynak: Melike Şahin, Şebnem Dergisi, 133. Sayı, Mart 2016

 

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.