Bütün İnsanlar Birbirini Sevseydi Ne Olurdu?
Bursevî Hazretleri şöyle buyurur: “Denilmiştir ki: «Eğer insanlar birbirini sevseydi ve karşılıklı muhabbet duysaydı, adâlete ihtiyaçları kalmazdı. Çünkü adâlet, muhabbetin yerine kaim olur. Muhabbetin olmadığı yerde adâlete ihtiyaç duyulur.»Yaratanʼdan ötürü bütün yaratılanları gönlüne sığdırabilenlere ne mutlu! İnsanın esas hüneri, kalbini bu genişliğe ulaştırabilmesidir.
Gerçek fetih, gönüllerin fethidir. Bu ise ancak gönüllerini aşk, vecd ve muhabbet dergâhı hâline getirebilenlerin harcıdır. Aşk, şevk ve heyecanını sürdüremeyen, donuk, câmid bir sohbetçi, tesirini kaybeder. Dolayısıyla sohbet eden kişi dâimâ etrafına enerji, rûhâniyet ve muhabbet tevzî etmelidir. Sohbetlerine muhabbet havası hâkim olmalıdır. Şunu unutmamalıyız ki, ancak kardeşlerimize muhabbet duyduğumuz kadar muhabbete nâil olabiliriz.
Denilmiştir ki: «Muhabbetten doğan itaat, korkudan kaynaklanan itaatten daha üstündür.»
Çünkü itaat, muhabbetten dolayı yapılırsa gönülden, içten olur. Korkuyla olan itaat ise dıştan yapılmış bir itaattir. Sûfîlerin birbirleriyle sohbetlerinin ve beraber olmalarının tesiri de işte bu sebeptendir. Çünkü onlar Allah için birbirlerini sever ve Allah için birbirlerine güzel ahlâkı tavsiye ederler. Yaptıklarını muhabbetle yaptıkları için de sözleri kabul görür. Yine bu sebeple hepsi birbirinden istifâde eder.” (Rûhu’l- Beyân, VII, 168)
Demek ki bir mü'min, âdeta kendisine zimmetli olan din kardeşlerine dâimâ muhabbet ve rûhâniyet, yani pozitif bir enerji tevzî etmek mecbûriyetindedir. Bunun için de “muhabbet ehli” olması zarûrîdir. Muhabbetin kaynağı “el-Vedûd” olan Cenâb-ı Hak’tır. Bu doyulmaz kaynağa götürecek vâsıta, Hazret-i Peygamber’e muhabbetle itaattir. Bunun en bâriz göstergesi ise mü’minin mü’min kardeşine olan muhabbetidir. Zira âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Muhammed, Allâh’ın Rasûlü’dür. O’nunla beraber olanlar, küffâra karşı pek çetin, kendi aralarında ise gâyet merhametlidirler…” (el-Fetih, 29)
Yine bu muhabbet, mü’mine, Yaratan’dan ötürü bütün yaratılanları sevme hasletini kazandırır. Zira bütün mahlûkât, yaratılışları îcâbı Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve azamet mührünü taşımaktadır. Hâsılı, sohbetler dört duvar arasında kuru bir beraberlik değil; canlı, hareketli, gönüllere ilham verici ve muhabbet dolu bir beraberlik olmalıdır. Zira sâlih insanların bulunduğu ve sâlihlerin güzel hâllerinin konuşulduğu bir meclisteki beraberlikten müsbet bir neticenin hâsıl olabilmesi, evvelâ kalplerin muhabbet harcıyla birbirine kenetlenmesine ve böylece kalpten kalbe feyz akışının sağlanmasına bağlıdır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Sohbet ve Adabı, Erkam Yayınları
YORUMLAR