Bursa Kadısı Mahmûdʼu “Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri” Yapan Sır
İrfan mektebinin ilk ve son dersi nedir? Mevlânâ Hazretleri ve Şems-i Tebrizî arasındaki muhabbetin hikmeti nedir? Bursa Kadısı Mahmud'u, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri yapan sır neydi?
Hüdâyî Hazretleri buyurur:
Nahve sarf eyleme ömrün yürü mahv öğrenegör;
Kişi Mahbûb-i Hakîkîʼye fenâ ile erer…
“Ömrünü sırf nahiv gibi zâhirî ilimleri tahsil etmeye hasretme! Var biraz da nefsini tezkiye ve terbiye ilmini öğren. Zira kişi, gerçek sevgili olan Allah Teâlâʼya ancak, nefsini ifnâ etmekle, yani benlik ve enâniyetini bertaraf etmekle erebilir.”
İRFAN MEKTEBİNİN İLK VE SON DERSİ
Hak dostlarından Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nin gençlik yıllarında mânevî tahsile yönelmesine vesîle olan bir hâdise vardır:
Sâmi Efendi Hazretleri, Dâru’l-Fünûn’un Hukuk Fakültesi’ni pek yüksek bir dereceyle bitirmiş, artık memleketi Adana’ya dönmeyi düşünürken, bir gün Beyazıt Meydanı’nda bir Allah dostuyla karşılaşır. Bu zât, kısa bir tanışma faslının ardından:
“‒Sizi yeni bir tahsile başlatmama müsâade eder misiniz?” der ve onu Kelâmî Dergâhı’na götürür. Yolda hasbihâl ederken o Allah dostu, Sâmi Efendi’ye der ki:
“‒Evlâdım! Senin bu zâhirî tahsilin kâfî değil! Sana, kişiyi iki cihan saâdetine kavuşturacak esas tahsili tavsiye edeyim:
Bu yeni başlayacağınız irfan mektebinin ilk dersi, kimseyi İNCİTMEMEK’tir; son dersi de kimseden İNCİNMEMEKtir…”
Yani Sâmi Efendi Hazretleriʼne, nefsi tezkiye ederek Hakkʼın râzı olacağı bir gönül kıvâmını tahsil etmenin yolu gösterilir. Bütün Hak dostlarını zirveleştiren de bu tür mânevî tahsiller olmuştur.
MEVLÂNÂ HAZRETLERİ VE ŞEMS-İ TEBRİZÎ
Meselâ Mevlânâ Hazretleri, Selçuklu Medresesi’nin dersiâmı, yani en salâhiyetli âlimiydi. Şems-i Tebrizî ise, kalbi aşk-ı ilâhî ile dolu garip bir dervişti. Yazdığı herhangi bir eseri yoktu. Mevlânâ kadar zâhirî ilme de sahip değildi.
Peki Şems ne verdi Mevlânâ’ya? Şems, onun iç dünyasındaki nefsânî prangaları kırdı. O prangaları kırmasıyla, Mevlânâʼnın gönlünde muazzam ufuklar açıldı. Nitekim Mevlânâ Hazretleri, Şemsʼten önceki, onunla beraberliğindeki ve ondan sonraki hâllerini, “hamdım, piştim ve yandım” diyerek hulâsa etti. Ancak bu gönül yangınıyla gerçekleşen mânevî inkişaftan sonra Dîvân-ı Kebîr ve Mesnevî-i Şerîf gibi şâheserler meydana geldi. Şems’ten sonra Celâleddîn gerçek şahsiyetini bularak “Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri” oldu.
BURSA KADISI MAHMÛDʼU “AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ” YAPAN SIR
Yunus Emre Hazretleri de hâkezâ… O da önceleri Anadolu’nun sayısız dervişinden biriydi. Herhangi bir eseri de yoktu. Tapduk Emre Hazretleri ile buluşmasından sonra ise, başı eşikte bekletilip birtakım merhalelerden geçirildi. Neticede onun da nefsânî prangaları kırıldı. İşte bundan sonra Yunusʼun gönül gözü açıldı; hayat, kâinat ve hâdisâtın hâl lisânına âşinâ olmaya başladı. Sarı çiçeğin, dertli dolabın, kara toprağın, mezar taşlarının, gönül diliyle tercümanı olduğu ârifâne şiirleri, muazzam bir Dîvân teşkil etti. Nihâyet o da sıradan bir derviş iken Hak âşıkları kervanında müstesnâ bir gönül sultanı oldu.
Aynı şekilde Bursa Kadısı Mahmûdʼu “Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri” yapan sır da budur.