Bu Ramazan Yetimlerden Ne Haber?
Toplumdaki zayıf ve muhtaç insanlara yakın olan ve samîmî bir şekilde ihtiyaçlarıyla ilgilenen kimseler, Cenâb-ı Hakk’ın râzı olduğu kulluk kıvâmına ererek iki cihan saâdetini elde ederler. Toplumdaki kanadı kırıkların en fazla mahzun ve mağmûm olanları ise dul hanımlar ve yetim çocuklardır. Onlar hâlet-i rûhiye olarak derin bir ıztırap, hasret ve sıkıntı içindedirler. Onların maddî-mânevî yaralarının sarılması ve tesellî edilmeleri, ümmetin üzerine bir borçtur.
Âyet-i kerimede buyrulur: “Onlar kendi canları çektiği, kendileri de muhtaç oldukları hâlde yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler: «Biz sizi sâdece Allâh rızâsı için yediriyoruz, sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkarız.» (derler). ‹İşte bu yüzden Allâh, onları o günün fenâlığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.” (el-İnsân, 8-11)
Bir başka âyeti kerimede ise “Birr, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl birr (sâhipleri), Allâh’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- (Allâh’ın rızâsını gözeterek) akrabâsına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazlarında devamlı ve dikkatli olan, zekâtını veren, verdiği sözü tutan, felâket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerddir. İşte sadâkat gösterenler, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır.” buyrulmuştur. (el-Bakara, 177)
Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Müslümanların evleri içinde en hayırlı ev; içerisinde yetime iyi muâmele edilen evdir. Müslümanlar içinde en kötü ev de yetime kötü muâmele edilen evdir.” (İbn-i Mâce, Edeb, 6)
“Bir kimse, müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemmediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr, 14/1917)
“Bir kimse sırf Allah rızâsı için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap yazılır...” (Ahmmed, V, 250)
“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha yakınım. Bir kimse ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınllarına âittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana âittir; yetimlere bakmak da benim vazifemdir.” (Müslim, Cuma, 43; İbn-i Mâce, Mukaddime, 7)
Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatır: “Vefâtı esnâsında Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanınddaydık. Bize üç defâ: «–Namaz husûsunda Allah’tan korkun!» dedi. Sonra da şöyle buyurdu:
«–Emriniz altındaki insanlar hakkında Allah’tan korkun, iki zayıf hakkında Allah’tan korkun: Dul kadın ve yetim çocuk. Namaz husûsunda Allah’tan korkun!» Sonra; «Namaz, namaz.» diye tekrar etmeye başladı. (Mübârek lisanları söyleyemez olunca bile) rûh-i mübârekleri çıkıncaya kadar bunu içten içe tekrar edip durdular.” (Beyhakî, Şuab, VII, 477)
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’dan şöyle nakledilir: “Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bir gece bir miktar arpa karşılığında bir hurmalığı suladı. Sabah olunca, ücreti olan arpayı alarak evine geldi. Getirdiği arpanın üçte birini öğütüp «Hazîra» denilen bir yemek yaptılar. Yemek pişince bir yoksul geldi ve yemek istedi. Onlar da pişen yemeği olduğu gibi yoksula verdiler. Sonra ikinci üçte birini öğütüp yemek yaptılar. Yemek pişince bu sefer bir yetim gelip bir şeyler istedi. Bu yemeği de o yetime verdiler ve kalan son üçte biri öğütüp ondan tekrar yemek yaptılar. Yemek piştiğinde müşriklerden bir esir geldi ve bir şeyler istedi. Son yemeklerini de ona verdiler ve o günü aç olarak geçirdiler.”
Diğer bir rivâyete göre, üç gün üst üste iftarlıklarını fakire, yetime ve esire vererek su ile iftar ettiler. İşte bunun üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:
“Onlar kendileri de muhtaç oldukları hâlde yiyeceklerini, sırf Allâh’ın rızâsına nâil olabilmek için fakire, yetime ve esire ikrâm ederler ve; «Biz size bunu sırf Allah rızâsı için ikrâm ediyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkuyyoruz. » (derler). Allah da onları o günün felâketinden muhâfaza eder, yüzlerine nur, gönüllerine sürur bahşeder.” (el-İnsân, 8-11) (Vâhidî, s. 470; Zemahşerî, VI, 191-192; Râzî, XXX, 244)
Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hakk’ın medhettiği kulların, infakta bulunurlarken;
“…Biz size bunu sırf Allah rızâsı için ikrâm ediyoruz…” dedikleri beyân edilmektedir. Fakat o cömert kullar, bunu açıkça muhtaçların yüzüne karşı değil, içlerinden ve hâl lisanlarıyla söylerler. Bu nükteye işâret etmek için, âyet-i kerîmedeki “derler” tâbiri açıkça söylenmeyip, dolaylı ve gizli olarak ifâde edilmiştir.
KAYNAKÇA:
Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet’ten Günümüze Faziletler Medeniyeti - 2, Erkam Yayınları
Osman Nûri Topbaş, Emsâlsiz Örnek Şahsiyet, Erkam Yayınları
YORUMLAR