Bütün Ashâbın İmrendiği Sahabi

Sahabiler

Selmân -radıyallâhu anh-, samimî, mütevâzı ve geçim ehli bir Hak dostu idi. Kimseye külfeti olmazdı. Son derece mahviyet sahibiydi. Başta Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- olmak üzere bütün ashâb-ı kirâm, Selmân -radıyallâhu anh-’ın Allâh’a kulluğundaki vecd, heyecan ve huşû hâline imrenmişlerdir.

Bir gün Selmân -radıyallâhu anh- Allâh’ı zikreden bir topluluğun arasında bulunuyordu. O esnâda oradan geçmekte olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onları görünce bulundukları yere doğru yöneldi. Yanlarına yaklaştığında ashâb-ı kirâm, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e olan hürmetleri sebebiyle sükût ettiler. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ne hakkında konuşuyordunuz? Ben sizin üzerinize inen rahmeti gördüm de bu hususta size ortak olmayı arzu ettim!” buyurdular. (Hâkim, I, 210/419)

Selmân -radıyallâhu anh-, gece karanlığı bastığında namaz kılmaya başlardı. Namazdan yorulursa, diliyle Allâh’ı zikrederdi. Bundan da yorulursa Allâh’ın varlığının, birliğinin delilleri ve azamet-i ilâhiyye üzerinde tefekkür ederdi. Bir müddet sonra kendi kendine:

“–Dinlendin artık, haydi namaza kalk!” derdi. Bir müddet namaz kılınca diline:

“–Yeterince dinlendin, haydi Allâh’ı zikret!” derdi. Gecenin büyük bir kısmı böyle geçerdi.[1]

Başta Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- olmak üzere bütün ashâb-ı kirâm, Selmân -radıyallâhu anh-’ın Allâh’a kulluğundaki vecd, heyecan ve huşû hâline imrenmişlerdir.

HAZRETİ SELMAN'IN TEVAZUSU

İran’ın Medâin şehri fethedilince, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- Selmân-ı Fârisî’yi oraya vâli tâyin etti. Selmân -radıyallâhu anh- insanlara son derece âdil ve nâzik davrandığı için halk tarafından çok sevilip sayıldı. Aslî vatanında ve kendi kavmi arasında, kıymetli sözleri ve hikmetli nasihatleriyle, güzel hâli ve örnek yaşayışıyla dâimâ İslâm’ı tebliğ etti. İlmi, fazîleti, güzel ahlâkı ve üstün gayretleri sebebiyle İslâm orada sür’atle yayıldı.

Selmân -radıyallâhu anh- Medâin vâlisiyken, Şam’dan Teymoğulları Kabîlesi’ne mensup bir kimse gelmişti. Yanında bir yük de incir getirmişti. Hazret-i Selmân’ın sırtında sâde bir elbise, bir de aba vardı. Şamlı, onu tanımıyordu. Onu bu hâlde görünce de:

“–Gel şunu taşı!” dedi.

Selmân -radıyallâhu anh- gitti, yükü sırtlandı. Halk kendisini görünce tanıdı. Adama:

“–Yükünü taşıyan bu zât vâlidir!” dediler. Şamlı derhâl:

“–Özür dilerim, seni tanıyamadım.” dediyse de Selmân -radıyallâhu anh-:

“–Zararı yok, yükü gideceğin yere götürünceye kadar bırakmayacağım.” dedi.[2]

Yükü bırakınca da sahibine şu nasihatte bulundu:

“–Benden sonra artık hiç kimseyi kesinlikle hakir görme!”[3]

Bir gün bir şahıs, Selmân -radıyallâhu anh-’ın yanında kendini medhediyordu. Hazret-i Selmân söz alarak şöyle dedi:

“–Bana gelince, ben bedenî olarak necis ve sevimsiz bir sudan, yani nutfeden yaratıldım. Vefâtımdan sonra da bedenim kokuşmuş bir cîfe hâline gelecek. Ondan sonra da, amellerin tartıldığı mîzânın başına gideceğim. Eğer, hasenâtım ağır basarsa, işte o zaman ben kerîm ve değerli biri olurum; yok hafif gelirse, kötülerin en kötüsü olurum.”[4]

MAAŞINI ALDIĞINDA ONDAN BİR ŞEY YEMEZDİ

Bir kişi Selmân-ı Fârisî’nin hamur yoğurduğunu görmüştü. Buna çok şaşırdı ve:

“–Hizmetçin nerede?” diye sordu. Selmân -radıyallâhu anh- şöyle dedi:

“–Onu bir iş için gönderdim; iki işi de ona vermeyi münâsip görmedim. Hem onu bir işe göndermek, hem de buradaki işini yapmamak doğru olmaz, haksızlık olur!”[5]

Maaşını aldığında ondan bir şey yemezdi. Kendi elinin emeği ile geçinirdi. Bir dirheme hurma yaprağı alıp sepet örer, onu üç dirheme satardı. Bunun bir dirhemini yaprak aldığı yere verir, bir dirhemini tasadduk eder, bir dirhemiyle de âilesinin ihtiyaçlarını karşılardı.[6]

Biraz para kazandığında onunla et veya balık alır, sofrayı hazırladıktan sonra cüzzamlı hastaları dâvet eder ve onlarla birlikte yerdi.[7]


[1] Hânî, Hadâik, s. 294.

[2] İbn-i Sa‘d, IV, 88.

[3] İbn-i Asâkir, XXI, 433; Zehebî, Siyer, I, 546.

[4] Hânî, Hadâik, s. 295.

[5] Mâmer bin Râşid, Câmi, X, 393/19464.

[6] İbn-i Sa‘d, IV, 89; Hânî, Hadâik, s. 295.

[7] Ebû Nuaym, Hilye, I, 200.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları