Bütün Âdemoğlunun Misafir Edildiği Sofra
Müslümanı, müşriği, fâsığı, evliyâullâhı, insi, şeytanı, sâlihi, sâlihası, ateisti, deisti, zengini, fakiri, zâlimi, mazlumu, küçüğü, büyüğü, kadını, erkeği, genci, yaşlısı, daha nicesi bu sofrada…
Sofra, misafirler ve sofra Sahibi var mevzûda. Dünya sofrası, bütün Âdemoğlunun misafir edildiği koca sofra... Müslümanı, müşriği, fâsığı, evliyâullâhı, insi, şeytanı, sâlihi, sâlihası, ateisti, deisti, zengini, fakiri, zâlimi, mazlumu, küçüğü, büyüğü, kadını, erkeği, genci, yaşlısı, daha nicesi bu sofrada… Sofra Sahibi, misafirler tarafından görülse de, görülemese de, görülmek istenmese de O hep ikramda... O’nu görmemek, O yok mu demek? Peki, her gördüğün var mıdır?
Kimi sofra Sahibi’ni över, bilir ki O “es-Semî‘”dir. Duymaya illâ kulak mı gerek? Kimileri bulunduğu yerden şikâyetlenir, kimileri yanındakilerden, kimileri önüne konandan... Onlar hep öyle, Sahibi’nin “er-Rahmân” isminden bîhaber. Dünya’yı versen de doymak bilmeyenlerin kör nefisleri hep aç... Önüne her istediğinin konulmaması, “el-Ğaniyy” ve “el-Muğnî” olanın hazinesinde olmadığından mıdır? Yoksa ikramın, misafire göre yapıldığından mıdır?
Kimilerinin gözü, diğer sofra sâkinlerinin rızkında... İyi de kimi teftiş eder? Vereni mi, alanı mı? “er-Rakîb” olana mı güvenmez, yoksa işin aslında kendine mi? Kimileri sofra düzeninden memnuniyetsiz, haddini aşıp aklı sıra düzen kurmaya çalışmakta… Hülâsa “el-Vâlî” olanı görmeye gönül gerek.
Edeb ile sofrada oturup, “Kısmetimdir!” diyerek sorgulamadan doyan misafire ne âlâ. Teslîmiyetle oturanın lügatinde yoktur, “Neden, niçin, niye, keşke…” gibi sorgu-suâl... “el-Vekîl”e güvenip dayanır da, esas sorguyu “el-Hasîb”e bırakır. Edepli olan, râzı olan sofra Sahibi’yle tanışır, ikramlanır nasibince... Bedeni besleyen, nefsi palazlandıran değil; gönlü besleyen muhabbettedir ikram… İşte o vakit Dünya sofrası oluverir âşıklar sofrası. Her kişinin değil, er kişinin harcıdır bu sofra. Her yürek dayanamaz sunulan ikrama. Bu sofra ballı-börek sofrası değil, bu sofra aşk ateşiyle pişenlerin sofrası. Yanmaya, kavrulmaya râzı olanların sofrasında aş farklı; hiçlik yudumlanır, musibetler dişlenir. Gün gelir, yudumlar boğazlarda düğümlenir, dişler yerlere serilir.
Sofradan sırası gelen kalkar; kimileri kazançla, çoğunlukla da kayıpla. Niceleri mâsivâyı doldurur çıkınına, kalkar gider gafletle… Pek azı gönüller sultanı olur, gönüller dağlanır gidişiyle…
Kaynak: Dr. Ayça Toksöz, Şebnem Dergisi, Sayı: 188
YORUMLAR