Bu Virüs Bize Neyi Hatırlatmalı?
Tarihte bazı kavimlerin helak olmalarının sebepleri nelerdir? Helak olan bu kavimlerin ortak özelliği neydi? Allah'ın (c.c) azabını ne çekiyor? Günümüzde başımıza gelen felaketlerin sebebi nedir? İnsanlık nasıl bir ruhiyet içinde? Bugün dünyayı esir eden bu virüs bize neyi hatırlatmalı? Almamız gereken ibretler neler? Nasıl tefekkür etmeliyiz? Peygamberimiz (s.a.v) ümmetini neye benzetiyor? Peki insanlık nasıl felaha ulaşacak, Allah'ın (c.c) rahmetini çeken ameller nelerdir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi anlatıyor...
Cenâb-ı Hak, kahrolan, azap kamçısı inen kavimlerin burada bir kısmını bahsediyor. Niye bunlara azap kamçısı indi? Bugün de bu kavimlerden insanlar var mı günümüzde? Bunların, torunlarının torunlarının torunları var mı?..
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Görmedin mi (diyor, yani o kadar yoğunlaş!) Rabbin ne yaptı Âd Kavmi’ne? Direkler (üzerinde yüksek binaları) olan, ülkelerde (taşları oydular, kayalar içinde evler yaptılar. O istîdâdı Cenâb-ı Hak verdi.) benzeri yaratılmamış İrem Şehri’ne (İrem Bağları meşhur, emsâli olmayan), o vâdide kayaları yontan Semud Kavmi’ne.” (el-Fecr, 6-9)
Sonra Firavun’a geliyor.
“Kazıklar (evtâd/çadırlar)…” (Bkz. el-Fecr, 10) Firavun ki o da bir zulmün, bugünkü zulme benzer zulmü vardı.
“Hepsi onlar azgınlık ettiler.” (Bkz. el-Fecr, 11) buyuruyor.
“Onlar fesâdı çoğalttılar. Bu yüzden Rabbin onların üzerine bir azap kamçısı indirdi.” (el-Fecr, 12-13) buyuruyor.
Cenâb-ı Hak âyete “Görmedin mi?” diye başlıyor. Bu helâke dûçâr olan kavimlerin manzarası bildiriliyor. Onlar ne yaptılar da helâke müstahak oldular? Âd, Semud Kavmi ne yaptı, Cenâb-ı Hak onlara azap kamçısı indirdi?
Varlıkta şımardılar. Zâlim oldular. Kendi altlarındakileri ezdiler. İnsanları köle yaptılar. “…Bizden güçlü kim var?..” (Fussilet, 15) dediler.
Cenâb-ı Hak onları rüzgâr ve sesle helâk etti.
Firavun, tanrılık iddiasına kadar gitti. Ahmaklaştı. O da Kızıldeniz’de, “tanrıyım” derken boğuldu gitti. Fakat “Ben Mûsâ’nın Tanrı’sına ben de îmân ettim.” dedi ama her şey bitmiş oldu.
Lût Kavmi, ahlâkta hayvanlardan daha öteye geçti. Ahlâksızlık denâetine düştü. Peygamberlerine;
“–Biz bu kadar kalabalığız, senin mi dediğin doğru, bizim hâlimiz mi doğru? Sen temizsen buradan çık git!” dediler.
O kadar peygamberi sıkıştırdılar ki Lût -aleyhisselâm-:
“–Bir rüşd sahibi, akıl sahibi insan yok mu lâftan anlayacak?” dedi.
Demek ki bu kadar onları sapıklık, onları ahmaklaştırdı. Bugün hepsi var bunların, oraya geleceğiz.
Şuayb -aleyhisselâm- da ticârî… Onun kavmi ticarette sahtekârlık başladı. Gabn-i fâhiş başladı. Fâiz her türlüsüyle başladı. Velhâsıl onlara da yukarıdan pişmiş tuğlalar indi.
Bugün baktığımız zaman;
Ahlâksızlık, Allâh’ın haram kıldığı bir ticâret, âile hayatında yaşanan çöküntüler ve câhiliye devrini hatırlatan günümüzden vâkıalar… Fâiz, rüşvet, hırsızlık, iffetsizlik, âilelerdeki çöküntüler…
Bugün maalesef, bazı televizyonların, internetlerin, bazı yanlış programları, internetin kirli sokakları, modanın yalancı rüzgârları, insanı modern bir cahiliyeye doğru sürüklüyor gidiyor. Seküler bir dünya var. Ağrı Dağı’nın altındaki köye bile aynı telkinler gidiyor.
Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:
“Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendini bozup değiştirmedikçe değişmez.” (er-Ra‘d, 11)
Demek ki kavim değiştiği zaman -günümüze dikkat edelim- kavmin istikâmeti değiştiği zaman, Allah da onların durumunu değiştiriyor. İnsanların başına gelen hâdiselerde Cenâb-ı Hakk’ın cezâ, îkaz ve imtihan gâyesi bulunduğu hakîkatini ifade sadedinde Cenâb-ı Hak Rûm Sûresi’nin 41. âyetinde:
“İnsanların bizzat kendi işlediklerinden, karada ve denizde fesat zuhur etti...”
Karadakini görüyoruz. Denizdekini görüyoruz, tsunamiler vs.
Karadakini görüyoruz, depremler vs.
“…Düzen bozuldu ki Allah, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki (tuttukları bu kötü yoldan) dönerler.” (er-Rûm, 41)
İstiğfar ederler, tevbe ederler vs…
Cenâb-ı Hak bazı şeyleri periyodik şeye bağlıyor. Meselâ Güneş’in doğup batması. Güneş’le Ay’ın, ikisinin, iki tane takvimin bir saniye takdim-tehir yapmadan devam etmesi.
Havanın 21 oksijen, 77 azotunun hiç değişmemesi. Bir değişse zaten her şey helâk olur gider.
Onun yanında bazı şeyleri periyoda bağlamadı Cenâb-ı Hak. Bunlar, îkâz-ı ilâhî.
Güzel yağmur veriyor Cenâb-ı Hak, “bir rahmet yağdı” diyoruz. Orada Cenâb-ı Hakk’ın bir rahmetini düşüneceğiz. Nasıl bir inbat, nasıl bir kâinat, o bütün toprak diriliyor, bütün mahlûkâta mutfak kuruluyor o toprakla. Hepsinin bir sofrası ayrı, bütün mahlûkâtın. Her mevsim ayrı ayrı, orada yaşayan coğrafyadaki insanların gıda ihtiyacına göre Cenâb-ı Hak gıda veriyor.
Fakat bazen insanların azgınlığı; sel felâketi veriyor. O yağmur sele dönüyor. An geliyor o yağmur kaldırılıyor, kuraklığa dönüyor. Veyahut… Yani insan bir semâya baktığı zaman görecek; havada bir Akdeniz geziyor, dolaşıyor Akdeniz havada. Cenâb-ı Hak şarta göre ya indirmiyor, kuraklık oluyor veyahut da indiriyor onu sel oluyor. Veyahut da tatlı tatlı iniyor, büyük bir nîmet oluyor.
Yine, bakıyoruz; tsunamiler oluyor. Büyük bir dalga, yüz metre boyunda dalgalar… İlâhî azameti, bir Mahşer’i hatırlatıyor.
Depremler, nasıl o katmanlar patlatılıyor, Dünya’nın içindeki o mağma, ateş okyanusu bir şöyle geriliyor. İnsanlar kaçacak yer arıyorlar, evlerine giremiyorlar. “Kabire nasıl gireceksin?!.” O uzak geliyor, nefis onu uzak gösteriyor.
En sonu virüs… Zaman zaman Cenâb-ı Hak, ufacık, yok kadar hayvanlarla tehdit ediyor. İnsan kendine gelecek.
Bir ara AIDS mikrobu çıktı, 32 milyon insan öldü. Böyle bir şey yoktu, Cenâb-ı Hak gönderdi. Bugün başka bir mikrop çıktı, başka virüs çıktı. Bununla Dünya birbirine girdi. Ekonomi çöktü. Uçak şirketleri iflâs hâline geldi. Şehirlerde korkudan, bazı şehirlerde gafleten, yağmalar yapıldı; “Aman gıdasız kalmayalım!” diye…
Allah seni yaratırken yetecek kadar sana gıda veriyor. Velhâsıl nasıl bir panik var dünyada bugün!.. Peki kime dayanacağız, kime ilticâ edeceğiz? “Aman yâ Rabbi!” diyeceğiz. Yani o gıda ile, yağma yapmakla kendini kurtaracak mısın? Sana gelmez mi o virüs?
Velhâsıl, demek ki insan, müslüman, her hâdiseden ibret alacak. İlâhî -bunlar- azamet tecellîleri, ilâhî kudret akışları, kâinattaki ilâhî, kulun tefekkür edeceği mühim hususlar.
Demek ki burada âhireti düşüneceksin. Nasıl zerrelerin hesabını vereceğiz? Var mı kaçacak bir yer?! Ölümden kaçacak var mı, kurtulan var mı ölümden?
يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ
“İnsan, kaçacak yer var mı der.” (Bkz. el-Kıyâme, 10) Öbür tarafta, o şaşkınlık içinde.
Velhâsıl bu hâdiseler, tefekküre davet etmesi lâzım. “Aman yâ Rabbi!” demesi lâzım. Seherlerde istiğfârımızın artması lâzım. Cenâb-ı Hakk’a kul olmayı, bir kul olarak geldiğimizi, bir kulluk tahsilinde olduğumuzun idrâki içinde olmamız lâzım.
Evlâtlarımızı, yavrularımızı, bir Allâh’ın emâneti, o şekilde yetiştirmemiz lâzım.
Cenâb-ı Hak, Meryem Vâlidemiz’in annesi Hunne’yi bildiriyor. Nasıl bir, Meryem’e hamileyken nasıl o Meryem’in derdinde? “Ben bunu nasıl yetiştiririm, Allâh’a güzel bir kul olarak?..”
Eskiden bir nakarat vardı, ufak çocukken, sanki o kabirdeki ilk soruları hatırlatırdı:
“Rabbim Allah, peygamberim Muhammed Mustafa vs…” diyerek o nakarat hâlinde yavrulara onlar ezberletilirdi. Hayat boyu unutmasın onu. Bugün geçti!.. Bugün ne oluyor? Cep telefonları vs. onların robotu hâline geliyor.
Anneler-babalar güçsüz oldu. Bu çok kötü bu. Anne-baba, evlâdının derdinde olacak. Dünyada onun hasta olmasından endişe ediyor. Aç kalmasından endişe ediyor. Fakat âhireti nasıl olacak?
Ahmed ibn-i Hanbel, diyor ki:
“Beni annem diyor, on yaşında beni hâfız etti diyor. Sabah namazında diyor, Bağdat çok soğuk olurdu, bana su ısıtırdı, sıcak suyla abdest aldırırdı. Sonra kendisi tesettüre bürünür, beni tâ camiye gidene kadar beni gözlerdi.”
Velhâsıl anne-babanın derdi, evlâdı olmalı. Kendi derdi olmalı, evlâdının derdi olmalı;
“اِيَّاكَ نَعْبُدُ” (“Ancak Sana kulluk ederiz…” [el-Fâtiha, 5])
Toplumun derdi olmalı.
Tabi bu gelen musibetlere karşı tedbir de şart.
Rasûlullah Efendimiz:
Ennezafetü minel iman
اَلنَّظَافَةُ مِنَ الْأِيمَانِ
(“Temizlik îmandandır.” [Aliyyülkârî, el-Masnû’, 1/78; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 291, 1/341]) buyuruyor.
Îman, çok mühim. Demek ki bir mü’minin zâhiri, bâtını, hem zâhiri hem bâtını tertemiz olacak.
Yeryüzünde Allâh’ın şâhidi olacak. Cenâb-ı Hakk’ın dînini temsil edecek. Kul daima Cenâb-ı Hakk’a ilticâ hâlinde olacak. Şımaran, tanrılık iddiasına giren Firavun’u, Kızıldeniz’de Cenâb-ı Hak helâk etti.
Nemrud’u bir topal sinekle Cenâb-ı Hak helâk etti.
Kibirli Ebrehe ordusunu Ebâbil kuşlarının attığı ufacık taşlarla helâk etti.
1912’de Titanic diye bir gemi yapıldı. Yapıldığı zaman, bu gemiyi Allah bile batıramaz denildi; gâfiller, ateistler (tarafından)! Gemi, ilk seferinde bir buz dağına çarptı, denizin dibine gömüldü.
1986’da “meydan okuyan” adlı bir uzay mekiği yapıldı. Daha fırlatıldıktan birkaç şey sonra infilâk etti. “Meydan okuyan”dı ismi.
Velhâsıl Rasûlullah Efendimiz buyuruyor:
“Ümmetim bir yağmura benzer. Önü mü, sonu mu hayırlıdır, bilinmez.” (Tirmizî, Edeb, 81)
Nasıl ashâb-ı kirâm, Efendimiz’in mûtenâ talebesiydi; demek ki bu mûtenâ talebeler kıyamete kadar gelecek. Yani “Önü mü, sonu mu hayırlıdır, bilinmez.” buyuruyor. (Tirmizî, Edeb, 81)
“Ben onları havz kenarında bekleyeceğim.” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Tahâret 39, Fedâil 26)
Bu ikazlar, irşadlar vs. Kur’ân-ı Kerîm’le irşad, Peygamberimiz’le irşad, kâinatla irşad, olan vâkıalar/hâdiselerle irşad… Kul, mükemmel bir insan olacak.
“وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ : “Allah anıldığı zaman kalbi titreyecek.”
“Allâh’ın âyetleri okunduğu zaman îmanı artacak.”
“Değişen şartlarda tevekkül ve teslîmiyet içinde olacak.”
“Namaza ehemmiyet verecek, namaz ikāme edilecek.”
“Allâh’ın verdiği nîmetler de Allah yolunda harcanacak.” (Bkz. el-Enfâl, 2-3)
Yine Efendimiz buyuruyor:
“İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olurlarsa olsunlar, onlar Allâh’a karşı takvâ sahibi olanlardır.” (Ahmed, V, 235; Heysemî, IX, 22)
Demek ki Efendimiz’le beraber olanlar. Efendimiz’i dâimâ her hâlimiz; “Efendimiz benim yanımda olsaydı ben nasıl hareket ederdim?..” Kul bu idrak ve şuur içinde olacak.
“Beni, evet Allah görüyor, kimse görmese de Allah görüyor. Düşüncemi de Allah biliyor…” Kul, ihsan duygusu; bu hâlin içinde olacak.
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
(“Biz ona şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16])
Bir irfan hâline gelecek. İrfan duyguları içinde olacak. “Yâ Rabbi, hislerimizi rızân ile telif eyle!” Bunun bir ilticâsı içinde olacak.
Efendimiz buyuruyor ki:
“Ben diyor, Yemen’den gelen nefes-i Rahmânî’yi duyuyorum.” diyor. (Taberânî, Kebîr, VII, 52/6358)
Demek ki nefeslerimizin, “nefes-i Rahmânî” olmasına gayret etmemiz zarûrî. İşte evliyâullâh’ın fârik vasfı bu. Birçok nefsânî arzuları bertaraf ediyor, Rahmânî nefesten hisse almanın gayreti içinde oluyor.
Yine Efendimiz’den bugünleri alâkadar eden çok hadîs-i şerîfler var. Onlardan birini okuyalım. Bugün bunun içinde miyiz, değil miyiz? Îkâz-ı ilâhî…
Abdullah ibn-i Ömer naklediyor -radıyallâhu anh-:
“Rasûlullah Efendimiz bize yöneldi buyuruyor, bize döndü diyor:
«Ey Muhâcirler cemaati! Beş şey vardır ki onlarla müptelâ olduğunuzda ben sizin o şeylere erişmenizden Allâh’a sığınırım.
(Çünkü o çok tehlikeli anlar, zor anlar. Madde bir:)
Bir milletin içinde zinâ, fuhuş ortaya çıkıp nihâyet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlakâ aralarında vebâ salgını ve daha önceki milletlerde vukû bulmamış başka hastalıklar zuhûr eder…»” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623; Beyhakî, Şuab, III, 197)
Uyuyor mu bugün, uymuyor mu? Uyuyor mu uymuyor mu bugün?!. Yaa…
“…Milletlerde vukû bulmamış başka hastalıklar yayılır.” buyuruyor. İşte virüsler… Korona var, bilmem neler, daha evvelkiler, AIDSler vs…
İki; ticârî hayatın (rayından) çıkması:
“…Ölçü ve tartıyı yanlış yapan millet, mutlakâ kıtlık, bereketin kalkması, geçimsizlik, başlarındaki hükümdarların zulmüyle cezalandırılır…” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623; Beyhakî, Şuab, III, 197)
Bir sürü gabn-i fâhişler, kapitalizmin getirdiği kandırmacalar…
Üç:
“…Mallarının zekâtını vermekten kaçınan her millet, mutlakâ yağmurdan mahrum kalır (kuraklıkla cezalandırılır). Hattâ hayvanları olmasa, onlara hiç yağmur yağdırılmaz.” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623; Beyhakî, Şuab, III, 197)
Yine hayvanların sebebiyle, hayvanlar susuz kalmasın diye Cenâb-ı Hak yağmur indirtiyor. Demek ki hayvanlarımıza ne kadar bir îtinâ göstereceğiz? Onların Allâh’ın bir emâneti olduğunun idrâki içinde…
Çünkü o hayvanlar da yaratılacak kıyâmet günü. Eskiden görüyordum Anadolu’da, toprağı yakıyorlardı. Ne hakkın var senin toprağı yakmaya?! Mülk, Allâh’ın mülkü. Onun içinde bir sürü karınca var, kaplumbağa var, kurbağa var, vs. var… Onların hepsi dirilecek kıyamet günü.
Dördüncüsü:
“…Allâh’ın emirlerini, Rasûlullâh’ın Sünnet’ini terk eden her milletin başına mutlakâ Allah kendilerinden olmayan bir düşman musallat eder. Ve o düşman o milletin elindekinin bir kısmını alır…” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623; Beyhakî, Şuab, III, 197)
Petrol yağmacılığı var mı yok mu işte?!.
Yine maalesef bu fâsık kişilerin, imamların gelmesi:
“…İmamları (önderleri yani) Allâh’ın Kitab’ıyla amel etmeyip Allâh’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtiklerinde, Allah onların hesabını kendi aralarında görür (fitne, fesat, anarşi belâsına mâruz kalırlar).” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623; Beyhakî, Şuab, III, 197)
Günümüzdekiyle nasıl bir mutâbakat hâlinde…
Diğer bir hadîs-i şerîfte:
“–Hercümerç olacak.” buyuruyor.
“–Yâ Rasûlâllah! Hercümerç nedir?” diye sahâbî soruyor.
“–Kimin kimi niçin öldürdüğünü, nasıl öldüğünü, ölenin niye, öldürenin niye, bilmemesi.” (Bkz. Müslim, Fiten, 55-56)
İşte bugünkü durum öyle. Bugün kim öldürüyor? Müslüman müslümanı öldürüyor. Nasıl bir tezgâh kuruluyor ki, nasıl bir Haçlı tezgâhı kuruluyor ki müslüman müslümanı öldürüyor. Veyahut da bir, yani öyle bir durum, bugün teyakkuz hâlinde olmanın zamanı içindeyiz bugün…
OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAEFENDİ DİĞER SOHBETLER
- DÜNYADAYKEN NUH’UN GEMİSİNE BİNMEYE BAK!
- İSLAM AHLAKINDA MUHTACI REDDETMEK YOKTUR
- ÖMÜR, METRAJI BELLİ OLMAYAN BİR MAKARA GİBİDİR
- TATLI SUYUN BAŞI KALABALIK OLUR
- MÜ’MİN, DEDİKODULARLA ÖMÜR TAKVİMİNİ LEKELEMEZ
- YÂ RABBİ! BİZE NAMAZI SEVDİR
- MÜSLÜMANIN DÜĞÜNÜ VE EVLİLİK HAYATI NASIL OLMALI?
- SABIR MI ZOR, ŞÜKÜR MÜ?
- BİR KULUN SÂHİP OLMASI GEREKEN ALTI HUSUSİYET
- PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (S.A.V) İKİ VASİYETİ
- AŞK İLE YAŞANAN BİR ÎMÂN